22.1.14

Inside Llewyn Davis :: Yıkılmadım kanepede yatıyorum


1961 yılı kışında, New York Manhattan'ın 'sanatçı mahallesi' Greenwich Village'deki meşhur The Gaslight Coffee'nin sahnesinde gitarını tıngırdatıp, 'Hang Me, Oh Hang Me' şarkısını adeta ruhunun derinliklerinden gelen bir sesle söylerken tanışırız Llewyn Davis'le (Oscar Isaac)..

Ve daha sonra kafenin çıkışında onu bekleyen yaşlı bir adamdan yediği temiz bir dayakla da bu folk müzisyeninin 'boktan' yaşantısına dalarız yavaşça..

Müzik piyasasına girişini ikili bir grup olarak yapan adamımız, arkadaşının intihar etmesiyle de yoluna tek başına devam etmeye çalışmakta -daha doğrusu- bu 'zalım' piyasanın bir tarafına tutunmaya çabalamaktadır..

Bu hususta pek konuşmasa da, sevgili partnerinin ani ölümünün, onu duygusal anlamda da bir hayli yıprattığı açıkça hissedilmektedir..

Aslında -mesafeli duruşu dahil- her haliyle, çevresinde 'haza bir sanatçı' rüzgarı estiren bu adam, maddi açıdan tam anlamda sefilleri oynamaktadır..




Çok daha iyilerine lâyıktır belki ama, başkalarının kanepesine yerleşirken pek de müşkülpesent değildir bu 'evsiz' arkadaşımız..

'Sanat aşığı' dostları Gorfein'lerin olur, hamile bıraktığı eski kız arkadaşı Jean'in (Carey Mulligan) ya da 'nemrut' ablasının olur; soğuktan korunabileceği bir evin, üzerinde sabahlayabileceği bir kanepesini ayarlamışsa eğer, o günü -hayırlısıyla- kurtarmış sayar..

Her şey zamanla daha da kötüye giderken, ufukta da pek bi ışık görünmemektedir maalesef..

Yine de Llewyn'in, 'yırtmak' için son bir hamlesi daha olur; müzik piyasasının önemli menajerlerinden Grossman'a müziğini dinletmeye karar verir..

Bu girişimden bir sonuç çıkarsa ne alâ; yoksa onun geçinmek için -tıpkı babası gibi- balıkçı olup denize açılmaktan başka çaresi kalmamış gibidir..





Sallapati Sistemin Kör Kompetanları


Hangisinin yazıp hangisinin yönettiğini, hangisinin yapımcılık yapıp hangisinin okuldan gelerek, "Hani bana hani bana?!" dediğini bellemeyi yıllar önce bıraktığım Ethan-Joel Coen kardeşler, western'li bir dram olan True Grit (2010) sonrasında, ünlü folk sanatçısı Dave Van Ronk'un yaşamından esinlendikleri ve altmışlı yılların müzik piyasasına eleştirel bir gözle de baktıkları bu müzikli drama ile yeni bir 'harika'ya daha imza atıyorlar..

Yarattıkları -absürte kıl payı yaklaşan- her 'tuhaf' karakter ve durumlarla, ince ama kapkara mizahını her fırsatta ortaya koymasıyla, 'müthiş' denecek ustalıkta oyuncu yönetimi ve de görüntü atmosferiyle, "Ben şahane bir Coen Biraderler eseriyim" deyu bağıran, nadide bir film bu..

Hele bir de popüler müziğin altın çağına beş kalayı işaretleyen o dönemin ve müziğinin meraklısıysanız eğer, ben hiç tutmayayım sizi..

Bir genç sanatçının hayalinde büyüttüğü ve kendi emeğiyle de yarattığı sanatında tutunma ve yükselme çabalarını ya da can havliyle çıkabildiği mütevazı bir tepeden daha da geriye düşüşünü düşünürsek -bana göre kardeşlerin en muhteşem filmi olan- Barton Fink'i hatırlamamak olanaksız..




Aynı gencin, onun için yaratıldığına inanacak kadar sevdiği ve istediği bir işi yapmasını -hem de bariz yeteneğine karşın- 'kolayca' engelleyerek körelten bir 'sallapati sistem' ve de onun 'kör kompetanları' burada da iş başındadır yani..
Yalnız bir farkla, Barton Fink'teki sinema endüstrisi ile cehennem sıcağı, burada yerini müzik piyasası ile kutup soğuğuna bırakmıştır..

Filmin bana hatırlattığı bir gerçek de şu ki- ne kadar yetenekli bir sanatçı olursa olsun, layıkıyla anlaşılamamak ya da kıymetinin bilinememesi, hep bilinen 'tarihi' bir gerçektir ve neredeyse de 'işin kuralı' gibidir..

Yine de aynı sanatçının, günlük yaşantısı içinde -sanatını icra etmesi gerekirken- üzerine üzerine gelen saçma sapan sorunlarla ve gereksiz insanlarla uğraşma zorunluluğu yok mu.. işte bu hepsinden de beter olsa gerek..




Llewyn Davis, tüm olumsuzluklara karşın kuyruğu dik tutarak kimseye müdana etmeyen, kendini asla acındırmayarak dik durabilen, fazlasıyla gururlu hatta bencil, birazcık kaba ve bir hayli de alaycı bir şahsiyettir..

Tüm bunlara karşın, kendi hayatında girdiği ve geri dahi çıkamadığı 'çıkmaz sokak'taki perişan haline, evden dışarı kaçırarak kaybolmasına neden olduğu dostunun kedisine dertlendiği kadar bile dertlenmeyen bir naifliği de vardır bu adamın..
Sanırım işte bu yüzden, başına ne bela gelirse gelsin hiç umurumuzda olmayacak gibi duran -tam anlamıyla- Coen Kardeşler'e yakışır tıynetteki bu adama belli bir sempatiyle bakabildim, hatta epey de bi üzüldüm yani..




Yine de bu durumdan -özel olarak- şüpheleniyorum dostlar..
Müziğe kabiliyeti hariç- kendisinde adeta kendimi gördüğüm bu adama duyduğum empati de bu durumu yaratmış olabilir..
Sizin de bu husustaki görüş ve duygularınız, bu 'çok mühim' duruma belli bir açıklık getirecektir diye düşünüyorum sayın seyirciler..

Filmin hemen başında yaşananlara -biraz farklı bir açıdan bakarak- finalde de aynen tanık oluruz..
Oldukça etkileyici özgünlükteki bir kurguyla kotarılmış bu 'kısır döngüsel' final, günlerce başından geçenleri izlediğimiz kahramanımızın yaşantısında pek de yol alamadığını gösterir gibidir bize..
Ya da olaya olumlu tarafından bakarsak eğer, vaziyeti ne denli olumsuz gelişirse gelişsin, müzikten kopmayı ne kadar isterse istesin, Llewyn Davis'in kaderi yine de bu dar çevrede gerçekleşecektir..
Hatta aynı kafede hemen onun peşinden sahne aldığını gördüğümüz Bob Dylan'ın dahi!.
Kim bilir..


Inside Llewyn Davis / Sen Şarkılarını Söyle

Senarist ve Yönetmenler: Ethan Coen, Joel Coen
Oyuncular: Oscar Isaac, Carey Mulligan, John Goodman, Justin Timberlake
Ülke: ABD, Fransa

Dağıtım: M3 Film
İthalat: Bir Film


 /10






2 yorum:

  1. Adsız22.1.14

    Sayın yazar, bence filme duyduğunuz bu yüksek sempati, ileri düzeydeki empati duygunuzdan kaynaklanıyor. Nedense film benim gibilere ise biraz kuru ve (çeşitli zevkli anlarına rağmen) tatsız tuzsuz geldi.
    Erkan

    YanıtlaSil
  2. Eh, o zaman ben de yüksek empati sahibi bir kişi olarak filmi çok beğendiğimi söylemeliyim :) Yazdıklarınıza çok yakın şeyler hissettim ve düşündüm bu film hakkında, baş karakterle sizinki gibi bir benzeşim kurmasam da :P Dün gece izledim ve Erkan Bey gibi kuru olduğunu hiç düşünmüyorum filmin... Yaratılan genel atmosfer, diyaloglar, bakışlar, duruşlar, filmdeki her şey (her ne kadar karakterin derinliklerine çok fazla inmese de) bir şekilde empeti kurmamızı sağlıyor. Ben Coen'lerin filmlerini çok severim, bu film de tam bir Coen Kardeşler filmiydi(sizin dediğiniz gibi) ve çok tatmin ediciydi benim açımdan. Ben çok sevdim :)

    Sevgiler :)

    YanıtlaSil