Özellikle geçimimizi
sağlayan işimiz, giderek içinde kaybolduğumuz bir boğucu
döngüye dönüştüğünde ya da her
anlamda 'başarısız' olduğumuzda; belki de en mühimi, bize
kusursuz gibi görünen kendi doğrularımızla ördüğümüz
bir kafeste mahsur kaldığımızı fark ettiğimizde, mutat
yaşantımızın yörüngesini -birazcık da olsa-
değiştirmenin gerekli olduğuna karar verebiliriz..
Artık otuzlu yaşların ortasına
gelmiş 'tuhaf' bir çift olan Sophie ve Jason da benzeri bir
şekilde hareket ederler..
Onlarda bu değişimi sağlayan olgu,
yukarıda işaret ettiklerimin bir-ikisini kapsıyor gibidir belki
ama, yine de bu durum pek belirgin değildir..
Oysa neyi bahane ettikleri, çok açıktır: Ağır yaralı olarak hayvan barınağına bırakılmış bir sokak kedisi..
Oysa neyi bahane ettikleri, çok açıktır: Ağır yaralı olarak hayvan barınağına bırakılmış bir sokak kedisi..
Çocuk yapmayı akıllarından
bile geçirmeyen 'tuhaf' çiftimiz, hem yaralı hem de
ağır hasta olan bu kediyi 'evlatlık' edinmek isterler..
Tedavisi
sürdüğü için ancak bir ay sonra kedilerine
kavuşabilecek olmaları, onlarda biraz hayal kırıklığı
yaratmıştır..
Bu durumda, 'tuhaf' bir karar daha
alırlar: Bir aylık bekleme süresinin sonunda özgürlüklerini
yitireceklerini -hatta bi şekilde- öleceklerini kabul ederek,
hâlen yapmakta oldukları işlerini bırakıp, tamamen
istedikleri şeyleri yapmaya karar verirler..
İşin tuhafı, ne yapacakları
konusunda hiçbir fikirleri yoktur..
Ee.. Deminden beri boşuna
mı, 'tuhaf' deyip duruyorum kendilerine!.
Sophie (Miranda July), bir çocuk
yuvasında dans öğretmenliği yaparak geçimini sağlayan,
'güzellik' hususunda -kendi deyimiyle- tam da sınırda bir
yerde duran, ama 'misket' gibi gözleri hemen fark edilen,
'kırılgan' bir kadındır..
Evden çalışarak, bilgisayar
üzerinden bir takım işler yaparak geçinen bir adam olan
Jason (Hamish Linklater), her ne kadar, 'istediği zaman, zamanı
durdurabilme' gibi olağanüstü bir yeteneğe sahipse de
partneri Sophie ile âdeta, ruh ikizlerini bulmuşcasına bir
benzerlik arz etmektedirler..
('Zamanı durdurma' konusunda ciddiyim,
valla! Hem ben 'tuhaf' diyerek uyarmıştım, biliyorsun.)
'Kırılganlık' ve 'İçedönüklük'
ortak paydasında rahatça buluşan, yaşamsal hareketlerini
ağır çekimde gerçekleştirebilen (Sen istersen,
'tembel' de diyebilirsin.) bu ikili -çoğu insan gibi-
'hayatta olmak istedikleri' hususunda, ilk gençlik
hayallerinin/hedeflerinin oldukça uzağına düşmüş
kişilerdir..
Giderek bunu
başarabildiğini düşünen oğlan, eskiden karşısına
çıktığında, 'ilgilenmediğini' söyleyerek yanından
uzaklaştığı 'çevreci örgüt'ün mensubuna bu
sefer kulak verir..
'Ağaçtan Ağaca' vakfının bir gönüllüsü
olarak (Belki de tek gönüllüsü!), kapı kapı
dolaşarak, fidan karşılığında bağış toplamaya başlar..
Çiftimizin kız tarafı ise, bir
arkadaşının yaptığını örnek alarak, evde kendince icra
ettiği dansları videoya çekerek İnternet'e koymanın
çalışmaları içine girer.. Her ne kadar dans
öğretmenliği varsa da kızımızın bu konuda pek kâbiliyetli
olduğu söylenemez..
İşsiz ve arayışla geçmekte olan bu süreç, her
ikisinin de yeni dostluklar kurmasını sağlayacak gibi
görünmektedir..
Filozof
Kedi Paw Paw
2005'te yaptığı Me and You and
Everyone We Know ile, başta Cannes olmak üzre birçok
festivalde ödüller kazanan Miranda July, bu ikinci uzun
metrajlı filminin de hem senaristi, hem yönetmeni hemi de
başrol oyuncusu..
O ilk filmi gibi ödüllere
boğulmadığından da anlıyoruz ki The Future, pek rağbet
görmemiş; lâkin ben, dramı absürtle, absürdü
ise 'naif görünümlü' keskin bir mizahla yoğurmuş
'zekî' senaryoyu ve buna en uygun bir teknikle oluşturulmuş
filmi -doğrusu- oldukça tuttum..
Öte yandan, 'küçük'
insanın 'önemsiz' hâllerine, alışılmışın ve
kalıpların ötesinde 'bağımsızca' yaklaşan yapım, şu
sıralar -yabancısından yerlisine- suça, rekabete ve ille de
aksiyona abanan filmlerin arasında bir vaha gibi durmakta..
Bildiğimiz dünyadan değillermiş
gibi yaşayan tüm kahramanlarının konuşmasından
hareketlerine ve olayların akışına kadar ağır ağır ilerleyen,
ama hep 'sempatik' kalan bu film, bir sonraki gelişmeyi merak
ettirmesiyle de sıkıcılıktan oldukça uzak..
Biraz hüzünlü, biraz
komik, gerçekler üzerine dökülmüş
'gerçeküstü' sosu yerinde ve bolca da 'absürt'
yapımın -bildiğiniz gibi- bir de kedisi var..
İnsanı gibi,
kedisi de bir tuhaf tabii..
Filmin açılışını da yapan
ve kendisine Türkçe olarak, 'Pati Pati' diyebileceğimiz
bu 'konuşan kedi', bir yandan yeni sahiplerini sabırsızlıkla
beklemekte, bir yandan da 'anlatıcı' özelliğiyle, hep sokakta
geçmiş yaşantısıyla ve de gelecekteki hayâli
yaşantısı üzerine resmen felsefe yapmakta ki görmelere
seza..
Sadece kedi konuşsa iyi, gökteki
ay'ın bile kahramanlarla sohbet ettiği, sürünerek
ilerleyen tişörtlerin cirit attığı bir tuhaf atmosfer
yaratan film, zaman olgusuyla da oynayarak, onu, bir kahramanına
göre dondururken, diğeri açısından, inanılmaz bir
hızla akıtmakta hiçbir beis görmüyor..
Kendisine çok yakışan
'belirsiz' bir sona sahip The Future, insanların 'kadim'
yalnızlığını ve bunu gidermenin yollarını arama çabalarını;
terk edişleri, pişmanlıkları ve geri dönüşleri; ancak
kaybedildiğinde -tüm yakıcılığıyla- hissedilen, aşkı ve
alışkanlığı -belki milyonuncu kez- ama kendine has, tuhaf bir
lisanla anlatıyor..
The Future / Gelecek
Yönetmen: Miranda July
Senaryo: Miranda July
Oyuncular: Miranda July, Hamish
Linklater, David Warshofsky
Yapım: Almanya – ABD, 2011, 91′
7 /10