Başbakan'dan sonra- Türkiye'nin
bir numaralı iş adamı olan Güven Sarıselimoğlu'nun eşi
Münevver Hanım, geçirdiği bir trafik kazasından sonra
yattığı hastaneden taburcu olur ve özel arabası, özel
şoförü ve özel boyunluğuyla birlikte -krallara
lâyık- malikânesine geri döner..
(Yukarıdaki 'Başbakan' dokundurması,
tamamen yazarın kendi tercihidir. Söz konusu filmin tüzel
kişiliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. - Müdüriyet)
Tüm 'sevecen' söz ve
davranışlarına karşın, kocasının yüzüne bile
bakmayan, ondan adeta iğrenen bu kadın, kim bilir neler yaşamış,
sinsi görünümlü bu herifin elinden kim bilir
neler çekmiştir, sayın seyirciler..
Karısının ne yaptığını, nerelere
gittiğini, şoförü vasıtasıyla sürekli kontrol eden
Sayın Bay Sarıselimoğlu'nun (Cüneyt Uzunlar) ne mal olduğunu
anlamaya başladığımız sırada, Sayın Bayan Sarıselimoğlu da
bu bela adama ve içinde bulunduğu berbat duruma bir çare aramaktadır..
Bu 'tuhaf' adamdan, kocasını
'birazcıktan biraz fazla' korkutmasını isteyen Münevver
(Neslihan Yeldan), meğer bu anı beklermişcesine vaziyet almış
Galip'ten öyle bi teklif alır ki bunun sonucunda artık hiçbir
şey eskisi gibi kalmayacaktır..
Zengin ve Mağdur Kadının İntikamı
Cüneyt Uzunlar’ın, yine
kendisine ait tiyatro oyunundan uyarlayarak yazdığı senaryoyu
filme dönüştüren kişi, oyunculuğu ve
müzisyenliğiyle tanıdığımız Fırat Tanış..
Bu tiyatrocu senarist ile ilk filmini
çeken sinemacı yönetmenin, aynı zamanda başrolleri de
paylaştığını görüyoruz ki sırf bu sebeple bile
gerçekten ilginç bir yapımla karşı karşıyayız..
Bu ilginçliğin, filmin hem
üslubunda, hem de içeriğinde devam ettiğini görünce,
özellikle son dönem Türkiye sinemasının 'yenilikçi'
çalışmalarının yılmaz destekçisi ve
savunucularından biri olarak, kendimi gayet bahtiyar hissettiğimi
söyleyebilirim..
Oyunculuk hususunda Fırat Tanış'daki
müthiş cevherin elbette farkındaydım; ancak Cüneyt
Uzunlar'ın -benim açımdan beklenmedik- performansı
karşısında saygı duruşuna geçtim..
İyi yazılmış senaryo ve sağlam
diyalogların desteklediği oyunculuklarla 'birbirine girişen' bu
ikiliyi izlemek bir zevkti..
Bu arada Neslihan Yeldan'ı övmeyi de unutmayalım..
Üç 'ana kahraman'ın,
filmin akışı içinde birer birer belirginleşerek öne
çıkmaları, anlatımı üç -görünmeyen-
bölüme ayırırken, hikayenin monotonlaşmasını da
önlüyor..
İlk etapta tanıştığımız Münevver, Galip'le buluşarak, bu mafyöz adamı tanımamızı sağladıktan
sonra ortadan kayboluyor; daha sonra, 'Psikopat Mafyöz' Galip
ile 'Vahşi Patron' Güven'in buluştuğu ve iki adam arasında
maddi-manevi bir düelloya dönüşen son bölümde
de bu kez Güven, -hem de tüm çıplaklığıyla-
ortaya konuyor..
Patron'un karısı Münevver ile
Galip'in ilk kez karşılaştıkları günü anlatan 'araba
içi' sekans, Sinemamız'da pek rastlanmayacak nitelikte,
tuhaf bir gizemi de içinde barındıran, müthiş
gerilimli bir ortam yaratıyor..
Fırat Tanış'ın burada gösterdiği
mükemmel oyunculukla daha da güçlenen, aynı anda
hem gererken, hem de kahkaha attırabilen bu sahnenin gizemli ve
karanlık atmosferinin -umduğumun aksine- tüm filme
yayılamadığını görünce, ciddi bir hayal kırıklığı yaşamadım da değil doğrusu..
Bu kısa 'araba içi' sahnesinin
kalitesine en fazla yaklaşan ve filmin büyük bir kısmını
oluşturan 'gökdelen içi' sekansı -belki de bilinçli
bir yönetmen tercihiyle- diyalog ve hareketlerin 'gevşeme' ve
de sıradanlaşmasıyla, o ilk etkiyi yaratıp yaşatmaktan giderek
uzaklaşıyor..
Neyse ki finalde devreye giren 'son'
sürprizle, seyircinin yeniden heyecanlandığı söylenebilir..
İlk bakışta olumsuz bir beklenti
yaratan, 'sinemaya uyarlanmış tiyatro oyunu' gerçeği
-flashback sahneler dahil- yerinde ve ustaca kullanılan
'sinemasal' müdahalelerin olumlu etkisiyle herhangi bir 'hasar'
bırakmıyor..
Bu arada, Türk Sineması'nda
perdeyi ikiye ve üçe bölerek kullanmanın en iyi
örneğini ilk defa bu filmde gördüm diyebilirim..
Bundan da değerli olan şey, bu
'çarpıcı' tekniğin abartılmadan kullanılmasıydı..
Bilindiği gibi, denenen herhangi
bir değişik numaranın, istismar edilmeden elden bırakılmasına bizde pek rastlanmaz da..
İşsiz kalmanın bir insanın
psikolojik dünyasını nasıl altüst edebileceğini, hatta
onun karakterini dahi tanınmaz bi hale sokabileceğini hatırlatan
film, 'ahlâksız' sermayenin -daha birçok günahının
yanı sıra- bu konudaki vurdumduymazlığına ayrıca vurgu
yapıyor..
Zaten -son tahlilde- Karınca Kapanı,
bir nevi 'Türkiye alegorisi' de ortaya koymaya çalışan
-hafiften örtülü- bir politik film..
Hükumete büyük bir
minnet duyduğunu özellikle belirten, büyük
patronluğunun altında büyük pislikler saklayan bir
işadamını hedefi haline getiren film, vahşi kapitalizm kadar,
mevcut düzenin de karşısındadır..
Aslında bu çarpık düzenin
çarpık bir ürünü olan, ama tüm
psikopatlığına rağmen gerçeklerin gayet de farkında olan
Galip ile ona göre daha akıllı uslu biri olan ve uzun süredir
maruz kaldığı kötü muameleye nihayet isyan eden
Münevver'in işbirliği, zafere doğru ilerleyen bir kutlu
direnişin simgesi değildir de nedir allasen!.
Yalnız, ülkenin yoksul işçi
kesimine öteden beridir layık görülmüş olumsuz
tabloya dair istatistikler, bir anlığına adeta bir haber spikerine
dönüşen Galip'in ağzından sıralanmasaydı keşke..
Bu durum -tanıdığımız kadarıyla- Galip'e hiç yakışmadığı
gibi, ortama da 'gereksiz' bir 'didaktik hava' yayıyordu..
Yönetmen: Fırat Tanış
Senaryo: Cüneyt Uzunlar
Oyuncular: Fırat Tanış, Cüneyt
Uzunlar, Neslihan Yeldan
Yapım: 2014, Türkiye, 100'
3 / 5