5.12.12

Flight / Uçuş



Paramount Pictures’ın dram-gerilim türündeki “Uçuş (Flight)” filminde, Denzel Washington, uçuş sırasında meydana gelen bir felaket sonrasında mecburi iniş yaparak uçaktaki hemen hemen herkesi kurtaran, deneyimli pilot Kaptan Whip Whitaker’ı canlandırıyor.
Whip, olayın ardından kahraman ilan ediliyor ama zamanla o uçakta aslında neler olduğuna dair cevaptan ziyade daha çok soru gün yüzüne çıkıyor.

Paramount Pictures sunar: “Uçuş”.
Filmin yönetmeni Robert Zemeckis.
Yapımcılar Parkes/MacDonald Production’dan Walter F. Parkes ve Laurie MacDonald ile ImageMovers’tan Robert Zemeckis, Steve Starkey ve Jack Rapke.
Sorumlu yapımcı Cherylanne Martin.
Özgün senaryo John Hatins.
Görüntü yönetmeni Don Burgess, ASC.
Yapım tasarımcısı Nelson Coates.
Görsel Efekt Süpervizörü Kevin Baillie.
Kurgu, Jeremiah O’Discroll.
Oyuncular; Denzel Washington, Don Cheadle, Kelly Reilly, John Goodman, Bruce Greenwood, Melissa Leo, Brian Geraghty, Tamara Tunie, Nadine Velazquez ve James Badge Dale.


“Uçuş” filmiyle Oscar® ödüllü Denzel Washington ve yönetmen Robert Zemeckis ilk kez bir araya geliyor.
“Uçuş” bir Paramount Pictures filmidir.

Tam Sinopsis

Sonbahar ortalarında bir sabah, SouthJet 227 Orlando, Florida’dan sıradan bir yolculuk için yola çıkar. Yolcu uçağının kaptan pilotu, Whip Whitaker’dır. Yanında da hoş görünümlü yardımcı pilotu ve ikinci kaptanı, her yönüyle Whip’in zıddı olan Ken Evans vardır. Uçak, şiddetli bir fırtınadan geçmeye çalışırken beklenenden daha şiddetli bir türbülansa girer. İşler de tam o noktada ters gitmeye başlar. Pilot, açıklanamayan mekanik arızalarla karşı karşıya kalır. Uçak, sallanıp sarsılmaya başlar. Bu arızalar arttıkça uçak, aşağı doğru spiral bir şekilde düşmeye başlar ve pilot, uçağın hâkimiyetini kaybetmek üzereyken Whip, uçağın tekrar irtifa kazanması için uçağa ekseni etrafında tam bir devir yaptırmaya karar verir. Yani uçağı düzeltip yere indirmek için, 50 tonluk uçağı motorsuz olarak uçuracaktır. Havaalanına varamayacak olan pilot, yerden birkaç yüz metre yükseklikte uçurduğu uçağı, iniş yapabileceğini düşündüğü bir kilisenin yanındaki araziye doğru sürer. Saatte 225 kilometre hızla giderken, uçağı ters çevirir ve indirir. Darbe çok şiddetli olsa da Whip, inanılmaz bir şekilde 102 yolcudan 6’sı hariç herkesi sağ salim indirmeyi başarır.

Bu mucizevi inişten sonra medya, Whip’i kahraman ilan eder. Ama havada kalan bazı sorular vardır. Üstleri, kazanın sebebi konusunda emin değildir, özellikle de NTSB (Ulusal Taşımacılık  Emniyet Kurumu). Fakat Whip, kendisi kokpitte olmasaydı uçağın çakılacağından ve tüm yolcuların ölmüş olacağından emindir. Buna rağmen soruşturma devam eder.
İnceleme devam ederken Whip de kendi sorunlarıyla uğraşır. Yaptıkları sayesinde yolcuları kurtardığından emin olan Whip, sorunlarının çok da sıra dışı olmadığını ve kazaya etki etmediklerini düşünmektedir. Etrafını eski ve yeni destekçiler sarar. Davasını, dostu ve sendika temsilcisi Charlie Anderson ile birlikte becerikli ve samimi avukat Hugh Lang üstlenir. Whip’in tuhaf arkadaşı Harling Mays de kendisine destek olur. Bu sırada Whip, kafa dengi bir arkadaş da bulur: Nicole. Talihsiz fotoğrafçı ve eski bir madde bağımlısı olan Nicole, Whip’in tam da ihtiyacı olan şeydir.
“Uçuş”, bir adamın inanılmaz ve kahramanca başarısının ve kendini savunma süreci esnasında cesareti keşfedişinin anlatıldığı yürekleri parçalayan bir hikaye...

Uçuş  Yolu

1999’da, senarist ve eski oyuncu John Gatins, ordu temalı bir filmin teknik danışmanlığını yapmış ve çoğunluğu donanma pilotu olan başka teknik danışmanlarla çok zaman geçirmiştir. Birbirleriyle, bu uçakları azgın denizlerdeki gemilere indirmek için neler yapmak zorunda kaldıklarına dair aklın hayalin almayacağı hikâyeler paylaşmış. Uçmayı hem çok seven hem de çok korkan yazarın hayal gücünü bu hikâyeler harekete geçirmiş. Böylece “Uçuş”u beyazperdeye taşıyan 12 yıllık yolculuk başladı. “Uçuş”ta ele alınan asıl dramatik çelişki, Whip Whitaker’ın kendine karşı dürüst olamayışı. Kişisel çöküşü ivme kazansa da o, inkâr içinde. Gatins şöyle diyor: “Uçuş” kendi şeytanlarıyla mücadele veren bir adamın karakter incelemesi. İşte geçirmesi gereken sıradan bir günün, uçakta yaşanan felaketlere yol açan bir dizi talihsiz olaylara dönüşmesini anlatıyor. O noktadan da Whitaker açısından hem kişisel hem de mesleki daha büyük bir hikâye meydana çıkıyor. O dünya ortaya çıktıkça da, olayların merkezindeki adamın çözülüşünü izliyoruz.”
Gatins, kapsamlı bir şekilde gerçek uçak kazalarını araştırmış. O zaman, kahraman pilot Sully Sullenberg’in US Airways’le yaptığı “Hudson’a Mucize İniş”e daha 10 yıl vardı. Ama NTSB’nin (Ulusal Taşımacılık Emniyet Kurumu) yardımıyla ve pilotlarla yapılan röportajlarla Gatins, sonunda “Uçuş” filmine dönüştürülen 35 sayfalık bir taslak çıkardı. Film, kendinden de bir şeyler katınca sadece bir felaket filmi olmaktan çıktı.
Gatins şöyle diyor: “Özel hayatımın bir kısmı senaryonun içinde kendine yer buldu. Bana göre, hayatım boyunca yaşamış olduğum sorunlarımı incelediğim ve hayatımda çok büyük bir yeri olan bu karakterle de hangi noktada özdeşleştiğimi bulmuş olduğum bir egzersiz gibiydi.”
Parker anlatıyor: “Okuduğumda, sanki John’un ruhu koparılıp bu sayfaya dökülmüş gibi geldi. Her aşaması  büyüleyici ve yürek parçalayıcı olan sıra dışı bir hikâyeydi. Denzel bu karakteri çok iyi canlandırdı. Karakter, içten içe çok hassas olan ama dışarıdan bakınca tam bir kahraman olarak görünen bir karakter. Burada, hepimiz kendimizden bir şeyler bulabiliriz. Nihayetinde, kendisiyle yüzleşen birinin hikâyesi.”
MacDonald, senaryoyu ilk okuduklarında Gatins’in onu henüz bitirmemiş olsa da hikâyenin buna rağmen kendilerini etkilediğini ekliyor.
Parker’sa şöyle diyor: “O zamanlar ilk taslak henüz tamamlanmamıştı ama içinde barındırdığı potansiyel çok hoşuma gitmişti. Karmaşık, ahlaki açıdan çok da temiz olmayan karakterler vardı. Başta bir mahkeme gerilimi gibi görünse de konu ilerledikçe anlıyorsunuz ki Whip, bu davayı kazanırsa büyük bir çöküş yaşayacak. Kim olduğu gerçeğiyle yüzleşmezse daha derinden bir çöküş yaşayacak. Daha evrensel anlamda, yüzleşmek veya kabul etmek istemediğimiz şeylerde ya da kendimize veya başkalarına söylediğimiz yalanlarda kendimizi bulabiliriz. Ana karaktere neredeyse kötü bir şey olmasını isteme fikrine bayıldım. Çünkü  bu, onun kurtuluşunun başlangıcı olacak. Böyle bir hikâye anlatıldığını daha önce görmedim.”
Zemeckis’e göre “Uçuş”, kendisinin canlı  aksiyon yönetmenliğine dönüşünün bir göstergesi. Yenilikçi yönetmen geçtiğimiz 10 yıldır, hareket yakalama teknolojisini kullandığı filmler yönetti ve yapımcılığını üstlendi. Hatta Zemeckis, filmlerinde özel ve görsel efektleri hep ön plana çıkartan biri. Ama “Uçuş” dâhil, tüm filmlerinde zorlayıcı duygusal evrelerden geçen güçlü karakterler mevcut.
Zemeckis anlatıyor: “Benim ilgimi çeken karakterlerin karmaşıklığı oldu – hepsi arada olan karakterler. Tipik iyi adam veya kötü adam değiller. Filmdeki herkes bir miktar hasarlı sayılır. Filmi götüren unsur da bu.”
“İlginç olan bir başka yanı da, karakterlerin ne yapacağının, ne tepki vereceğinin bilinmemesinden kaynaklanan gerilim. Ortada bir saatli bomba ya da dünyayı yok etmek üzerine bir meteor yok. Kimse karakterlerin iki sahne arasında ne yapacağını bilmiyor. Bu kadar derinliği ve kompleksliği olan bir senaryo nadiren bulunur. Benim ilgimi çeken bu oldu. Olayların nasıl çözüleceğini, Whip’in karakterine ne olacağını görmek istedim.”
Zemeckis’in uzun zamandır beraber yapımcılık yaptığı Steve Starkey, projenin neden Zemeckis’in ilgisini çektiğini anlamış: “Bob’un paleti çok büyük olduğu için bu filmi yapmaya karar vermesi beni şaşırtmadı.” 25 yıldır ImageMovers ortağı Robert Zemeckis’le birlikte çalışan “Uçuş”un yapımcısı şunları söylüyor: “Zemeckis de aslen pilot olduğu için mesleğin gereklerini biliyor. Dolayısıyla filmin uçak sekanslarının gerçekçi ve inandırıcı olmasını istedi. Fakat uçak kazası, asıl hikâyeye geçiş için kullanılan bir araç oldu. Özünde de kendine karşı dürüst olmaya çalışan bir adamın hikâyesi yatıyor. Uçak kazası, kendini derinlemesine sorgulamasına ve karakteriyle ilgili gerçekleri keşfetmesine yol açan bir dizi olayı tetikliyor.”
Çoğu prodüksiyon programlarının aksine Zemeckis, performansların gerçekçi olması için filmi sıralı olarak çekmiş. Böylece oyuncular ve yapım ekibi, film ilerledikçe karakterleri iyice benimseyip onları geliştirme imkânı bulmuş. Bunu elde etmek için film çekimleri boyunca danışmanlık yapması ve değişikliklerle bazı olayların açığa çıkması doğrultusunda senaryoyu geliştirmesi için senarist John Gautis’i her gün sete davet etmiş.
Değişmeyen tek şey Whip olmuş. O, mükemmel bir anti kahraman. Zemeckis bunu filmin başında ortaya koyuyor.
Starkey anlatıyor: “Filmin başlangıç sahnesinde, Whip’in her türlü sıra dışı şeyi yaparak o uçağın kapısından güvenilir bir pilot olarak indiği sahnede, herkesin şoke olacağını düşünüyorum. Çok sarsıcı bir şey bu. Kimsenin beklemediği bir olayı, Bob çekimleriyle daha da görkemli bir hâle getiriyor. İşe şaşırtıcı bir mizah katıyor.”
Fakat meğer bu yürekleri hoplatan uçuş, yolculuğun başlangıcıymış. Whip Whitaker vasıtasıyla “Uçuş” ahlaki ikilemleri ele alıyor. Gatins’e göre “Whip, kendi  yüzünden düştüğü bu tehlikeli durumdan mucizevi bir pilotluk hamlesiyle kurtuluyor ve kendi kaderini kontrol etme hakkını elde ediyor. Benim için işin özü, dürüst bir hayat sürmenin değeriydi. Filmin bir unsurunun parçası olan bu kısımda seyirciyi “kamuoyu görüşü” oluşturması ve onu hem aklamaya hem de kahraman yapmaya çalışan güçlere karşı verdiği mücadeleyi izlemesi için Whip’in dünyasına davet etmek istiyoruz. Onu neyle yargılayacağız? Muhteşem pilotluğuyla mı yoksa şahsi sorunlarıyla mı?”
Yapımcı Walter Parkes, Whip’in bu çöküşünün, kendisini süper kahraman yapan sistemle çok alakası olduğunu söylüyor.
“Bir anlamda tuhaf bir şekilde alıştığımız her şeyi tepetaklak ediyor. Whip, her şeyi doğru yaptı – uçağı mucizevi bir şekilde indirip insanların hayatını kurtardı. Kahraman olarak kabul ediliyor ama aynı zamanda kendisi de bu olayın bir kurbanı. Nihayetinde film, birinin hayatını nasıl dürüstçe yaşayacağıyla ilgili.”

Uçak Manifestosu – Oyuncu Kadrosu

Oscar ödüllü oyuncu Denzel Washington, kullandığı  uçaktaki 102 yolcudan 96’sını kurtarmayı başaran ama son derece büyük kusurları olan kaptan pilot Whip Whitaker’ı canlandırıyor. Medyaya ve Amerikan halkına göre Whip, bir kahraman ama aslında çelişkilerle ve kötü kararlarla dolu bir hayatı var. Döneminin en saygın oyuncularından olan Washington, kariyerinde polis memurlarını, dedektifleri, avukatları, nükleer denizaltı subaylarını ve makinistleri canlandırdı. “Uçuş”la birlikte öz geçmişine bir de ticari havayolu pilotluğunu da eklemiş oldu.
Zemeckis anlatıyor: “Denzel’i izlemek çok keyifliydi. Onun performansını izlerken insan gördüklerine inanamıyor. Denzel’in dehasını, benim ‘gözlerin ardında performans’ dediğim şeyi yaptığı zaman anlıyorsunuz. Umutsuzluğunu hissettiğiniz o kadar çok sahne var ki, bunları izlemek insanın nefesini kesiyor. Günümüzdeki en iyi oyunculardan biri o. Onun bu rolü canlandırmasıyla, onunla birlikte çalışma hayalim de gerçekleşmiş oldu.”
Yapımcı Starkey de ekliyor: “Denzel’le çalıştığımız için çok şanslıyız. Karaktere girdiğinde, o rolü başkasının canlandırdığını tahayyül bile edemiyorsunuz.”
Senaryoyu ilk okuduğunda Washington, Whip Whitaker’ın karakterinin ve hikâyesinin kendisine hitap eden tüm duygusal temelleri ve karakter özelliklerini barındırdığını hemen anlamış. John Gatins şöyle diyor: “Film tam ortaya çıkmadan önce Denzel’le iki saat boyunca oturduk ve bana senaryoya olan reaksiyonunu anlattı. Onu birçok açıdan çok etkilemişti. Bana Denzel tarzı o gülümsemesiyle ‘bu çok tehlikeli bir materyal’ dedi. Çok etkilendiği belli oluyordu.”
Gatins, Washington’ın filmle şahsi bağlantısından ötürü de büyük ilgi gösterdiğini belirtiyor: “Denzel’le senaryo hakkında ilk kez oturup konuştuğumuzda hemen “oralara” gitti çünkü bir oyuncu her şeyi bilmek durumundadır. ‘Bana o hikâyeyi anlat. Tüm uçak kazaklarını araştırmışsın, filmde o uçağa neler olabileceğini biliyorsun ama ben senin kişisel hikâyeni öğrenmek istiyorum – bunu nasıl yazdın, bağımlılık açısından sen ne durumdasın’ dedi. Açık açık konuştuk. Bu anlamda inanılmaz biriydi.”
Washington, Zemeckis filme dahil olmadan çok önce senaryoyu okumuş ama Zemeckis’in de yönetmenliğini yapmayı  düşündüğünü öğrenince iyice heyecanlanmış. Şöyle diyor: “Bu film için biçilmiş kaftan olduğunu düşündüm – film benim için o noktada başlamış oldu.”
Başlarda Starkey, Washington’a Whip Whitaker karakterine hazırlanması için yapımcı olarak nasıl yardımcı  olabileceğini sormuş. Starkey anlatıyor: “Kendisi için en önemli şeyin pilotluğu öğrenmek olduğunu söyledi.” Starkey, Washington’ın bir uçuş öğretmeniyle çalışıp eğitim almak istediğini, pilot karakterinin doğal olmasını istediğini söylüyor: “Biz de ona Atlanta’da bir hoca bulduk. Simülatörde saatlerce eğitim aldı ve uçak uçurmanın inceliklerini öğrendi. Kontrol kulesiyle, yardımcı pilotuyla konuşması çok inandırıcı  geliyor. Kendisi de çok inandırıcı bir pilot oldu.”
Washington, filmin pilotları itham etmediğinin altını özellikle çiziyor:
“Filmin, havayolu şirketlerini ya da pilotları zan altında bırakmaya çalışmadığının bilinmesini istiyorum. Aslında uçmaktan ziyade, karakterimin bağımlılığıyla ilgili. Temelde, sorunları olan bir adamla alakası var. Bu bir yönetmen de, pilot da, tesisatçı da olabilir. Bağımlılık ve inkâr aynı şey. Neyse ki iyileşmek de öyle. Ama pilotluk zor bir meslek, baskısı çok olan bir meslek. Los Angeles’tan New York’a, oradan Hong Kong’a uçuyor, orada 24 saat geçiriyor, geri dönüyor ve tekrar aynı şeyleri yapıyorsunuz. Fiziksel olarak yoruluyorsunuz. Otellerde yabancılarla yapayalnızsınız. Mürettebatınız aileniz oluyor. Ama özünde bu kişi, bir otel odasında, kendi sorunlarıyla boğuşan herhangi biri de olabilir.”
Washington, Zemeckis ve Gatins, senaryoya beraberce katkıda bulunmuş, senaryoyu tartışmış, analiz etmiş ve içselleştirmiş. Bu, karakterin içini dışını anlayabilmek için son derece doğal bir süreçtir.
Zemeckis anlatıyor: “Bildiğimiz anlamda bir prova değil. Bir toplantı odasına girdik ve saatlerce sahneleri konuştuk. Aynı hareketi yaptığımızdan emin olduk. Kilit sorular sorduj, senaryoya dalıp bir replik öyle mi daha güzel olur, böyle mi daha güzel olur diye konuştuk. Bu, karakterin psikolojisine girmemize ve onun neler hissettiğini anlamamıza yardımcı oldu. Ardından Denzel gibi müthiş bir oyuncu bunların hepsini sindirip, sıra dışı bir performans sergiledi.”
Bu konuşmalar sırasında Washington, Whip’in kendisi için gerçeğe dönüşmeye başladığını söylemiş. Bu, Washington’ın sevdiği ama çok da irdelemek istemediği yaratıcı bir süreç.
Washington şöyle diyor: “John Gatins ve Bob Zemeckis bu karakteri çok iyi anlamıştı. Arada sırada bu tarz iş birlikleri işe yarar. Ama bir başka yerde aynı harika insanlarla harika bir senaryonuz olsa da işi, yüzünüze gözünüze bulaştırabilirsiniz. Bu durumda bence Bob, harika bir film ortaya koydu. Ben de bunun bir parçasıydım. Sihirli bir hap yok ama karakter çalışmamın  çoğunu, Bob ve John’la aynı odada sadece oturup senaryo üzerinde çalışarak ortaya çıkardım.”
Yapımcı Walter Parkes, Zemeckis’in yönetmenlik becerisi sayesinde, yaratıcı sürecin hem teknik hem de insani yanının altından kalkabildiğini ekliyor.
Washington anlatıyor: “Bir sahnede, desteğini takmıyor ya da bastonuyla dolaşmıyor ama diğer sahnede desteğini takmış olarak onu görüyoruz. İhtiyacı olduğunda takıyor, fiziksel problemleri olduğu için takmıyor. Kendini kurtarmaya çalışıyor. Harika bir yalancı o. İnkâr içinde ve yalanlarla kendini kurtarmaya çalışıyor.”
Whip gibi nüansları olan karmaşık bir karakter için bu paha biçilmez bir şey. Bir anlamda Whip sürekli rol yapıyor. Washington, Whip’in kendisi dâhil herkesi kandırma becerisini, Whip’in güvenilir cazibesine olduğu kadar belirli ayrıntılara da bağlıyor.
Zemeckis anlatıyor: “Oyuncunun, performansı  neye dayanarak sergilediğini asla sormam. Yönetmen olarak benim görevim o performanstan tam randıman almak, oyuncunun o an ne kadar mutlu ya da üzgün olduğunu anlamasını sağlamaktır. Oyuncunun bu duyguyu nereden aldığı, kendine bahşedilmiş bir lütuftur ve ben bunu nereden aldığını kesinlikle öğrenmek istemem.”
“Bob’un çalışmasındaki sinemasal ustalığı görüyorsunuz. Sinemacılık teknolojisinin her özelliği hakkında bilgi sahibidir. Yine de söz konusu oyuncular olduğunda onların çalışmalarını ve yaklaşımlarını korur ve onlar için her daim destekleyici ve güvenli bir ortam yaratır.”
Yıldızı parlayan İngiliz oyuncu Kelly Reilly, kendi madde bağımlılığı sorunlarıyla uğraşırken Whip’le arkadaş olan Atlanta’lı genç, güzel ve sorunlu kadın Nicole Maggen’ı canlandırıyor.
Gatins anlatıyor: “O da bir anlamda Whip’in hikâyesiyle çakışan kendine özgü bir uçak kazası geçirmiş diyebiliriz. Hastanede inanılmaz bir şekilde tanışıyorlar. İkisi de hayatlarında çok kötü bir noktadalar. Hikâyenin büyük bir kısmını da taşıyan ilişkilerinin başlangıcı bu oluyor diyebiliriz.”
Yapımcılar kapsamlı bir oyuncu arayışına girişmiş ve duygu yüklü bu rolü canlandıracak oyuncuyu bulmak için meşakkatli bir seçme süreci yaşanmış. İngiltere’de pek çok TV ve film projesinde yer alan ve son olarak Robert Downey Jr ve Jude Law’la birlikte “Sherlock Holmes” serisinde izlediğimiz Reilly de seçmelere katılmış.
Zemeckis anlatıyor: “Kelly’yi bulma hikâyemiz, o harika Hollywood hikâyelerine benzer. Rol için seçmeler yaptığımı  öğrendiğinde şans eseri Teksas’taymış. Kendini kasete alıp kast yönetmenine yollamış. Performansını görünce ‘Vay canına! Onu getirin’ dedim. Onu ‘Sherlock Holmes’ filmlerinden biliyordum ama İngiliz olduğu için ilk başta aklımıza gelmemişti. Onunla tanışmalıydım. Denzel’le birlikte okuma yaptıklarında aralarındaki kimyayı fark ettik. Denzel dâhil herkes bunu fark etti. Bilindik deneme çekimlerinden yapmadık. Sahnede varlık gösteriyordu ve Nicole’un hassasiyetini anlıyordu.Starkey şöyle diyor: “Kelly, arayışımıza son verdi. Yaptıklarıyla dikkatimizi üstüne çekti”

Parkes, onun role kritik ve hakiki bir gerçekçilik kattığını söylüyor:
 “Nicole, ilk başta Whip’in can yeleği gibi. Kendi hayatını kontrol edemeyecek olsa da Nicole’unkini kurtarabileceğini düşünüyor. Ama onu ve seyirciyi şaşırtan şey Kelly’nin dürüstçe kendi kurtuluşundan vazgeçmeyi reddediyor olması.”
Film de canlandırdığı rol de Reilly’nin çok hoşuna gitmiş ama ona göre, yaratıcı ekiple tanışmak bile onun için bir lütuf.
Reilly anlatıyor: “Birkaç haftadır senaryoya takmış durumdayım. Birçok insan böyle bir karar vermek için bayağı bir düşünür ama ben bir anda Los Angeles’a gidip Bob’la buluştum. İnanılmaz bir gündü. Çok gergindim. Gerçekten çalışmayı çok istediğim insanların olduğu bir odadaydım. Onlar filme ve karakterlere çok profesyonelce, içten ve akıllıca yaklaşıyorlardı. Bana kendimi çok rahat hissettirdiler. Çıktığımda, bu toplantının bile benim için bir lütuf olduğunu düşündüm. Bunu tecrübe etmiş olmak bile bir deneyimdi. İşi alırsam, bu da ikramiyesi olacaktı. Sonra da işi aldım!”
“Uçuş”, Reilly’nin Amerika’da çektiği ve bir Amerikalıyı canlandırdığı ilk filmi. Georgia aksanını kusursuz bir hâle getirmek için diyalekt koçuyla çalıştı. Reilly’ye asıl ilgi çekici gelen iyileşme ve günahlarından kurtulma temaları olmuş. Whip’in kaza sonrası iyileşmeye, Nicole’ün de aldığı aşırı doz sonrası kendini toparlama süreci esnasında hastanede tanışmaları, Nicole’ü iyileşme sürecinde hayat kurtaran bir yola sokuyor.
Reilly anlatıyor: “Bu hikâye hayatınızda belli zamanlarda ihtiyaç duyduğunuz insanlar ve onların sizi nasıl değiştirebildiklerini anlatıyor. Nicole, değişmeye çalışan biri ama ne yazık ki bağımlılığı var. Whip, bir anlamda onu kurtarıyor. Onu o dünyadan çekip alıyor ve ona kendini iyileştirebileceği bir yer veriyor. Nicole ardından bağımlılarla ilgili bir programa dâhil oluyor ama bunu tek başına yapamazdı. Bob, Nicole’ün aşırı dozu atlattığında hayatın ne kadar güzel olduğunu fark etmesini ve uyuşturucunun kölesi olmayı istemediğini anlamasından ilerlemek istemiş. Toparlamaya çalışırken, Whip’e de bir yandan yardımcı oluyor ama Whip hâlâ inkâr içinde. Nicole düzeldikçe, Whip’e de ayna tutuyor.”
Reilly, Whip’le tanışmadan önce Nicole’ün “yalnız ve bitik” olduğunu söylüyor.
“Onunla tanıştığımızda, bağımlı biri olarak kendi yolculuğunu yapıyor. Eroin kullanıyor. Bunun sebebini filmin ilerleyen sahnelerinde anlıyoruz.Annesi ölen, babası da alkolik olan Nicole, yanlış kararlar veriyor, kötü yollara düşüyor ve sonunda da kendini kaybediyor.”
Gatins, Nicole ve Whip için şöyle diyor: “Aynı şekilde hasar görmüş iki insan birbirlerinden hemen etkileniyor. Halbuki günlük hayatlarından birbirlerinden çok farklı insanlar: Adam pilot, kız da fotoğrafçı ama fark etmiyor. Bir anda birbirlerinin hayatlarına giriveriyorlar.”
Reilly, Denzel Washington’la çalışmanın nasıl olduğunu anlatıyor: “Ağır sıklet boks şampiyonuyla ringe çıkan boksör gibiydim. Denzel çok sağlam, zeki ve etkileyici bir oyuncu. Her sahnede karakterinin gerçekçiliğiyle beni çok etkiledi. Başından böyle kötü şeyler geçen bir karakteri bu kadar gerçekçi canlandıran birini izlemek gurur verici.
Reilly’nin karakterine hazırlanmasında kendisine Atlanta’lı sokak sanatçısı ve eski bağımlı Mitchell Riley yardım etmiş. Riley, oyuncuya eroin kullanmanın detaylarını  ve fiziksel etkilerini göstererek, ona şırınga ya da kaşık gibi uyuşturucu kullanım aletlerini tanıtmış. Çekimlerden önce birkaç  kez görüşmüşler. Riley çekimler sırasında da setteymiş.
Reilly sözlerine devam ediyor: “Bana verdiği asıl hediye şu oldu: Benimle bağımlılığı ve iyileşme sürecini anlatması oldu. Bu psikolojiyi karakterime uygulamak bana ilginç  geldi. O duygusal hapishaneden nasıl çıkılacağını karakterimde vurgulamalıydım.”
Whip Whitaker’ı uçak kazasındaki olası  bir ihmal suçlamasına karşı savunmak üzere danışmanlık yapması  için göreve getirilen savunma avukatı Hugh Lang’i ise, başarılı  oyuncu Don Cheadle canlandırıyor. Bu film, Cheadle’ın Denzel Washington’la birlikte oynadığı, 1995 yılındaki suç dram “Devil in a Blue Dress – Mavi Elbiseli Şeytan” filminden sonra tekrar bir araya geldikleri ilk film olacak.
Cheadle anlatıyor: “Meğer Kaptan Whitaker, uçuştan önce uyuşturucu almış ve sarhoşmuş. Toksikoloji raporu bu yönde çıkıyor. Ben, bununla başa çıkmanın bir yolunu bulmalı  ve Whip’in işini kaybetmemesini sağlamaya çalışmalıyım. Herkesi korumam gerekiyor.”
Çok sarsıntılı bir ilişkileri var. İki adam da diğerinden çok hoşlanmıyor ve avukat-müvekkil ilişkilerinde de birbirlerine çok az güveniyorlar.
Zemeckis anlatıyor: “Denzel’la ilişkiyi şöyle oturttuk: Whip, Hugh’yu sevmiyor ama yine de Hugh, Whip’i kurtarmak için onun yanında yer alıyor. İkisinin de duyguları karşılıklı.  İlginç ilişkileri esnasında, Whip’in psikolojisini derinlemesine görebiliyorsunuz. Hayatında böyle bir noktada bulunmasını  ve Hugh gibi birinin yardıma ihtiyaç duyması fikrini kaldıramıyor. Buralara nasıl geldiğini pek anlamıyor ama hapse girmesini engelleyecek olan da Hugh. Çok karmaşık, inanılmaz bir ilişkileri var.”
Cheadle, Zemeckis’in yönetmen olarak filmin derin anlamlarını keşfetmek, Whip’in ve her bir karakterin neler yaşadığını anlatmak istediğini hemen anlamış. Cheadle anlatıyor: “Karakterim, Whip’e yardımcı olmaya çalışıyor ama bir anlamda onun sorumluluktan kaçmasını sağlamaya çalışıyor. Esas mücadele de bu zaten: Bir savunma avukatı olarak onu korumaya çalışıyorum, o da korumanın gerçekte ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyor.”
Cheadle, Whip’in çok da sempatik bir karakter olmadığını, bilhassa Lang’i hor gördüğünü söylüyor. Bu özelliğin, Whip’in ruh hâlinin ve duygusal yolculuğunun önemli bir parçası olduğunu ve Washington’ın, Whip Whitaker’ın daha karanlık özelliklerini ortaya çıkarmaya hazır olduğunun bir göstergesi olduğunu belirtiyor.
“Böyle bir rolü canlandırması için Denzel gibi bir oyuncuyu kadroya dâhil ettiğinizde, onun severek ve isteyerek çok rahatsız edici özellikleri ortaya koymasını bekliyorsunuz. Herkes sevilmek, iyi adam olarak görülmek ister ama Whip, kendi içindeki şeytanlardan kurtulmalı ve süreç esnasında çirkin tarafını seyirciye göstermeli.”
Cheadle, son olarak Whip’in çektiği acıların sonunda günahlarından arındığını ekliyor.
“Aslında, bir insanın gerçekte kim olduğuyla yüzleşmesi anlatılıyor. Daha az göze batan özellikleri onu içine mi çekecek yoksa günün sonunda ruhani denebilecek bir huzur ve rahatlama bulma çabasına girmek için mücadele mi edecek?”
Ödüllü sinema ve televizyon oyuncusu, deneyimli John Goodman, daha önce 1998 yılında Denzel Washington’la birlikte gerilim filmi “Fallen”da oynamıştı. “Uçuş” filminde Goodman, Whip’in neşeli yakın arkadaşı, en karanlık anlarında dostunu yalnız bırakmayan Harling Mays karakterini canlandırıyor. Gatins şöyle diyor: “Harling, Whip’in dert ortağı, dostu, eğlence arkadaşı, her şeye rağmen onun büyük destekçisi. Belki de uyuşturucu satan, normal insanların “sınırda” olarak addedeceği bir hayat yaşayan biri olmasına rağmen en yakın arkadaşına karşı son derece dürüst ve onu çok seviyor. Gatins, Whip’in bu çılgın arkadaşının Whip’e çok düşkün olduğunu ve ihtiyacı olduğunda arayabileceği tek kişi olduğunu “Whip’in güvenebileceğini bildiği adam” olduğunu da sözlerine ekliyor.
Karakter, aynı zamanda seyircinin güvenmese de güleceği kesin olduğu bir karakter. Goodman, bu ince ipte yürürken kendine son derece güveniyor.
Zemeckis anlatıyor: “John Goodman’ın karakteri klasik her şeyi kolaylaştıran, filmin komik karakteri. Onun, filmin en tehlikeli karakteri olarak da düşünebilirsiniz; onun gerçek bir yanı var, komedi de buradan çıkıyor. John zaten müthiş  bir oyuncu, komedi zamanlaması harika, doğaçlama kabiliyeti inanılmaz ve karakterle ilgili olarak neler yapacağını çok iyi biliyor. Bana göre karakterin en ironik yanı insanı  kendine çekmesi, ona bir türlü doymamanız. Ama sonun da Whip’in torbacısı o. Şeytanın ta kendisi. Onu ekranda görmek için can atıyorsunuz.”
Whip ve Harling’in ilişkisi gerçek ama aynı  zamanda da birbirine bağımlı. Harling, Whip’le gerçekten ilgileniyor ama bağımlılık ve inkâr sürecini devam ettiren de o.
Washington şöyle diyor: “Birbirlerine güveniyor, birbirlerini anlıyorlar. Harling, Whip’in ihtiyacı olan ve istediği şeyleri sağlıyor ve bunu ne zaman yapacağını  biliyor. Whip’in ne kadar kötü durumda olduğunu biliyor ama onu yargılamıyor, sadece tedarik ediyor.”
Çok yönlü Kanadalı oyuncu Bruce Greenwood, Whip’in eski dostu, eski bir askeri ve ticari pilot olan, Whip’i donanmadan beri tanıyan ve şu an SouthJet 227 kaza soruşturmasında Whip’in kontağı olan Pilotlar Sendikasının atadığı temsilci Charlie Anderson’ı canlandırıyor. İkili, 2006 yılında çıkan gerilim filmi “Deja Vu”da birlikte oynamıştı.
Greenwood, Charlie ve temsil ettiği sendikanın Whip’in ünlü kahraman konumundan çok endişe etmediklerini, çünkü onların kendi işlerini korumaya çalıştıklarını  belirtiyor: “Bu, tehlikeli bir ahlaki ve etik durum. Onlar, ya çok korkunç bir şey yapmış ama bir havayolu şirketinin ayakta kalmasını sağlayıp 2000 kişinin işinden olmamasına vesile olan birini korumayı tercih edecekler ya da bu adamı feda edip onu kendi şeytanlarıyla baş başa bırakacaklar. Zorlu bir durum bu. Buna cevap vermesi kolay değil.”
Zemeckis, Charlie için filmin “sıradan adamı” diyor:
“O, gerçeği, adaleti ve doğru olanı temsil eden bir adam. Ama etrafındaki herkes çok güçlü ve yapmaya çalıştığı şeyi engellemeye çalışıyor. Halbuki onun karakteri sadece, gençliğinden beri tanıdığı iyi bir arkadaşına yardım etmek istiyor. Donanmadayken tanışıyorlar ve Charlie, Whip’in sorunlu bir uçağa verildiğini ama buna rağmen onca hayatı kurtarmış olmasını anlıyor.”
Senarist Gatins de Greenwood’un karakterinin “Whip’in eski genç hâliyle şimdiki hâli arasında köprü görevi gören adam” olduğunu ekliyor. Charlie, gençliklerinde beraber uçtukları dönemden Whip’i tanıyor. İkisi de pilot olarak havayolu sektöründe kariyer yapmış. Ve şu an kendisi sendika temsilcisi olarak Whip’e, kaza sonrasındaki olaylarda yardımcı olmaya çalışıyor. Charlie, iş vereninin Whip’i bu süreçten aklayıp çıkarmasını ve Whip’in Amerika’nın istediği gibi bir kahraman olarak kalmasını istiyor.”
Greenwood’un biraz uçak ve hatta kaza deneyimi bile olmuş.
“Dedem, eğitmendi. Ondan birkaç ders almıştım. Uçağı kaldırıp indirmişliğim yok. Kontrollü dönüşler ve alçalmalar yaptım o kadar. Küçük bir uçağa çarpıp çakıldım. Herkes kurtuldu ama şimdi uçmak bende farklı çağrışım yapıyor.”

Kalkışa Hazırlanın

“Uçuş”un çekimlerine 12 Ekim 2011’de  Atlanta, Georgia’da başlandı ve çekimler 48 gün sürdü.
Film, ticari havacılık, madde kullanımı  gibi birçok uzmanlık gerektiren konuyu ele aldığı için oyunculara ve yapım kadrosunun, hem seyircileri hem de bu dünyalarla aşina olan kişileri ikna etmek üzere yardımcı olmak için teknik danışmanlar gerekiyordu.
Starkey anlatıyor: “Bu çapta ve bu kadar detaylı  bir filmde, birçok teknik danışman gerekiyordu. Bir uçağı uçurmanın mekaniğini, belli başlı olayların zamanlamasıyla ilgili bize danışmanlık yaptı. NTSB soruşturması olduğu için NTSB teknik danışmanı getirerek, bir kaza soruşturmasını doğru şekilde aktardığımızdan emin olduk.
Filmdeki ilk uçuş danışmanlarından biri de Atlanta’lı eski Hava Kuvvetleri mensubu ve ticari havayolu pilotu, Denzel Washington ve Brian Greghty’ye simülatörde eğitim veren, uçak sekanslarında da olayları gözlemlemek için sette yerini alan Larry Goodrich’ti. Yanlarında Goodrich’le birlikte Washington ve Geraghty, Hartsfield-Jackson Uluslararası  Havaalanı’ndaki uçak simülasyonunu tamamladı. Burada, yükseklik, hız, irtifa ve performans sırasında uçak kontrolünü doğal göstermelerini sağlayacak mekanizmaların kullanımını anlamaya ve öğrenmeye çalıştılar. Goodrich anlatıyor: “Yapım ekibi, oyuncuların bir pilotun rolünün ne olduğuna dair bir fikir edinmesini, acil durumlarda neler yaptığını, sorumluluklarının ne olduğunu ve ekibin geri kalanıyla olan etkileşimini anlamasını istedi. Denzel, kaptan pilot olduğu için bir pilotun ana sorumluluklarını ve daha uçak kalkmadan sistem ve ekipmanla neler yaptığını öğrenmek istedi.” Oyuncular ilk olarak koltuklarına oturup uçuş aletleri panelini tanımaya çalıştı. Goodrich şöyle diyor: “Küçük parçalara böldük, uçuş aletlerini, motorları, kanatları, hız frenlerini, bağlantıları gözlemlemelerine izin verdik. Otomatik pilotun nasıl çalıştığını gösterdik. Bunlar bittikten sonra, bir pilotun en önemli görevinin her şeyi bir liste üzerinden idare etmesi gerektiğini anlattık.”
Simülatör, Washington’ın bir uçağı uçurmanın mekaniğini anlamasına çok yardımcı olmasının yanı  sıra çok da eğlenceli geçen bir süreç olmuş. Washington şöyle diyor: “Simülatör harikaydı. Pilotlar burada pratik yapıyor. Son derece yardımcı oldu. Harika bir işim olduğunu biliyorum. Bir filmde tren kullanıyor, diğerinde uçak uçuruyorum.”
Uçuş görevlilerini oynayan Tamara Tunie ve Nadine Velazquez de en iyi uçuş görevlisi eğitim akademilerinden birinde eğitim almış ve temel mürettebat prosedürlerini öğrenmiş.
Yapım tasarımcı Nelson Coates ve sanat departmanı  ekibi, filmin genel görsel konseptinden sorumluydu. Washington’ın ilk yönetmenlik denemesi olan “Antwone Fisher”da Washington’la birlikte çalışan Coates senaryoyu ilk okuduğunda çok heyecanlanmış. Üstelik uçaktaymış! “Muhtemelen ardından soruşturma açılan bir uçak kazasının anlatıldığı bir senaryoyu okumak için en iyi yer değil” diyor.
Coates, uçak kazasının çok zorlayıcı  olacağının farkındaymış. Kendisi anlatıyor: “Bu projenin daha da zor olan yanı, Whip Whitaker’ın aslında kim olduğuna dair bir geçmiş oluşturmak ve hayatının bu unsurlarını sağlam bir şekilde belli bir ortam ve gerçekliğe yerleştirerek, aşinalık hissi yaratmak için onu inandırıcı kılmaktı.” Coates, Whip’in ve Nicole’ün çevresinin de, hayatları gibi darmadağın olduğunu belirtiyor:
“Havayolu ve havaalanı dışında, filmde parlak ve göz alıcı bir yer yok. Tıpkı karakterimizin bazı aşamalarda yaşadığı gibi, duvarlar da dökülüyor mesela. İster odalarındaki fotoğraflar olsun, ister duvarlarındaki renkler ya da ufak çaplı bir set giydirmesi, özel ortamlarındaki her şey dikkatlice seçilmeliydi ve geçmişlerini anlatmak için çok kısa bir süremiz vardı.”
Uçak kazası, hikâyeyi harekete geçiren asıl olay olsa da Coates şöyle diyor: “Nihayetinde bu film, bir uçak kazasından ziyade yıkılmış ve yolunu kaybetmiş bir adamın günahlarından arınmasıyla ilgili. O, verdiği kararların diğer insanlar üzerindeki etkilerinin üstesinden gelmeye çalışırken biz de bu dönüşümü gösterdik. Görselliğin, onun bu günahlarından arınma sürecinin önüne geçmesini istemedik.”
Havada Türbülans – 227 Sefer Sayılı SouthJet Uçağı
Film, yürekleri ağza getiren bir sekansla açılıyor. Bir yolcu uçağının pilotu olan Kaptan Whip Whitaker, birçok uçuş  tehlikesi, ağır bir türbülans ve ciddi bir mekanik arızanın ardından uçağın kontrolünü sağlamayı başarıyor. Çok kötü  hava şartlarını başarılı bir şekilde atlatarak yola devam ederken JR-88 (filmin kurgusal uçak modeli) yolcu uçağı açıklanamayan bir şekilde hidroliğini ve kontrolünü kaybediyor ve hızla düşmeye başlıyor. Uçağın kontrolünü sağlamak için Whitaker, tecrübesine, içgüdülerine ve benzersiz becerilerine güvenerek riskli, alışılmışın dışında manevralara başvuruyor. Buna, uçağı tersine çevirmek de dâhil.
Senarist Gatins, uçaktaki bu sekansın yaptığı  araştırmalar sonucu öğrendiği gerçek bir olaya dayandığını  söylüyor.
“Danıştığım profesyonel bir pilot, bana geçmişte yaşanmış bir olaydan bahsetti. Uçağın kuyruk kanadı kopuyor ve uçağın burnu öne yatıyor. Uçağı düzeltmek için her şey deneniyor ve bir noktada uçağı çevirip ters uçuruyorlar. Uçağı indirmek için tek şanslarının stabil bir ters uçuş olduğunu biliyorlar ve ardından uçağı yere yaklaştırmaya başlıyorlar. Ardından uçağı tekrar çevirip gövde üstünde iniş yapmayı deniyorlar. Whip de filmimizde bunu yapıyor.”
Yapım öncesinde görselleri hazırlanan ve dikkatlice planlanan bu korkutucu sekans için, filmin özel ve görsel efekt ekibinin yanı sıra dublör ekipleri ve en son sinema teknolojilerini kullanan yaratıcı kamera çekimleri gerekiyordu.
Önce uçak oluşturuldu. Coates, birkaç ay boyunca Robert Zemeckis’le birlikte uçağın kimliğini oluşturmaya çalıştı. Logosundan uçaktaki dergilere, koltuk ceplerine ve benzersiz kokpitine kadar... Ekibi, mevcut birkaç uçağı modifiye etti ve filmdeki SouthJet uçağını ortaya çıkardı. Coates şöyle diyor: “Çok aşina olmasını istedik ama hikâyenin doğası ve hassas konusu itibarıyla da bize kendi üreticimiz, kendi havayolu şirketimiz lazımdı.”
Havayolu setlerinin birçoğu; kokpit, yolcu kabinleri, mutfak bölümü Atlanta’s EUE/Screen Gems’in 5. Stüdyo’sunda inşa edildi. Coates, MD-80 ve 737 serisi gibi bölgesel havayollarının kullandığı bazı uçaklardan esinlenerek filmde kullanılan uçağı yarattı. Sekansın büyük kısmında uçak, bir şişme yatağa yerleştirildi. Yüksek frekanslı sarsıcı türbülans efekti bu şekilde verildi. Ses efekti donanımlı şişme yataklarda, uçağın aşağı yukarı hareket etmesini sağlayan yaklaşık 1 metrelik, uzayıp kısalabilen yaylar yerleştirildi. Bu sırada görüntü yönetmeni Don Burgess ve ekibi, bu teknik açıdan karmaşık sahnelerde birçok kamera vinci, montaj tertibatı ve özel ekipmanlar kullandı: Technocrane, Felix Crane, Libra Head, mini montaj tertibatı, 360 yuvarlanma kafesi gibi.
Whitaker’ın uçağı 180 derece döndürüp kontrol sağlamaya çalıştığı sahnede, uçağın kabin kısmı, yapımcıların, sokaklarda satılan etlerin döndürülerek pişirildiği mekanizmaya benzettiği için “döndürme vinci” dediği bir mekanizmanın içine yerleştirildi. Bu, kabini 360 derece döndürebilen bir halka şeklindeydi. Özel tasarlanan bu vinç, uçağın 5200 kilogram ağırlığındaki bölümünü ve yolcuları kaldıracak güçte ve emniyette olmalıydı. Uçağın çelik halka ve silindirlere oturtulmasından sonra filmin özel efekt teknisyenleri uçağın bir kısmını kontrol edip, onu çevirip döndürmeyi başardı. Döndürme vinci tam boy dönüşü kaldıramayacağı için, kabin segmentleri, segment başına 25 yolcunun bulunduğu iki 14-sıralı bölümde çekildi.Ardından da görsel efekt ekibi uçağın iç kısmının bütünlüğünü oluşturdu. Ödüllü özel efekt süpervizörü ve uzun zamandır Zemeckis’in ekibinde olan Michael Lantieri şöyle diyor: “360 derece dönen vinci biz tasarladık. Bu sayede uçağın ters dönmesini, döndüğünde meydana gören her şeyi bu sayede başardık.”
Efekt süpervizörü ekibine, uçağın ağırlığını  kaldırmak üzere vinçler tasarlatmış. Kabin kısmı, üstüne bir de yolcuların ağırlığının eklendiği 3500 kilogram ağırlığındaki MD-80 uçağından esinlenilerek yapılmış. Dönen vincin tasarımı, etrafında kabin dönerken kamera vinçlerinin rahatça içeri girip çıkmaları için iki ucundan da açık olması gerekiyordu.
Ters uçak çekimlerinin yapıldığı günlerde yolcular – çoğunlukla dublörler- çekim başına yaklaşık ikişer dakikaya kadar ters çevrildi. Filmin dublör koordinatörü  Charlie  Croughwell, uçak sekanslarının çekimlerini, lunaparkta “radar” dediğimiz hızlı trenle karşılaştırıyor ve şöyle diyor: “Günde sekiz saat radara binebilecek, gün boyu ters durmayı kaldırabilecek kişiler arıyorduk.” Uçuş, Orlando-Atlanta arası kısa bir bölgesel yolculuk olsa da, dublörlerin normal insanlar gibi görünmesi çok önemliydi. En büyük zorluk, Bob Zemeckis’in, dublörlerin standart dublörler gibi görünmesini istememesiydi. Disney World’den gelmiş gibi görünen birçok farklı insan olmalıydı.”
Ters uçak sekanslarına dayanmak zorunda olan sadece profesyonel dublör personeli değildi. Croughwell, Denzel Washington’ın da buna dayandığını söyledi: “Denzel harika. Üstüne düşen her şeyi kendisi yapmak istemişti. Dublör gerektiren hareketleri başkaları yapsın istemedi. İşe bu açıdan yaklaşıyor olması çok iyi. Elbette onun açısından çok tehlikeli bir şey olacağını sezsek onunla konuşurduk ama tam bir savaşçıydı o da.”
Sıradan görünen dublör kadrosunun, günlerce süren çekimlere dayanmasını sağlamak için Croughwell ve ekibi, bazı film öncesi güvenlik testleri yaptı. “Havada güvenli bir şekilde en uzun süre ne kadar kalınabildiğini anlamak için insanlar ters hâlde sallanırken denemeler yaptık. Tüm kan insanın beynine çıkıyor. Sekiz saat boyunca bir trende oturduktan sonra, başa çıkmanız gereken bir çok dolaşım sorunu çıkıyor. Biz de bu fiziksel sorunlarla baş etmek durumunda kaldık.
Oyuncuları, dublörleri ve setleri, yerçekimine meydan okuyan pozisyonlara sokarken, kameralar ve ekipmanları  yerleştirme işi de çok hızlı halledilmesi gereken biraz alengirli bir işti. Her anlamda hazırlanmak, her zamankinden daha önemli bir hâle geldi.
Zemeckis anlatıyor: “Herkesi resmen tersten astık. Sanırım güvenlik danışmanı insanları bu şekilde bir dakika boyunca asılı tutabileceğimizi söylemişti. Biz de 60 saniye içinde çekebileceğimiz her şeyi çekip insanları tekrar eski konumlarına getiriyorduk. Sonra uçağı tekrar tersine çevirip her şeyi baştan aynı şekilde yapıyorduk. Her şey parça parça yapılmalıydı çünkü kimseye zarar vermek istemiyorduk. O sekanslar çok karmaşıktı. Kameraları nereye koyacağımızı  ve neyi aradığımızı biliyorduk. Uçağın ters döndüğü  veya dalışa geçtiği izlenimini en iyi hangi açıların vereceği konusuna gerçekten çalışmıştık. Kokpitin içinde bir kamerayla, uçağın gökyüzünden düştüğü izlenimini vermemiz gerekiyordu. Bunları heyecan verici yapabilmek için iyi bir kamera çalışması gerekir. Ve aynı zamanda insanları tepetaklak sarkıtmak.”

Uçuş  Yolu: Mekânlar

Filmin en büyük ve en göz korkutucu set parçası, 227 sefer sayılı Orlando-Atlanta SouthJet uçağının, Atlanta’nın Hartsfield-Jackson Uluslararası Havaalanının 3,2 kilometre ilerisindeki fasulye tarlasına mecburi iniş yaptığı kısımdı. Convington’daki 278. Otoyol’unda ücra bir alanda bulunan özel Green Valley Çiftliğinde yapım tasarımcısı Nelson Coates ve sanat yönetmenleri ile inşaat personelinden oluşan ekibi, bu uçuşun mecburi iniş yaptığı alanı inşa etti.
Bu mekân, aynı zamanda kazadan 10 gün sonra Whip ve avukatı Hugh Lang’in, bir iskele platformundan uçağın geri kalanını incelediği yerde. Bu mekân ve Whip’in yaşadığı  dramatik an, onun için pek çok açıdan oldukça öneli bir an.
Coates, Atlanta çok gelişmiş bir yer olduğu için kazanın meydana gelmiş olması gereken yerinyakınlarında pek de fazla boş alan olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Daha da uzak yerlere bakmamız gerekti.”
Bu kaza alanının, uçağın iniş yapabileceği bazı tarlalar ve alçalma sırasında uçağın devirebileceği bir kulesi olan, yapım tasarı ekibinin gotik tarzdaki 14 metrelik Pentecostal Kilisesi’ni dikebileceği bir yer lazımdı. Boş bir araziye, uçağın kırık dökük gövde parçalarını ve yakınlarındaki enkaza da birçok başka parçasını yerleştirdiler. Mekân sorumlusu Eric Hooge bu mecburi iniş yapılan alanı, Atlanta’nın kırsal bölgesine doğru yaptığı 56 kilometrelik yolculuk sonrası bulmuş: “Bu sayede seyirciye uçağın tepeden nasıl göründüğünü gösterme fırsatımız oldu” diyor yapımcı Steve Starkey. Starkey, kaza alanının, şu ana kadar yaptığı filmler arasındaki en büyük set parçası olduğunu belirtiyor.
Prodüksiyonun başında, bir hava ekibi bu mekânda kaza öncesi çekimleri yapmış, kurgu ve görsel efekt ekipleri de uçağın son yaklaşmasını yaptığı sekansla bu çekimleri birleştirerek mecburi iniş sahnesini tamamlamış.
Atlanta yakınındaki bir diğer mekân da Whip Whitaker’a babasın, William Whitaker Sr.’dan kalan Whitaker Çiftliğiymiş. Whitaker’ın burada Whitaker Ekin İlaçlama Şirketi varmış. Medya peşine düştükten sonra kendini kapattığı bu yer Hall’s Flying Ranch’te çekilmiş. Burası Atlanta’nın 56 kilometre güneyinde, meşhur Atlanta Yarış Pisti’nin yakınlarında, kırsal bir yerdi. Whip, hastaneden çıkınca medyanın kamp kurduğu Atlanta’daki evinde değil bu çiftlikte kalıyor.
Coates, Whip Whitaker’ın geçmiş hikâyesinin bu mekân seçiminde çok etkili olduğunu söylüyor: “Başlarda, Bob bunu bir karakter seçimi olarak düşündü. Whip’in babasının, II. Dünya Savaşı’nda savaşmış siyahi pilotlardan olması gerektiğini öngördü. Bu sayede Güney’de olacak ve Hava Kuvvetleri’ndeki görevinden yıllar sonra Atlanta dışında bir ekin ilaçlama işi olmuş olacak. Bu yüzden çimenlik bir iniş pisti veya ahır, hangar gibi bir yeri bulunan bir çiftlik evi bulmamız gerekiyordu.” Bu mekan etrafında otlakların ve ahırların bulunduğu, önceden özel uçuş derslerinin verildiği bir aile şirketi olan ve içinde küçük bir uçağın durabileceği büyüklükte ahır gibi bir hangarın bulunduğu, senaryodaki yerle paralel bir yermiş. Fakat Whitaker ailesinin evi olabilecek bir yer içinde barındırmadığı için. Coates şöyle diyor: “Atlanta civarında belli bir yerde gereken üç şeyi de bulmak zor. Bu yüzden biz de çiftlik evini inşa ettik. Verandası olacak şekilde tasarladık. Verandadayken samimi bir ortam olması için “V” şeklini verdik. Veranda, hangara ve piste bakıyordu. Coates bunun amacının, Whip’in küçüklüğünden beri uçakların, hayatının büyük bir parçası olduğunu anlatmak olduğunu söylüyor.
Zemeckis’in gerçekçi olma arzusu sebebiyle, hastane sahneleri, Atlanta’nın en eski ve en seçkin hastanesi olan, Peachwoon-Dunwoody muhitinde bulunan St. Joseph’s hastanesinin yoğun bakım ünitesinde çekildi.
Atlanta’da çekim yapmanın avantajları da olmuş. Vergi indirimleri, hikâyeye uygun ve/veya prodüksiyonun hikâyeyi anlatması için gereken mekânlar... Zemeckis, Atlanta’nın da kendini oynadığını, başka şehrin yerine geçmediğini söylüyor.
“Filmin tamamen Atlanta’da geçtiği hissediliyor. Oraya gidip, orayı New York’a benzetmeye çalışmadık. Filmi burada kurguladık çünkü burası, havayolu kültürü olan Amerikan şehirlerinden biri ve bu film için en uygun  Amerikan şehri gibi geldi.”
Burası aynı zamanda “İncil Kemeri – Bible Belt” denilen muhafazakâr bölgede yer alan bir belediye olduğu için, Pentecostal Kilisesi’nin yanında bir yere mecburi iniş yapılması, Zemeckis’in ironi anlayışına çok uygun düşmüş.
Sonuç olarak “Uçuş”, Zemeckis’in birkaç  mihenk taşını bir arada bulunduruyor. Gelişmiş film teknolojisi, hayatlarını değiştiren yolculuklara çıkan zorlayıcı karakterler, iyileşme ve keşfetme temalar veya Zemeckis’in tabiriyle: “Ben şöyle düşünüyorum: Francois Truffaut’nun çok sevdiğim bir lafı vardır. İyi bir film, gerçek ve görüntünün mükemmel harmanıdır der. Bu iki özelliği içinde barındıran bir senaryosu olan filmler beni cezp eder. Bence “Uçuş” da bu filmlerden biri. Umut ve kurtuluşu anlatan, dramatik ve yoğun özellikleri bünyesinde barındıran bir insan hikâyesi. Bence filmler de tamamen bundan ibarettir.