Bir çiftlikte çalışıp
barınan ailesiyle birlikte yaşayan, on altı yaşında, kalp
hastası bir kız hastaneye kaldırıldığında, hamile olduğu
anlaşılır..
O ana kadar yaşatmak için
çırpındıkları yavrularının, evlilik dışı bir
ilişkiyle kirlendiğini öğrenen anne ve babanın 'akıl fikir
ayarı' tamamen değişecek, kızlarını bir an önce öldürmenin
plânını yapacaklardır..
"Osman ve eşi Hatice Antalya'da
bir çiftlikte işçi olarak çalışan 6 çocuk
sahibi ve muhafazakâr değerlere sahip bir karı-kocadır."
Filmin resmi tanıtımındaki bu
tanımdan -hikâyenin gidişatına bakınca- muhafazakârlığın
hiç de öyle benimsenmesi gereken bir özellik
olmadığını, hatta karşı çıkılması gerektiğini
anlıyorum da yönetmen bunu gerçekten istemiş mi, yoksa
istemeden oluşmuş yanlış bir yan ürün mü?
Veyahut ben mi çok safım?
Allah yolunda evlat -olmadı- hayvan boğazlamayı
imanın simgesi olarak benimsemiş bir inancın mensupları, kız
evladını -yeri geldiğinde- öldürmeyi emreden bir töreye
neden aykırı hareket etsin ya da karşı çıksın ki..
Kadrodaki müsait olan herkesin
hamile olduğu, rahatsız olan herkesin yerlere düşüp
bayıldığı, kafası bozulan herkesin birbirini tokatladığı
filmi, bir 'senkronize yaşam estetiği' oluşturma çabası
içinde gördüm..
O değil de biri bana lütfen
anlatsın; içinde, 'plânsız' hamile bir kadının da
olduğu Almanya ve EU plakalı bir karavanın -neredeyse- başından
sonuna kadar bu filmin içinde yer almasının esbab-ı
mucibesi nedir ki yahu?
İki adet hamile kadına, bir de 'ecnebi arkadaş' olsun diye mi?
Filmin bir türlü
oluşturamadığı gerilim unsuruna 'çakma' bir çözüm
mü?
Filmin 'yolda ve yalnız' geçen
kısımlarına renk katmak için mi?
Yoksa, "Eski model kırmızı
arabamızla bu karavanın arkasına takılır, hedefimiz olan Avrupa
Birliği'ne kadar gideriz" ya da "Yolda bunları bi güzel
sollar, hiç de onlara muhtaç olmadan, 'medeniyyet'
yolunda -kafamıza göre- takılırız" demek mi isteniyor?
Konuşmalara yapılan kötü
olduğu kadar çok da zorlama duran şive müdahalesi,
oyuncuların ağzına yakışmadığı gibi, o şiveye ve sosyal
statüye hiç uymayan sözcüklerden oluşturulmuş
diyaloglarla, bu durum daha da kulak tırmalayıcı bir hale
geliyor..
Filmin başından itibaren, insancıl tarafı belirgin, sevgi dolu, yumuşak huylu biri olarak tanıtılan babanın, bu karakterine tamamen ters tepki ve davranışlarla filme devam ettirilmesi, bu öykünün en belirgin hatası..
Oysa tam tersi çizilecek bir
baba portresi, hem bu davranışları 'normal' kılardı, hem de
-amaçlandığı gibi- adamın zamanla gerçekleşen
dönüşümü, daha dramatik hissedilirdi..
Oyuncu yönetimi o kadar kötü
ki Yeşim Ceren Bozoğlu ve Hakan Karahan gibi ustalığını çoktan
ispat etmiş isimlerin -neredeyse- acemice ve tutuk oyunları göze
batıyor..
Film, "Bir doğa kanunu olarak 'evlat sevgisi', bir yapay yasa olan 'töre'nin gücünü kırabilir mi?" sorusuna yanıt arıyor..
Gerçi pek de kararlı görünmüyor
ama, töre ya da namus cinayetlerine karşı 'sosyal sorumlu'
duruşuyla belli bir saygıyı da hak ediyor..
Ancak film -sinemasal açıdan- o
meşum 'Gerçek Kesit'le andığımız -bir nevi- televizyon
estetiğini bir türlü aşamıyor..
Öte yandan, bundan önceki
filmleriyle kıyaslayarak, yönetmenin 'kendi' sinemasını,
geliştirdiğini söylemek de mümkün..
Ateşin Düştüğü Yer
Yönetmen: İsmail Güneş
Senaryo: İsmail Güneş
Tür: Dram
Oyuncular: Hakan Karahan, Elifcan
Ongurlar, Yeşim Ceren Bozoğlu
Yapım: Türkiye, 2012, 105'
1,5 /5
1,5 /5
Önce hooop en alta inip puana bakıyorum. 1,5 sa eğer artık yazıyı bile okumuyorum. ;)
YanıtlaSilaa.. olmuyo ama öcc.. o kadar uğraşıp yazıyorum, aşkolsun..
YanıtlaSilistersen o puanları artık en üste koyayım da bundan böyle hiç yorulma ha ne dersin?