(Çıkan Kısmın Özeti :
Caddebostan, sahil, karga, ceviz, patenli kız, The Thing)
The Devil's Double / Şeytanın İkizi
Bir varmış bir yokmuş, Saddam
Hüseyin’in diktasını sürdürdüğü
Irak'ta, 'Dürtüsellik' sendromunun tüm belirtilerini,
sadizmle takviye etmiş bir 'Sapıkoğlan' olan Uday, kendi
çapında bir saltanatın kanlı ihtişamıyla yaşarmış..
Hem babasının kullandığı bir sürü
dublörü olur da kendisinin neden olmazmış..
Elbette bu bir masal değildir..
Uday adlı çocuklarının,
Bağdat sokaklarında Ferrari'yle dolaşarak, okullu küçük
kızların peşinde salya akıttığı; her türlü
haksızlığın, binlerce çeşit cinayetlerin tahakkümüyle
ayakta duran bir aileden tüm Irak halkları, gerçekten
çok ama çok çekmiştir..
Uday'ın, kendine tıpatıp benzeyen
dublörünü bulması zor olmaz..
İlkokuldan beri tanıdığı Latif
Yahya, bu işi için biçilmiş kaftandır..
İran'la savaş halindeki Irak
ordusunda teğmen olan Latif, sonuçta kendi şahsiyetini
sıfırlayan, hatta benliğini dahi unutmaya sürükleyecek
bu sürpriz ve patolojik teklife kesinlikle karşı çıkar..
Ancak Uday denen bu şeytan, ondan
ruhunu satmasını bile istemeye üşenecek, istediği her şeyi anında aldığı gibi, bu talihsiz oğlanın
ruhunu da esir alacaktır..
Latif Yahya'nın gerçek hayat
hikayesini anlattığı romandan uyarlanan film -bu yönüyle-
çok yakın bir geçmişte ve bizim sınırlarımızın
hemen ilersinde neler yaşandığını tüm canlılığıyla
ortaya koyarken, kendisini ilgiyle izletiyor..
Ortaya konan bu acı 'gerçekler'
ne kadar gerçek, bilemiyoruz tabii..
Tamam film onlara ait değil ama
sonuçta ABD gibi bir batılı ülke, aynı Saddam'ın
-olmayan- Kitle İmha Silahları masalını da bize okumuş ve bir
güzel inandırmıştı..
Öte yandan, Saddam'ın sütten
çıkmış ak kaşık olmadığını çocuklar bile
biliyor..
Filmi -son tahlilde- iyi olmaktan
alıkoyan teknik bir kusuru var ki ben bunun nedenini pek
anlayabilmiş değilim..
Zira, her haliyle düzgün ve
etkileyici bir şekilde gelişen film, finale yaklaşan bir noktadan
itibaren (İzleyenler için o anı 'intihar' diye kodlayayım),
âdeta yönetmeni değişmişcesine 'her açıdan'
yalpalamaya başlıyor ve bu 'tuhaf' vaziyeti koruyarak da sona
eriyor..
Yönetmen: Lee Tamahori
Senaryo: Michael Thomas, Latif Yahia
(roman)
Oyuncular: Dominic Cooper, Ludivine
Sagnier, Raad Rawi
Yapım: 2011, Belçika /
Hollanda, 109 dk.
3 / 5
The Change-Up / Hayat Sana Güzel
Mitch (Ryan Reynolds) ve Dave (Jason
Bateman), hâlen iki benzemez hayatı yaşayan birer eski
arkadaştır..
Dave, üç çocuk
babası olmanın sorumluluğunu yaşayan, çalıştığı hukuk
bürosunun da ortaklığına oynayan, çok başarılı bir
avukat; yakışıklı Mitch ise arkadaşındaki sorumluluğun
zerresini hayatına sokmamış -hâliyle- bekâr ve çapkın,
yaptığı doğru dürüst bir işi de olmayan biridir..
Çoğu insan gibi, bir diğerinin
-dışardan görünen- hayatının daha güzel, daha
heyecanlı hatta daha rahat olduğunu zanneden bu ikilinin içlerinden
geçen de, birbirlerinin hayatını yaşayabilmektir..
Birlikte sarhoş oldukları bir gün,
heykelli bir dilek havuzuna işerlerken bu dileklerini de
dillendirince, ertesi sabah birbirlerinin bedenlerinde uyanırlar..
Artık, içine girdikleri bedenin
eski sahibi gibi yaşamak zorundadırlar..
Tarafların, bu yeni durumdan pişman
olmayacaklarını iddia etmenin şartının birazı insanı
anlamamak, çoğu da Hollywood'u tanımamaktır..
Film, süresi boyunca -gereksiz bir
şekilde- kafa yoran, 'Lan bu herif aslında kimdi?' sorusuyla, illet
edici bir yapı sunmasına rağmen, türlü erkeklik
durumlarını bir kez daha ve gayet hoş bir şekilde gözden
geçirmemizi sağlıyor..
Arada güldürmesi de
cabası..
Yönetmen: David Dobkin
Senaryo: Jon Lucas, Scott Moore
Oyuncular: Ryan Reynolds, Jason
Bateman, Leslie Mann, Olivia Wilde, Alan Arkin
Yapım: 2011, ABD, 112 dk.
2.5 / 5
2.5 / 5
One Day / Bir Gün
Aileden -alabildiğine- zengin oğlan
Dexter (Jim Sturgess)'in televizyon dünyasında yeri hazırdır,
lâkin onun için hayat, içinde güzel kızların
da yer aldığı bir oyun parkından başka bir şey ifade etmiyor
gibidir..
Güzel kızımız Emma (Anne Hathaway) ise
-Dexter'in aksine- hayatı ciddiye alan, ekmeğini taştan çıkarması
gereken, yoksul ama prensip sahibi bir kızdır..
Film, aynı üniversitede okuyarak
öğretim sürecinin sonuna geldikleri halde hiç
tanışmayan Dexter ile Emma'nın, mezuniyet gecesinde kaynaşmaları
ve birbirlerine vurulmalarıyla başlıyor; nihai bir vuslatı bir
türlü gerçekleştiremeyen bu çifti oluşturan
bireylerin sonraki yirmi yıl boyunca yaptıkları, yapamadıkları
-kısaca- yaşadıklarıyla da devam edip gidiyor..
David Nicholls'un -muhtelif kanallardan
öğrendiğim kadarıyla oldukça beğenilmiş- kendi
romanını senaryolaştırmasıyla çekilen One Day, romanı
kadar tutulacak mı bilemiyorum ama beni hiç sarmadı..
Telif hakkı bendenize ait olan, 'Aşk
bir sihirli sudur, içmeyen kurtulur, içeniyse bir ömür
boyu kudurtur.' özlü sözünü haklı çıkartmak
için elinden geleni yapan filmin, 'sempatik' kahramanlarını
hiçbir sahnesinde inandırıcı kılamayan, 'olmamış' bir
havası var..
Yirmi yıl boyunca, her yılın bir
günündeki hallerine tanık olduğumuz kahramanlar, ne kadar
mühim şeyler yaşarlarsa yaşasınlar, bütün olaylar
karşısında âdeta birer 'teflon tava' hissizliğini seyirciye
aktarıyorlar ki bu durumun ne denli sıkıcı olduğunu takdir
edersiniz..
Hele o -hiç bitmeyecekmiş gibi
gelen- her yıl değişiminde perdeye yansıyan, '15 Temmuz bilmem
kaç' yazısı yok mu! Off..
Yönetmen: Lone Scherfig
Senaryo: David Nicholls (screenplay),
David Nicholls (book)
Oyuncular: Anne Hathaway, Jim Sturgess,
Patricia Clarkson
Yapım: 2011, ABD, 107 dk.
2 / 5
"Ülkenin politik durumunun
farkında bile olmadan doğudaki sevgilisinin peşine düşen
Karadenizli bir çocuğun babası ile doğudaki küçücük
bir dağ köyünde, oğlunun dağa çıkmasını
engelleyemeyen umutsuz bir babanın öyküsü.
İki farklı coğrafyadan,
birbirlerinin yüzünü bile görmemiş iki gencin,
hiçbir zaman kesişmeyecek hikâyeleri, bu iki gencin
babalarının dramı üzerinden anlatılıyor."
Belki kendisine biraz haksızlık olacak ama-
son basın gösterimine gitmediğim bu filmi, geçen
İstanbul Film Festivali'nden hatırladığım kadarıyla
değerlendirmek istiyorum..
Aradan epey bi zaman geçtiyse de
o gün kötü bir 'politik sinema' denemesi izlediğimi
gayet iyi hatırlıyorum..
İlginç denilebilecek -yine
politik- hikâyesini sakince ve güzelce anlatmak varken
-sanırım son yılların modasına uymak üzere- illâki ve
de zoraki bir 'provokatif politik'leşme çabası göstermesi,
filmin aleyhine çalışmış gibiydi..
Hele ki Giresunlu bir oğlanı
Tunceli'ye sokmamaya âdeta yemin etmişcesine çaba
gösteren 'devlet görevlileri'nin neyin önlemini
aldıklarını anlamak mümkün olmadığı gibi, filmin
bunun üzerinde uzun uzun durarak -sinemasal açıdan- ne
amaçladığı da meçhuldü..
Filmin, farklı kesimlerin genç
ölüleri üzerinden, özlenen bir toplumsal barışa
vurgu yapmaya çalışması -hiç kuşkusuz- değerli bir
çaba..
Lâkin bu durum, fazlasıyla
mantık hataları içeren bir hikâyeye sahip filmin,
diğer hiçbir açıdan da, vasata yaklaşmasına olanak
sağlamıyor..
Yönetmen: Atilla Cengiz
Senaryo: Atilla Cengiz
Oyuncular: Rıza Akın, Enes Atış,
Şahin Ergüney, Nurinisa Yıldırım
Yapım: 2011, Türkiye
1.5 / 5
1.5 / 5