21.3.13

Jîn :: Kaç Jîn Kaç!.



Daha o küçücükken gözaltına alınmış ve akıbetinden bir daha da haber alınamamış babasının yokluk acısını yüreğinde büyüten ve de bu acıyı, intikam ateşini harlayan bir yakıt gibi kullanan bir kız çocuğunun hüzünlü öyküsüdür bu dostlar..
Şikayetini hangi kadıya yapacağımızı bilemediğimiz bir lanet suçun maşası gibi göründüğü kuşkusuzdur; lâkin, tam anlamıyla da bir kurbandır o..

17 yaşında -vahşi güzelliği ayrı da- başına şöyle bi tutturduğu kırmızı yemenisiyle diğer PKK'lı arkadaşlarından hemen ayrılan Jîn, kim bilir kaç yaşında çıktığı, kim bilir kaç zamandır 'ölümle' savaştığı dağlardan, gayrı inmeyi kafaya koymuştur..

Bir gece fırsat bulduğu bir anda, grubunu arkada bırakarak kaçar ha kaçar..

Ayağında Mekap ayakkabısı, sırtına astığı neredeyse boyu kadar tüfeğiyle -belli ki avucunun içi gibi bildiği- dağlardan, pek de bilemediği yerleşim yerlerine doğru ilerlerken, hem kendi örgüt elemanlarından, hem de bölgeyi havadan ve karadan sürekli denetleyerek bombalayan askerden korunmak zorundadır..




Tıpkı kaçarken karşılaştığı, tıpkı kendisi gibi -aynı savaşın ölümcül gürültüsünden- korkup da bir kuytuya sinen o vahşi hayvanlar gibi..

Arada bir telefonla aradığı anasını belli ki çok özlemiştir; ama onun amacı, İzmir'deki akrabalarının yanına giderek, bulunduğu yerden mümkün olduğu kadar uzaklaşmaktır..

Jîn, vahşi doğadan ve savaştan uzaklaştıkça, 'gerçek hayat'la tanışacaktır..
Bu kez de, olaya tamamıyla hakim 'erkek dünyası', kadın olmasının her türlü hesabını kesmeye hazır, onu beklemektedir..
Üstelik, 'terörist' geçmişi sırtında ve kimlik'siz olarak, şurdan şuraya yol alması ise hepten imkânsızdır..





Halkların Barış Türküsü

Jîn, savaştığı dağdan inmek, silah bırakmak ve hayata karışmak istedikçe engeller çıkar önüne, geldiği yere iterler onu..
Adeta birileri, "Neden savaşı bırakıyorsun ki.. Dağlar senin meskenin, ne işin var burada," demektedir..
Bu belli ki, 'Tüm taraflar gerçekten istemedikçe ve tam bir anlaşmaya varmadıkça bu savaş bitmeyecektir,' mealindeki bir ülke gerçeğinin alegorisidir..

Yaptığı her filmle mükemmeli yakalamayı bilmiş nadir yönetmenlerden Reha Erdem, bu geleneği yine bozmuyor ve -şu sıralar çözümüne uğraşılan- malum meseleyi, senaristlik, yönetmenlik ve de montaj yeteneklerini kullanarak, şahane bir biçimde yorumluyor..




Jîn rolüyle, Deniz Hasgüler'in baştan sona başarıyla sırtladığı filmde, yönetmenimizin ayrılmaz ikilisi olan görüntü yönetmeni Florent Herry'nin etkileyici kadrajlarını ve İzlandalı çellist-besteci Hildur İngveldardottir Gudnadottir'in bu görüntülere müthiş uyumlu müziğini zikretmezsem ayıp etmiş olurum..

Erdem'in -hiç kuşkusuz ki- haklılığın haksızlığa, değerlerin anlamsızlığa dönüştüğü bir kör dövüşünde taraftar olmayacak kadar bilinçli ve erdemli bir insan olduğunu tahmin ediyordum; ama -ne yalan söyleyeyim- yine de, oldukça güncel ve tartışmalı, fazlasıyla da politik bu mesele karşısında, sanatından ödün vererek, sinemasına hiç yakışmayacak yollara sapmasından da korkuyordum..
Çok şükür ki kolaylıkla düşülebilecek böyle bir tuzaktan tamamen uzak duran Erdem, zoru başarmış ve her sahnesinde, kesinlikle kendi özgün damgasını hissettiğimiz bir eser yaratmış..




Hayat Var (2008)'da, ebeveyn ilgisi ve sevgisinden mahrum büyüyen Hayat adlı bir kızı İstanbul'un orta yerine, Boğaz'ın kıyısındaki bir ufacık kırsalın ortasına -hemen hemen- yalnız başına yerleştiren Reha Erdem, Kosmos (2010)'dan sonra yaptığı bu filmde de yine bir kız çocuğunu alıp, koskoca bir kırsalın ortasına yapayalnız bırakıveriyor..
Tıpkı o filmde olduğu gibi, çevresinde beliren hemen herkesin -şu veya bu şekilde- istismarına açık ve savunmasız..

İçinde bulunduğu her türlü olumsuz koşullara karşın, iyi kalpliliğini, insana ve hayvana dostça yaklaşımını, kendisine çok yakışan gülümsemesini yitirmeyen Jîn, kaçtığı sürece karşılaştığı şeylere benzemeye de başlar: Adı Leyla olur, hasta nenesini ziyarete giden 'Kırmızı Başlıklı Kız' olur; aşmaya çalıştığı karanlık ormanlarda kendini yemeye kalkışan 'kurtlar'la dövüşür, bir masal kahramanına dönüşür..
Elbette, sonunun mutlu bitmesini isteyeceğiniz bir masalın kahramanına..




Orman yangınları da aynı şeyi hissettirir ya- bombardımana tutulan bir doğa parçasındaki, masum kurbanlar olduğu kadar, vahşetin de tanığı olan irili ufaklı hayvanların uğrayacakları trajik kıyım, öteden beri hep kafamı kurcalar dururdu..
Bu filmiyle hislerime -yeniden- tercüman olan ve bu dramı büyülü bir gerçekçilikle çerçeveleyen Reha Erdem'i takdir etmemek ne mümkün..
Ve Erdem sanki bu kez bizi, Kosmos'da sürekli duyurduğu o 'müphem' top seslerinin -bir nevi- kaynağına ulaştırmış gibidir de..

Dağda pusuya yatmış gerilla da, onları bulup yok etmeye yeminli asker de aynı maddi-manevi yoksunluk içinde ve sevdiklerinden uzakta, gençliklerini ölümle sınarken, kendi ana dillerine en yakışan türkülerle, içlerinden geleni haykırırlar..
Onları dinlerken bizim de içimizden bir dua geçer: Keşke tüm türküler, halkların barış türküsü olsa..






Yönetmen ve senarist: Reha Erdem
Tür: Dram
Oyuncular: Deniz Hasgüler, Onur Ünsal, Sabahattin Yakut, Yıldırım Şimşek
Yapım: Türkiye, 2012, 122'

 /10