10.6.12

Bir Sonradan Gurme'nin 'Kızılırmak Havzası Gastronomi ve Yürüyüş Yolu' Notları



"Saklı kalmış güzellikleri ortaya çıkaran, unutulmaya yüz tutmuş yemekleri yaşatmayı hedefleyen ve Çorum’un aslında bir lezzet durağı olduğu iddiasını ortaya koyan Kızılırmak Havzası Çorum Gastronomi ve Yürüyüş Yolu, Kızılırmak nehrinin kılavuzluğunda trekking, bisiklet, kültür, manzaralı araç yolu ve jip safari gibi farklı konseptteki rotalarıyla, aktiviteye olduğu kadar damak tadına da önem veren doğaseverlerin hizmetine sunuluyor.
Binlerce yıllık serüveninde nice insanın kıyısında azıklarını yediği, nice kervanın sularını içtiği Kızılırmak nehrinin kültürel hafızasını günümüze taşıyan Gastronomi ve Yürüyüş Yolu ekoturizm çalışmamızın açılış şenliğinde sizi de aramızda görmekten kıvanç duyarız."

Çorum Valisi Sayın Nurullah Çakır'dan böyle bir davet aldığımda şaşırmadım desem yalan olur..

Nerden bakarsanız bakın- şu 'tuhaf ve güzel' ülkemizde, sinema yazarı ya da film eleştirmeni denildiğinde ilk akla gelen dört beş isimden biri olduğumun farkındaydım elbette; lâkin, sinema dışındaki ilgi alanlarımın, özellikle de trekking ve gastronomi tutkumun ta Çorum'lardan duyulmasına şaşmamak ne mümkün..

Görünen oydu ki elim kolum 'resmen' bağlanmıştı.. 
Bir zamanlar, tam dört ay süren askerlik hizmetinden dahi kaçmamış bir vatan evladı olarak, devletimizin bana tevcih ettiği üç günlük bu yeni göreve nasıl hayır derdim..

Neyse.. Palavrayı keselim ve gelelim, aklımda ve damağımda kaldığı kadarıyla bu leziz seyahatten notlara..


Çorum Müzesi


Birinci Gün: Leblebi Koydum Tasa Kız Annem


Cuma günü sabahtan vardığım A.H. Limanı'nda, başkentimiz Ankara'ya gitmek üzere, uygun gördüğüm bir uçağa atladım..
Koridor tarafında yerimi almış, üç kişilik koltuk sırasının cam kenarına oturmuş arkadaşın tipine bakarak, Japon olduğuna karar vermiştim.. 
Orta koltuğun boş kalmasından duyduğum memnuniyetten sırıtan suratımla tam sohbeti başlatacaktım ki sıra arkadaşımın uyuduğunu gördüm.. 
Fakir yazarınız, ilk defa uçak görmüş çocuk heyecanıyla kıpır kıpırken, daha kalkış bile yapmadan uçakta uyuyabilen bu adamdan anında nefret etmiştim.. Gün gelip de bir gün bir Japon'dan nefret edebileceğim, doğrusu hiç aklıma gelmezdi..

Kemerleri bağladıktan, Türk Hava Yolları'nın adı -nedense- İngilizce olan dergisine şöyle bir göz attıktan, ceylan gözlü hostes kızımızın -herkesin gözü önünde- özüme yönelik manalı işmarlarına yüz vermedikten ve başı öne eğik vaziyette püfleyerek horlayan Japon'un ensesine tokadı şaplatmaktan -son anda- vazgeçtikten sonra, yemek servisini bekledim..
Bu 'soğuk' servis benim için, Kızılırmak Havzası mutfağına dalmadan önce mini bir antrenman olacaktı..

Ağzımda gacır gucur sesler çıkardıktan sonra miğdeme yuvarlanan buz gibi sandviç ve berbat bir tadı olan meyveli yoğurtla, koskoca THY sınıfta kalmıştı.. Küçük bir pakette sunulan kuru üzümle bize ne ima ettiklerini ise hiç anlamadım..

Bütün bunları elbette hiç dert etmedim; ziyafetlerin en şahanesi, Kızılırmak kıyısı boyunca ve tam üç gün süreyle beni bekliyordu..


Temsili Çorum Mutfağı 


Ankara'ya hoş bulduk..
Havalimanından topladıkları davetlileri minibüslere dolduran görevlilerle birlikte Çorum'a hareket ettik.. 
Mesafe uzundu ama aldığımız müjde sevindiriciydi; Çorum'a gelmeden, Sungurlu ilçesindeki Mavi Ocak adlı dinlenme tesisinde mola verilecekti..

'Dinlenme tesisi'ni ben uydurmuş olmalıyım.. 
Oysa burası geniş bir bahçe içine konumlandırılmış otel ve restoranmış ki, doğrusu taze başladığımız etkinliğe bu iyi bir başlangıç oldu..

Bu arada, yalnız başladığım yolculuğumu -tamamen şu kahredici karizmamın etkisiyle- yeni tanıştığım, sayıları yarım düzineyi bulan, birbirinden alımlı kadın gazetecilerle birlikte sürdürüyordum.. 
Ki bu durumun, utangaç mizacım nedeniyle iyice hassaslaşan bünyemi -üç gün boyunca- epeyi bi zorladığını itiraf etmeliyim..




Mavi Ocak'ta yediğimiz en özgün yemek Tokat Kebabı'ydı..
(Bu yemeği tanıyorum tamam, ama şimdi düşünüyorum da Çorum'un bir ilçesinde bize neden Tokat Kebabı ikram edilsin.. Demek istediğim, bu yemeğin adı farklı olabilir.. Bu durum -bir gastronom olarak- tamamen benim meslek pratiğimle ilgili bir problem.. Benim için yemek, yemek yemektir.. Onun adı ve tarifi benim için hep ikinci plândadır.. İlerleyen bölümlerde de bu türden karıştırmalar olabilir, uyarayım dedim)

Dik olarak ayarlanmış bir kömür fırınına, yine ataşe paralel olarak yukarıdan aşağıya sarkıtılan şişlere takılı etlerin pişirildiği; bunun yanı sıra patlıcan, patates, biber, domates ve sarımsakların da aynı işlemden geçerek, lavaşlarla servis edildiği bu yemeğin -bana göre- en ilginç yanı, etinden ziyade, kabuğuyla falan komple közlenmiş sarımsakların tek tek kolayca soyulan tanelerinin kazanmış olduğu harika lezzet idi..

Yalnız et deyince, arada ayrıca servis edilen o yumuşacık pirzolanın tadı, her şeyi unutturacak kadar güzeldi..
Hepsinin üzerine de gayet hafif ve leziz bir baklava geldi ki, karşımda oturan -manken zarafetindeki- bir hanım gazetecimizin önündeki bir tepsi tatlının her bir dilimini çok kısa bir sürede gözden kaybetmesini izlerken, resmen dilim tutuldu..

Yemek sonrası çaylar içildikten, sigaralar da -ben hariç- tüttürüldükten sonra, tekrar yola koyulduk.. Ver elini Çorum!




Kentin tek beş yıldızlı oteli olan Anitta Otel'e yerleştirilen tüm konukları akşam, Çorum Müzesi'nde verilecek olan, 'Hititlerden günümüze Çorum mutfağı lezzetleri' kokteyli bekliyordu..

Yalnız, 'kokteyl' sözcüğündeki hafifliğe kanmamak gerek.. 
Soğuktan sıcaklara, meyvadan tatlılara, o kadar çok çeşit yiyecek ve içecek bizleri karşıladı ki belki buna 'ayaküstü ziyafet' demek daha doğru olacaktı..

Vali Bey'in de bizzat bulunduğu bir heyetin katılımı ve konuşmalarıyla başlayan kokteylin tek ve de en büyük eksiği alkollü içecekti.. 
Zaten ben de çevremdekilere, konuyla ilgili gecenin vecizesini çoktan patlatmıştım bile: 'Alkolsüz kokteyl, yoğurtsuz iskendere benzer.'

Plânlandığı üzre, önce Çorum Müzesi'nin oldukça geniş bahçesine hazırlanan kokteylin, bizler gelmeden önce başlayan yağmurla birlikte, apar topar müze içine taşındığını -sonradan- öğrendiğimizde doğrusu çok üzüldük.. 


Tarihi mangalla ilgili brifing alıyorum

Biz oraya geldiğimizde yağmur çoktan kesilmiş, izi bile kalmamıştı.. 
Mecburen müzenin -nispeten- dar mekânına sıkıştırılan böylesine görkemli kokteyli o geniş bahçede yaşayamamak, ev sahipleri kadar bizi de üzdü..

Bu arada yemekten sonra, hem ana müzeyi, hem de dışardaki ayrı bir kapıdan girişi olan Etnografya salonunu dolaştık; bahçeye kurulmuş sahnede de, halk müziğinden ve sanat musikisinden örnekler veren yerel sanatçıları zevkle izledik..

Bu güzel gece boyunca, "Çoruma gidiyorum" der demez, "Leblebi yemeye mi gidiyorsun?" şeklinde 'sözde' espri yapan o 'cahil' İstanbullular aklıma düşüyor, kendi kendime gülüyordum..