28 yaşındaki yakışıklı milyarder Eric Packer'ın bugünkü programı oldukça 'kıldan tüyden' ve nostaljiktir: Çocukluğunda babasıyla birlikte gittiği emektar mahalle berberinde saçlarını kestirmek..
New York'un diğer ucundaki bu dükkâna
giderken, diğer günlük işlerini, lüks bir bürodan
hiçbir eksiği olmayan özel limuzininde yapabilecektir..
Ön bölümünde şoför
ve özel bir korumanın yer aldığı limuzine, Packer'ın
çeşitli işler için çağırdığı insanların
biri biner, diğeri iner; ama bana sorarsanız, onlarla görüşen,
konuşan, koklaşan, sevişen, ultrason ve hatta tam kapsamlı
'rektal tuşe' dahi yaptıran bu genç ama tuhaf adamın
gittiği yol, yol değildir..
Kente gelen Başkan'ın ana caddeleri
kapattıran konvoyu, kızgın kalabalıkların katıldığı
'anti-kapitalist' bir gösteri yürüyüşü ve
Müslüman bir rap yıldızının cenaze alayı gibi engeller
trafiği felç ederken, Eric'in limuzini terk ettiği de olur;
yemek yemek, karısını görmek ve -karısı hariç- yine
sevişmek için..
Bu arada, yatırım yaptığı Yuan'ın
piyasadaki hareketlenmeler sonucunda ve bir kaç saat içinde
-neredeyse servetini sıfırlamaya yakın- çok büyük
paralar kaybettiğini ekranlardan takip eden kahramanımız, bu
durumdan pek de etkilenmiş gibi görünmez..
Zaten, duyarlılığı minimum seviyelerde dolaşan bu adamı şu hayatta etkileyebilecek hiçbir şey yok gibidir..
Ve hava kararmaya başlamışken halâ
yolda olan limuzin ve de içindeki 'asimetrik prostatlı' Eric,
berbere mi, yoksa cehennemin dibine mi gitmektedir?!
Cosmopolis, benim de favori yönetmenlerimden biri olan ve A Dangerous Method'la geçen yıl hayal kırıklığı yaşatan Cronenberg'in -en azından- yeniden köklerine dönüşünü müjdeliyor..
Yönetmen, kendi sinemasına
mükemmelen uyum sağlayacak bir içeriğe sahip romanı
yine bulmuş ve bunu uygularken hem edebi dil, hem de sinema dili
açısından en iyi yaptığı şeyi yaparak, 'rahatsız edici'
olmayı başarmış..
'Edebiyatta postmodernizm' denildiğinde
ilk akla gelen yazarlardan olan Don DeLillo'nun romanından
Cronenberg’in uyarladığı senaryo, pek güçlü,
kapsama alanı geniş ve derin diyaloglar içeriyor..
Çoğunlukla da 'iletişimsiz
diyaloglar'..
Bu duruma ayrıca eklemlenen, David Cronenberg usulü kadrajlanmış sahnelerle film, adeta bir şiire dönüşüyor; hem de uzun, gizemli bir karabasana eşlik eden bir 'nihilist şiir'..
Metindeki bu edebi sertlik, -bilinçli
olarak yaratılan- bunaltıcı ve gergin atmosfer, konuşmaların
içine yerleştirilen absürt cümleler ve de
tavırlarla yumuşatılırken, bu durum seyircinin de soluklanmasını
sağlıyor..
Filmin hemen tüm yükünü
taşıyan Robert Pattinson, 'gündüz caddelerde gururla
uzayan limuzinlerin, geceyi nerede ve nasıl geçirdiğini
merak eden' bir acayip adamı canlandırırken, kendinden pek de
umulmayacak bir performansla, zorlu bir işin altından kalkıyor..
Crononberg, 'Alacakaranlık Efsanesi'nin romantik vampiri' olarak, kendisine hep bıyık altından gülünerek yaklaşılan bu oyuncuyu öyle bir yükseğe taşımış ki bu iyiliği insana babası bile yapmaz..
Belki de her anlamda krizlerle yoğrulan
ABD'nin bir metaforundan ibaretti o limuzin ve Mr. Packer..
Terörün hemen kapısının
önünde beklediği, kendisine yönelik protestoların
ayyuka çıktığı, ölmeyi ve öldürmeyi ulusal
spordan sayan, en sadık dostunu, partnerini bile gözünü
kırpmadan gözden çıkarabilen, kendisinden başkasını
tanımayan, narsist ve paranoyak bir ABD..
Yönetmen: David Crononberg
Senaryo: Don DeLillo (kitap), David
Crononberg
Tür: Dram
Oyuncular: Robert Pattinson, Juliette
Binoche, Sarah Gadon
Yapım: Fransa-Kanada-Portekiz-İtalya,
2012, 108′
8 /10