Babası II. Murat'ın ölümü
üzerine 1451 yılında tahta çıkan II. Mehmet'in ilk
hedefi, sadece İstanbul surları içine sıkışmış kalmış,
Bizans İmparatorluğu idi..
1453 yılı geldiğinde İstanbul
kuşatılmıştır, ama şehrin fazlasıyla muhkem surlarını aşıp
da fethi gerçekleştirmek o kadar da kolay değildir..
Öte yandan bizim sinemacılar için
de, doğru dürüst bir tarihi film çekebilmek hiç
kolay değildir..
Sonuçta, Fetih 1453'ün -bu
hususta da alabildiğine yokluk çeken- Türk Sineması
adına şimdiye kadar yapılmış en iyi tarihi film olduğu elbette
gerçek..
Örneğin, Cüneyt Arkın'ın 'sözde'
tarihi yapımlarının bir kaç adım önünde yer
almakta..
Ancak biraz dışardan, yâni
uluslararası açıdan bakıldığında, yaptığımız bu
tespit, bir o kadar da anlamsız kalmakta; film, oldukça
başarısız bir deneme olmaktan öteye geçememekte..
İmparator Konstantin dâhil cümle Bizans'ın ve Vatikan'daki Papa dâhil her milletten insanın Türkçe konuşturulması gibi -rahatsız edici- dil politikası; her tarafına oklar saplı olarak surlara bayrağı dikmek üzere olan Ulubatlı'nın, kendisinden en azından beş yüz metre uzaklıkta olması gereken yavuklusuyla göz göze gelebilmesi; hem Pâdişahın, hem de Bizans İmparatoru'nun, bütün direktiflerini ve önemli sözlerini, adamlarına -illâki- hep birlikte yürürken bildirmesi (Görüntü açısından görkemli olduğu düşünülüyor olmalı.); Kuyruklu Yıldız deyu, -bildiğimiz- yanarak kayan bir göktaşının gösterilmesi gibi 'kusurlu' ayrıntılar, gözümüze takılanlardan sadece bâzıları..
Bir yerden sonra sıkıcı da olmaya
başlayan upuzun süresine rağmen, konuyla doğrudan ilgili, bir
sürü gelişmeyi göstermekten çok, oyuncuları
konuşturarak anlatmaya çalışması ise, filmin en büyük
eksiği..
Bu 'sinemasal görev'in üzerine
gidileceğine, Hz. Muhammed'in -sahihliği dahi şüpheli-
"İstanbul bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne
güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır."
sözünü sırf bize aktarmak için bir Medine
sekansı ya da iki kişi arasında geçen ve bitmek
bilmeyen kılıçlı kavgalar tercih edilmiş..
Öte yandan Peygamber'in bu 'olası'
sözünü niçin biz üzerimize alınıyoruz
ki? Eğer o bunu söylediyse, Arap savaşçıları gaza
getirmek için söylemiş olmalı..
Hem bu 'gaz' olayının nasıl da işe
yaradığını filmde de görmekteyiz..
Fethin gerçekleşmesi
adına her türlü umudun kaybolduğu bir zamanda ortaya
çıkan Akşemseddin'in Sultan Mehmet üzerinde uyguladığı
'hamaset işlemi' sayesinde, savaşın seyrinin tamamen değiştiğine
ibretle şâhit oluruz..
Sultan Mehmet'ten çok -tarihteki
varlığı bile tartışmalı- Ulubatlı Hasan'a büyük
ağırlık veren, bir sürü mantık hatalarıyla dolu zayıf
senaryoya; kadın seyircileri de olaya dâhil etmek için,
zorlamayla uydurulmuş bir aşk öyküsüne sahip film,
ancak, nispeten başarılı görsel efektlerle kotarılmış
savaş sahneleriyle göz doldurabiliyor..
Yine de bu filmin en iyi şekilde
değerlendirilebilmesi için benden naçizane bir öneri
şudur ki: Her yıl 29 Mayıs'ta İstanbul surları önünde
yapılmaya çalışılan 'saçma sapan' Fetih
canlandırması yerine -hem daha masrafsız ve kolay bir çözüm
olarak- bundan böyle surlara, bu filmin görüntüleri
yansıtılsın..
Hele ki bu törenlerde
görevlendirilen, çakma mehteran bölüklerinin
takma bıyıklı 'sözde' yeniçerileri arasından,
filmdeki kadar görkemli şehit olabilen başka bir Ulubatlı
Hasan çıkması asla mümkün olamaz.. (Elbette
etkinliğin hava karardığında başlatılması önemlidir.)
Sonuç olarak, mevcut siyasi
iklimin ilgisine mazhar olabilmenin ince planları içinde
kotarılmış bir prodüksiyon olduğu apaçık olan Fetih
1453'ün devamı olarak, Ulubatlı Hasan'ın Oğlu adlı filmi -mümkünse de- 3D olarak kendilerinden bekliyorum inşâllah..
Yönetmen: Faruk Aksoy
Senaryo: Atilla Engin, İrfan Saruhan
Oyuncular: Devrim Evin, İbrahim
Çelikkol, Dilek Serbest, Recep Aktuğ
Yapım: Türkiye, 2012, 165'
4 /10
4 /10