Bu yılki festivali -pazarları hariç-
her gün 'Kadıköy-Beyoğlu-Kadıköy' seferi yaparak ve
-sadece- yirmi yedi adet film izleyerek bitirmiş bulunuyorum..
Bu hususta, pek değerli sinema
yazarı sayın A.Ulvi Uyanık'ın tavsiyelerine -işime geldiği
için tabii- uyduğumu ve skor yapmak için değil de
kendim için bir program yaptığımı belirteyim..
Bu arada beklenen de oldu tabii ve size
görmeniz için -hem de utanmadan- önerdiğim on iki filmden
de sadece beşini izleyebildim..
Sonuçta, yorgunum ve mutluyum..
Yorgunluğum yaşlılıktan!.
"Bunu biliyoruz da, mutluluğunun
kaynağı nedir?" derseniz..
Hem bir festivalin daha kuyruğuna yapışıp -şöyle
bi- havalanmak, hem de öyle fazla kötü filme
rastlamamak ve tüm yıl boyunca beynimi uyuşturan 'ticari'
filmlere, bir süreliğine de olsa ara vermek..
Bu son durum gerçekten önemli..
Süresini, kendini sıkmadan ve sadece
kendisi için kullanan, boşlukları doldurmak için
habire aksiyona abanmayan, şu kesimden şu kadar seyirci, şu
seyirciden şu kadar 'money' hesabına girmeyen bu türden filmleri
izledikten sonra beynimin adeta rahatlayıp kendine geldiğini
hissettim..
Ancaak.. Bu arada, eski cevval halimden
eser kalmadığını da, sıra bunları yazmaya geldiğinde gayet net anladım..
İzlediğim tüm filmler hakkında
-en geç ertesi gün- yazabildiğim o acayip günleri
hatırlayarak, kendi kendime şaştım..
Bu arada, izlediği her film
hakkında kısa kısa notlar karalayan, 'genç ve güzel'
sinema yazarlarını da kıskandım tabii..
Sonuçta, bu hususta fazla
yapacak bir şeyim olmadığını gördüm ve Ulusal Yarışma
ve Uluslararası Yarışma'da ilk üçe lâyık
bulduğum altı adet filmin tanıtımlarına -ben de- kısa kısa notlar
iliştirerek, durumu idare etmeye çalıştım..
Buyursunlar..
Uluslararası Yarışma
1. Parde / Perde / Closed Curtain
Yönetmen: Cafer Panahi &
Kambuzia Partovi
"Mekân, pencereleri siyah
perdelerle örtülmüş, deniz kenarında bir villa.
Burada yaşayan senarist ve köpeği, önce ısrarlı, kaçak
bir çift, sonra hırsızlar, ardından da Cafer Panahi´nin
kendisi tarafından ziyaret edilir. Hepsi tutsaktır, villanın
içinde ya da zihinlerinde."
'Film yönetmeme ve yapımcılık
yapmama' gibi -hem de üretken- bir sinema yönetmenine
verilebilecek en ağır cezaya mahkûm Cafer Panahi'den
-Kambuzia Partovi'nin yardımcılığında- sahip oldukları türlü
olanaklara karşın, doğru dürüst bir iş çıkaramayan
sinemacılara ibretlik bir ders, onun dehasına hayran
sinemaseverlere ise harika bir armağan..
Pencereleri kara perdelerle örtülü
bir yazlık villada ya da her türlü karanlığı reddeden,
ışıl ışıl bir zihnin içinde toplaşan, senarist ile
köpeği, polisten kaçan bir genç kız ile bir genç
erkek ve bizzat yönetmen Panahi'nin kendisi ve de bir kaç
kişi daha..
"Eğer zekiyseniz, İran’da film
çekmenin bir yolunu bulabilirsiniz," diyen yönetmen,
ev içinden çıkmayan, en fazla, pencere demirlerinin
arasından dışarıya bakabilen 'kısıtlı' bir kamerayla filmini
oluştururken, -filmin 'sanal' yapısını, 'gerçek'le bozmak
da dahil- kendine has sanatsal yöntemleri zekice kullanarak
mükemmel bir iş ortaya koyuyor..
Yeterince politik, alabildiğine de
insancıl ve hayvancıl..
2. Boven is het stil / Her Şey O Kadar
Sessiz Ki / It's All So Quiet
Yönetmen: Nanouk Leopold
"Elli beş yaşındaki Helmer, bir
gün yaşadıkları çiftlik evinde yatalak babasının
yatağını üst kata taşır. Oğlunu hâlâ
başarısızlıkla özdeşleştiren yaşlı babanın sağlığı
gitgide kötülemekte, her ikisi de yaklaşan ölümü
hissetmektedir."
Çevresindeki birkaç
kişilik dünyasında bile asosyal kalabilmiş bir adam, tüm
sıkılmışlığına ve sıkışmışlığına karşın, aksi yönde
bir çaba içine girecek gibi de görünmemektedir..
Peki, bir zamanlar ölen kardeşine çok daha değer
verdiği anlaşılan babasının çok yakınında gezinen ölüm
gerçekleştiğinde bir şeyler değişecek midir?.
Sanmıyorum..
Yoksa -toplumun tercih etmediği-
cinsel tercihi midir, onu böyle hayattan soğutan?.
Bir ihtimâl..
Oysa bu tercih konusunda hiç de
yalnız değildir ki..
Helmer'in özel durumuna ek olarak,
onu canlandıran Jeroen Willems'in geçen Aralık ayında
hayatını kaybettiğini öğrenince, hüznümüzü
ikiye katlayan film, sürekli sorular sorarak ilerleyen,
kendimizce verdiğimiz cevaplar konusunda sağlama yapmamıza dahi izin
vermeyen bir yapıya sahip..
Olağanüstü hiçbir
şeyin gerçekleşmediği, olağan şeylerin de yatağında
usulca akan bir dere gibi olup bittiği, adına yaraşır sessizliği
sürekli korumaya yeminli, mükemmel bir minimal sinema
örneği..
3. Nairobi Half Life / Yarım Kalan
Hayat
Yönetmen: Tosh Gitonga
"Mwas, oyuncu olma hayalleriyle,
Kenya´daki küçük bir köyden, 'altın
fırsatlar şehri' Nairobi´ye gelir. Kimseyi tanımadığı
büyük şehirde bir başına kalan Mwas, hayallerinin
peşinden giderken hızlıca suç dolu bir dünyanın içine
çekilecektir."
Doğduğundan beri hep kendisine kazık
atmış, halâ da atmaya devam eden 'kalleş' bir hayata rağmen,
iyimserliğini ve gülümsemesini asla yitirmeyen, Kenyalı
genç bir oğlanın, çarpıcılığı şedit öyküsü..
Hayalleri önde, kendisi hemen arkasında, 'fukara' köyünden,
'taşı toprağı altın' Nairobi´ye varan bu oğlanı, o
meşhur 'köyden indim şehre' olgusu, bir yandan şaşkaloza
çevirirken, öte yandan bir olgunlaşma da yaratacaktır tabii..
Kenya´nın Oscar adayı olan
film, bazı yerlerde sırıtan, amatörce naifliğine karşın,
hemen her çeşit insani duyguyu içeren çok geniş
paletiyle oluşturduğu etkileyici atmosferiyle de bir ustalık
gösterisi sunuyor..
Suç ve pisliğin diz boyunu aşıp
boğaz seviyesine geldiği bir yeraltı dünyasıyla haşır
neşirken, bir aşkı tüm masumiyetiyle hissedebilen ve de
içindeki ateşi bir an bile sönmeyen oyunculuk
sevdasıyla, birbirine tamamen zıt iki dünyayı aynı anda
yaşayan bir gencin bu inanılmaz öyküsü, gerçek
ile tiyatro oyununun paralelliğinde, gayet ustaca ortaya konuyor..
Ulusal Yarışma
1. Sen Aydınlatırsın Geceyi
Yönetmen: Onur Ünlü
"Göğünde iki güneşi
olan bir kasabanın sakinlerinden olan, duvarların içinden
geçebilen Cemal´in, hayattan bir beklentisi kalmamıştır.
Nesneleri parmağıyla oynatabilen Yasemin de kendine bir çıkış
yolu ararken, zamanı durdurabilen Defne bir süre sonra işlerin
iyice karışmasına sebep olacaktır."
Onur Ünlü, kendi 'tuhaf'
kafasında yeniden yarattığı ya da kendi paralel evreninde yeniden
inşa ettiği küçük bir Anadolu kasabası dekorunda,
'endişeden ibaret' insanın varoluş sıkıntısına, ateşle
yaklaşıyor, hatta bir de üstüne defalarca şarjör
boşaltıyor..
Herkesten 'farklı' özelliklere ya
da 'özel' güçlere sahip olmanın, insanı ancak bir
yere kadar 'oyalayabileceği'ne dikkat çeken film, önünde
sonunda her insanın, kendi kadim yolculuğunda yalnız ve çaresiz
kalarak, bir çıkış yolu aramakla meşgul olacağına da
işaret ediyor..
Ne yapacağını ya da ne yapmayacağını
gayet iyi bilen, ama nasıl yapacağını sanki hemen o anda
kararlaştırmışcasına doğal ve 'kolay' bir yönetmenlik
gösterisiyle ortaya koyan Ünlü, çok belli ki
artık, yaratıcılığının zirvesinde dolaşıyor..
Absürtün, adamı gerçekten
berbat bir uçuruma düşürmesi an meselesi olan o
bıçak sırtında, duble yolda gider gibi at koşturan bu
'inanılmaz' adamdan korkulur yahu!.
2. Yozgat Blues
Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun
"Yavuz bir yandan belediyenin
açtığı müzik kursunda hocalık yapmakta, bir yandan da
AVM´lerde eski Fransızca şarkılar söylemektedir;
kurstan öğrencisi Neşe ise marketlerde ürün tanıtımı
yapmaktadır. Yavuz, aldığı bir iş teklifi üzerine Neşe´yle
birlikte Yozgat´a gider. Önceleri, bir berber kalfası
olan Sabri ve onun radyocu arkadaşının da destekleriyle programın
tanıtımı için çok uğraşsalar da yaptıkları müzik
yerli halkın pek ilgisini çekmez. Yavuz devam etmek için
Neşe´den güç alırken, Neşe´nin ilgisini
çeken başka hayatlar vardır."
Belli ki zamanında da pek başarılı
olamamış, ama yine de sevdiği ve -kendini bir milim geliştirmese
bile- iyi yaptığına inandığı işinde istikrarını koruyan,
orada bulunmaktan daha memnun olduğunu sandığımız iç
dünyasının izin verdiği ölçüde 'dışarıyla'
da ilgilenebilen bir 'tuhaf' adamın, 'hüzünlü' Yozgat
macerası..
Orta yaşı gerilerde bırakmaya
başlayan bu adamın, tek başına sürdürdüğü
hayat yolculuğuna -kendisiyle pek de uyuşmayan- dışa dönük
ve yeni heyecanlara açık karakteriyle, önüne
çıkacak fırsatları değerlendirmeye teşne genç bir kadın, eşlik etmeye başlar..
Bu türden insanların, içe
dönüklüğüyle etrafa yaydığı, 'kimseden, hiç
bi şeyden etkilenmez, sevmez, bağlanmaz' izlenimi, ne kadar da
yanıltıcıdır..
İnsana ve hayata dair duyarlı
duruşunu, gayet başarılı eserlerle ortaya koymayı sürdüren
Mahmut Fazıl Coşkun'u kutluyor ve onun ilk filmi olan Uzak
İhtimal'i yorumlarken kullandığım, 'Hayat kadar tatlı, hayat
kadar acı' tespitimi, bu film için de öyle fazla
değiştirmeden yeniliyorum: Hayat kadar neşeli, hayat kadar hüzünlü.. ya da blues..
3. Karnaval
Yönetmen: Can Kılcıoğlu
"36 yaşındaki Alis, babası onu
evden kovunca arabasında yaşamaya başlar. Sokakta tıraş olur,
annesinin arabasına getirdiği yemekleri yer, onun gazetede
işaretlediği iş ilanlarına başvurur. Sonuç alamadığı
iş görüşmelerinden sonra bir gün kendini evden eve
"Karnaval" halı yıkama makinesi pazarlarken bulur. Bir
gün, babasının düğün salonunda çalışan
Demet´le karşılaşır. Annesi öldüğünden beri
babasıyla yaşayan Demet´in en büyük hayali,
motosikletine atlayıp İstanbul´a gitmek ve orada bir pastane
açmaktır."
Binbir uğraşla büyütüp
de bu günlere getirdiği sevgili oğlunu ve sevgili işini bir
arada tutmaya, vakti geldiğinde de bu 'aile mesleği'ni, tamamen
oğluna devrederek emekli olmaya yeminli bir baba ile bu emrivakiden
sıkılmış
-beceriksizliği had safhada olduğu halde- kendi
ayakları üstünde durmanın umarsız planları içinde
tökezleyen bir oğlanın 'gizli' mücadelesi..
Ve kader, geçkince yaşına rağmen, saflığını hiç yitirmemiş
bu iyi insana gülümser gibi olacak; babasına ve onun
işine, kendisini göbekten bağlamış bir güzel kızın
kalbine girmeyi başaracaktır..
Bu ilk filmiyle tanıştığım,
senarist-yönetmen Kılcıoğlu'nun, hem -sinemamızın büyük
eksikliklerinden- 'sahici' diyaloglarla süslü, mizahı
yoğun kaleminden, hem de ustalığa -neredeyse- ramak kalmış
yönetmenliğinden çok umutlandım..
Dikkat!. Abartıyorum: Karnaval,
Türkiye'nin 'yüzde yüz yerli ve organik' ilk romantik
komedisidir..
Oyunculukların tamamı iyiydi de,
filmi alıp götüren Serdar Orçin, başka bi iyiydi..
O da değil de benim 'Gönül Oscarım', olağanüstü
bir performansla anneyi canlandıran, İpek Bilgin'e gitti..