10.4.11

İstanbul Film Festivali Kutlu Olsun


Siz değerli okurlarımdan gelen fazlasıyla yoğun isteklere karşın, şu görkemli hayatımın İstanbul Film Festivali'nin bilet kuyruğuna tekâbül eden kısmında yaşadığım fevkâlade maceraları -maalesef- son iki yıldır okuyamıyorsunuz.. Bundan dolayı ne kadar mutsuz olduğunuzu gayet iyi anlayabiliyorum.. Ne yapayım ki o muhteşem kuyruklardan bu yıl da uzaktaydım, sayın okuyucu..

Ah.. Şu benim dünyaca meşhur doğruculuğum yok mu? Başımdan geçmemiş bir olayı ya da bünyemde hissetmediğim hiç bir duyguyu yazıya döküp de okuyucuya yutturma girişiminde bulunamıyorum.. Yoksa, gereksiz endişeleri geride bırakarak, 'at kafadan' yöntemiyle, nice derin denizlerde, nice yeni maceralara kulaç atmak işten bile değil..
Bu arada, Türk yazın dünyasının son yıllarda düştüğü bunca çoraklığın, çıkmazın, açmazın temelinde benim bu endişelerimin boylu boyunca yattığından sizin haberiniz yok muydu? Vah size!





Emek Sineması : Bir Aşk Hikâyesi

Geçen yıl yarım kalmış akreditem bu yıl -allahın emri, İKSV'nin izniyle- tamama erince, bendeniz de (ki bu sitenin hem kadrolu, hem konuk, hem de en başyazarı oluyorum) Tersninja'nın basın temsilcisi olarak, festivali yakînen izlemeye koyuldum.. Landlord'u da hemen asistanım tayin ettim ki yokluğumda, öyle sağda solda sürtüp durmasın..




Her ne kadar festivale 'yakîn' olmam gerekiyorsa da geçen Cuma günkü açılışa ve akabinde idrak edilen partiye falan icâbet etmem, bir asrı devirmeye ramak kalmış tevellüdüm sebebiyle mümkün olamadı..
Ben de çoğunluk gibi, festival açılışına, sahneye inip çıkanlara falan, televizyon ekranından bakmayı tercih ettim..


                                           Foto: Banu Bozdemir 

Bir zamanların Emek Sineması'nın kapısından her girdiğimde kâh biletimin yarısını koparırken, kâh vaziyeti uzaktan keserken rastlaştığım müdür Hikmet Dikmen'i sahnede görmek -benim için- gecenin sürpriziydi..
Elma gibi yanakları, bıraktığı, bembeyaz olmaya pek yakın sakallarıyla bir Noel Baba misâli peyda olmasına ve onun, yârini kaybetmiş bir âşık gibi, Emek'in yokluğuna hâlâ gözyaşı dökmesine tanık olan bencileyin bir sulugöz, nasıl perîşan olmaz ki yârabbi!.

Ertesi gün olup da festivalin ilk filmiyle siftahı yapmış vaziyette İstiklâl'de dolaşırken, Atlas Sineması'nın önünde -meslektaşıyla birlikte- Hikmet Bey'i yeniden görmek, karşılıklı hatır sormak, bordo rengine çalan yüz rengine takılanlara, "Şaraptandır, şaraptan" demesine gülümsemek.. Bir gün, aynı yerde, aynı şekilde yeniden doğacak Emek Sineması'nın içinde onunla yeniden karşılaşmanın hayâlini kurmak..


Türvak Müzesi Perdesinde Karagöz'ün Lâmbası


İlk günden ilk filme ait notları şöyle bi sıralamadan önce, Türvak Müzesi'nde yapılmaya başlayan basın gösterimlerine katılan sinema yazarlarının genelinden yansıyan bir memnuniyetsizlikten söz etmem gerek..
Bu müzenin sinema salonunun küçüklüğüne ya da koltukların rahatsızlığına falan hiç girmeden, asıl şikâyetin 'tamamen olumsuzluklarla mücehhez' görüntü ve ses sisteminden kaynaklandığını söylemeliyim.. Hele ki geçen yıl aynı gösterimlerin yapıldığı Nişantaşı City's'in, her bakımdan 'ideal' salonlarında film izlemiş birini -üstelik bir de bu konularda hassasiyet kesbetmiş bir sinema yazarını- bu salona mecbur kılmak, bir nevi işkence uygulamaktan farksız..
Tabii ki o sinema yazarları arasına ben -tam olarak- giremiyorum..




Elbet ben de hem rahatımı düşünen, hem de bir sanat işini o sanatın gerektirdiği en ideal şartlarda izlemek isteyen biriyim.. Yalnız -dikkatinizi çekerim- çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarının büyük bir kısmını Kasımpaşa sinemalarının -yarısı kırık- tahta koltuklarında idrâk etmiş biri yazıyor bu satırları..

Zaman zaman 'dumanaltı' kafayla film seyretme ayrıcalığı dahi yaşatan, o zamanın 'seyirci' şartlarına hiç girmemek, en iyisi.. Yalnız, görüntü ve sesin en asgari koşullarına ulaşmanın imkânsızlığında debelenen insanlara yönelik, karanlığın içinden yükselen 'Lan makinist!' bağırtılarını hatırlatmak -benim şimdi garipsenen- bazı olumsuzluklara karşılık, kabuk bağlamış gibi duran 'duyarsız' hâlimi, belki anlaşılır kılar deyu düşünüyorum..

Şaka değil, filmlerin durmadan kopması neyse de, projeksiyon makinasından geçen şeritlerin alev alıp yanışını 'gri perdelerden' izlemiş biri olarak, Türvak Müzesi'ndeki ekrana düşen 'korsan' ışıktan ya da salonun tepesindeki lamba karpuzunun -Karagöz misâli- gölgesinin, perdenin tepesinde asılı kalıp durmasına -çok istesem de- öyle aşırı bir tepki gösteremiyorum.. Gösterenlere -tepkisizliğime kızsalar dahi- elbette saygı duyuyorum ki o ayrı..


(İşbu yazı Tersninja.com'da yayınlanmıştır)