Çocukluklarını Fransa'nın
güney-batısındaki kırsal bir bölgede idrak eden iki kız
arkadaş, karakterleri çok farklı olsa da birlikte vakit
geçirmekten büyük keyif almaktadırlar..
Thérèse, yüzü
az gülen, genelde ya kitap okuyan ya da düşünen
'marjinal' bir kızken; kitap okumayı sıkıcı bulan Anne ise,
insanlığın çoğunluğunu temsil eden güruhun has bir
temsilcisi olarak, hayatın hemen yüzeyinde -bir koyun gibi-
yaşamayı becererek mutlu olabilen biridir..
Epey bi zaman geçmiş; yıl 1926
olmuş ve artık kızlarımız da büyümüştür..
Aslında, ailelerin sahip oldukları toprakların birleştirilerek genişletilmesi amacıyla, onlar daha çocukken -ebeveynleri tarafından- karar verildiği üzre, Thérèse (Audrey Tautou) ile Anne'ın ağbisi Bernard Desqueyroux (Gilles Lellouche), 'dünya evi'ne girerek, dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaklardır..
Aslında, ailelerin sahip oldukları toprakların birleştirilerek genişletilmesi amacıyla, onlar daha çocukken -ebeveynleri tarafından- karar verildiği üzre, Thérèse (Audrey Tautou) ile Anne'ın ağbisi Bernard Desqueyroux (Gilles Lellouche), 'dünya evi'ne girerek, dünyanın kaç bucak olduğunu anlayacaklardır..
Anne (Anaïs Demoustier) da boş
durmaz, Yahudi oldukları için diğer aileler tarafından
dışlanan komşulardan birinin yakışıklı oğluna sevdalanır..
'Muhafazakâr özellikli'
dürüstlüğüne karşın, yüzeysellikte kız
kardeşiyle yarışan, tek hobisi avlanmak -üstelik bir de-
hastalık hastası olan Bernard ile -çevresinde göremediği
ama kafasında yarattığı- bambaşka dünyaların 'özgür
ruhlu' insanı Thérèse'in bu ilişkisinin pek yakında
duvara toslayacağı o kadar bellidir ki..
Desqueyroux kardeşlerin ortak kaderi
kötü yazılmış olmalı ki Anne'ın 'karşılıksız'
sevgilisi de bir başka 'özgür ruh' çıkmıştır..
'Nobran' ağbisine değilse de -resmen
yıkılan- bu kızcağıza üzülmemek elde değildir..
Ünlü Fransız yazar François
Mauriac'ın -1962'de de filme çekilen- romanını yeniden
sinemaya uyarlayan 'rahmetli' yönetmen Claude Miller, bu son
filmini, sade bir kurguyla ve bir takım 'süsleme'lerden
kaçınarak, gayet akıcı bir anlatımla kotarmayı bilmiş..
Öyle ki film bittiğinde ben,
klasik bir romanı ilk sayfasından son sayfasına kadar bir solukta
okuyarak, belli bi tatmine de ulaşmış bir ruh haliyle sinemadan ayrıldım..
Bu arada filmin, 'Bir Kadının
Gözyaşı' gibi, metinle tamamen ilgisiz ve 'edilgen', ama
ticari beklentisi yüksek bir Türkçe isimle
sinemalarımıza konuk edilmesini yadırgadığımı söylemeliyim..
İkinci Dünya Savaşı öncesinde
Avrupa'da yükselen milliyetçilik ve ırkçılık
hareketlenmelerine -derinliğine olmasa da- eleştirisini dile
getiren filmde, sosyalist bir politikacının kızı olmasına rağmen
Thérèse'in -kendi ailesini de saran- mevcut 'ataerkil'
atmosferden her kadın gibi etkilendiğini görmek, pek de
sürpriz olmuyor..
Canlandırdıkları karakterlerle,
hikâyenin ana eksenini oluşturan Audrey Tautou ve Gilles
Lellouche'un, 'sağlam' oyunculuklarla önemli katkı sunduğu
film, sürprizler içermeyen, aşırılıklara kapalı ve
bilindik bir mevzuyu, benzeri bir üslupla perdeye taşırken,
'sıkılmadan izlenebilir' bir kalite düzeyini de yakalıyor..
Muhafazakâr bir cenderenin -yani
aile ve toplumun- içine doğmuş kadınların, giderek
trajediye dönüşen dramını -hem bunun farkında olan hem
de farkında olmayan- dişi bireyler üzerinden anlatan metin
-her şeye rağmen- 'geleceğin kadını'ndan umudunu kesmemiş
gibidir..
Mümkünse eğer, biz de
kesmeyelim!.
Thérèse Desqueyroux / Bir
Kadının Gözyaşı
Yönetmen: Claude Miller
Senaryo: François Mauriac,
Claude Miller
Oyuncular: Audrey Tautou, Gilles
Lellouche, Anaïs Demoustier
Yapım: 2012, Fransa, 110'
3 / 5
yorum kimin?
YanıtlaSil