Memleketi olan Slovakya'nın Bratislava
kentiyle, telekızlık yaparak da olsa para kazanmaya çalıştığı
Viyana arasında -malûm işine bulaştırmadığı kız kardeşiyle
birlikte- mekik dokuyan bir genç kadını tanıtarak başlayan
film, farklı şehirlerde, farklı yaşamlar süren bir takım
insanların dünyasına daha kamera doğrultarak devam eder; ve
nihayet, başladığı yere ve de kişilere dönerek sona erer..
Bu arada, Paris, Londra, Denver ve
Phoenix gibi kentleri dolaşan yapım, 'her an sahne ve dekor
değiştiren' bir takım tesadüflerin oluşturduğu hayatın bu
özelliğini vurgulayarak, 'unutkan insan'a hatırlatma görevini
yerine getirir..
360, adının hakkını vererek bir
daire oluşturmak için, başlangıçtaki öyküye
finalde de dönüyor; ama bu durum hem içerik hem de biçimsel
bir zorlamayı da beraberinde getiriyor..
Oysa hayat denen şey, çember değil de bir çizgiden ibarettir ve o çizgi, kendi içinde hareket etmekten başka çaresi olmayan her insanı içine alabilecek kadar da geniştir..
Ne olup bitecekse, her şey orada olup
bitiyor..
Ve o çizgi, sağ kalıp da yola
devam edebilenler için hep aynı yerde duruyor ve sonsuza dek de uzanıyor..
Anlık ve derinleşmesi oldukça
zor ilişki başlangıçlarını güzelce kotaran; ancak,
daha fazlası için yetersiz kalan bir senaryoya sahip filmin
-haddini aşarak- seslenmeye kalkıştığı kesimleri şöyle
bir sayayım dedim de şaştım kaldım valla..
Evliler, bekârlar, bırakıp da gidenler; içgüdülerinin zorlayıcı gücüne hemen teslim olanlar, bu güce direnenler ya da bu gücü romantik pudralarla maskeleyerek aşka dönüştürmeyi tercih edenler; ihanet edenler, ihanete aynen yanıt vermeye kalkışarak yürek yangınını soğutmaya kalkışan umarsızlar; artık alışkanlık haline gelen ilişkilerden sıkılanlar; dinsel ve toplumsal engellere takılanlar..
Evliler, bekârlar, bırakıp da gidenler; içgüdülerinin zorlayıcı gücüne hemen teslim olanlar, bu güce direnenler ya da bu gücü romantik pudralarla maskeleyerek aşka dönüştürmeyi tercih edenler; ihanet edenler, ihanete aynen yanıt vermeye kalkışarak yürek yangınını soğutmaya kalkışan umarsızlar; artık alışkanlık haline gelen ilişkilerden sıkılanlar; dinsel ve toplumsal engellere takılanlar..
Daha çok erkekler açısından
dillendirilir, ama erkek-dişi her insanın doğasına tamamen ters
hatta zararlı bir kurum olan evliliğin, çıkmazları üzerine
bir deneme de denebilir bu film için..
Evlilik 'kurumsal' olduğu için daha bi sosyal sorun gibi duruyor; ama yaşattığı kişisel trajedi açısından, evlilik dışı beraberlikleri de aynı kapsamda değerlendirebiliriz..
Her evlilik ya da birliktelik önünde
sonunda ve muhakkak bir ihanetle, bir ayrılıkla sekteye
uğrayacaktır..
Bunun sonrasında dahi sürdürülmeye
çalışılan o ilişki, tamamen ölmese de kesinlikle bir
bitkisel hayattan ibarettir..
Cidade de Deus (2002) ve Blindness
(2008) gibi iki iyi filmin yönetmeni olarak tanıdığımız
Fernando Meirelles, kadrosunu çok iyi oyuncularla oluşturduğu
bu son filminde ezeli ve ebedi bir sorunsala, kadın-erkek
ilişkilerine odaklanıyor..
Bunu yaparken alışılmıştan farklı bir yöntem izleyerek, filmi bölümlere ayırıyor ve farklı sekanslarda -bazıları diğerine geçiş yapsa da- farklı kişi ve de meselelere değiniyor..
Lâkin, değindiği her öyküyü
-çok odaklı yapısı icabı- yeterince kapsamlı işleyip
geliştiremeyince, bu da filmin en güçsüz tarafı
olarak göze batıyor..
Bu arada, yeri geldiğinde ekranı
bölümlere ayırarak ya da sahneleri birbirlerinin içine
kaydırarak yapılan montajın da, filmin durağan haline hareket
getiren doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum..
Yönetmen: Fernando Meirelles
Senaryo: Peter Morgan
Tür: Dram, duygusal
Oyuncular: Rachel Weisz, Jude Law,
Anthony Hopkins
Yapım:
İngiltere-Avusturya-Fransa-Brezilya, 2011, 110'
6,5 /10