New Line Cinema ile Village Roadshow
Pictures aksiyon yüklü afet filmi Into the Storm /
Fırtınanın İçinde'yi sunar.
Filmin yönetmenliğini Steven
Quale (“Final Destination 5”), yapımcılığını ise Todd
Garner (“Zookeeper”, “Knight and Day”) gerçekleştirdi.
Sadece birkaç saat içinde,
Silverton şehri o güne dek gördükleri en öfkeli
hortumların benzersiz saldırısıyla harabeye döner.
Tüm şehir, ani değişimler
gösteren, ölümcül siklonların insafına
kalmıştır; üstelik fırtına takipçileri, daha en
kötüsünün gelmediğini öngörmektedirler.
Çoğu insan sığınacak bir yer
ararken, bazıları hortuma doğru koşarak, bir fırtına
takipçisinin hayatta bir kez ele geçecek çekim
fırsatı için ne kadar ileri gidebileceğini sınarlar.
Filmin mmknmrtb notu:
Bir lise mezuniyet töreni; aynı liseden 'mahcup' bir gencin, bir kız öğrenciye 'ilan-ı aşk' girişimi; analarının yokluğunda iki oğlunun bir yandan ergenlikleriyle uğraşırken, öte yandan iyi bir yurttaş, aldığı maaşın hakkını veren bir memur, ilgili bir baba olmaya çalışan yakışıklı, dul bir adam ile ondan uzakta çalıştığı biricik kızının hasretiyle yanan güzel ve dul bir kadın..
Filmin asıl olayı olan, tüm haşmetiyle yaklaşmakta olan 'hortum' afetinin etkisini ve dramasını lâyıkıyla oluşturmaya niyetli bir 'blockbuster' adayının zorunlu olduğu 'insani kurgu' -yukarıda görüldüğü üzre- hazırdır..
Bu arada farkındaysanız, amatörce merakını hırslı patronluğa dönüştürmüş bir adam ile işinden olmamaya çabalayan çalışanlarından; Youtube ünlüsü olmak için yapmayacakları çılgınlık olmayan ve de her an -aptalca- ölmeleri beklenen zırtapoz gençlerden bahsetmedim bile!.
Filmin bu 'insani ve duygusal' kısmı -beklendiği üzre- pek bi etki bırakmadan üzerimizden kayıp giderken, işin 'afet ve dehşet' bölümü için 'başarılı' diyebiliriz..
Ayrıca, hortum belasının 'yerel' olma özelliği, hemen her felaketin yakasını 'küresel' yapmadan bırakmayan sürüyle 'action' yapımının o sıkıcı tekrarlarından bu filmi korumuş da diyebilirim..
2.5 / 5
Filmin baş rollerinde Richard Armitage
(“The Hobbit: An Unexpected Journey”, “The Hobbit: The
Desolation of Smaug”), Sarah Wayne Callies (TV dizisi “The
Walking Dead”), Matt Walsh (“Ted”), Alycia Debnam-Carey (“Where
the Devil Hides”), Arlen Escarpeta (“Final Destination 5”), Max
Deacon (“Hatfields & McCoys”), Nathan Kress (TV dizisi
“iCarly”), Jeremy Sumpter (“Soul Surfer”, TV programı
“Friday Night Lights”), Kyle Davis (“Friday the 13th”) ve Jon
Reep (“Harold & Kumar Escape from Guantanamo Bay”) yer
alıyor.
Quale, filmi John Swetnam’in
senaryosuna dayanarak yönetti.
Filmin yönetici yapımcıları
Richard Brener, Walter Hamada, Dave Neustadter, Mark McNair, Jeremy
Stein ve Bruce Berman.
Quale’in kamera arkası yaratıcı
ekibi “Final Destination 5”teki çalışma arkadaşlarının
çeşitli üyelerini kapsıyor: Görüntü
yönetmeni Brian Pearson, yapım tasarımcısı David R.
Sandefur, kurgu ustası Eric Sears, besteci Brian Tyler ve kostüm
tasarımcısı Kimberly Adams (kendisi “Chronicles of Narnia”
filmlerinin yardımcı kostüm tasarımcısıdır).
YAPIM HAKKINDA
Fırtınadan önce sessizlik yok…
Güçlendirilmiş Fujita
Ölçeği’nin en yüksek derecesi olan, dev bir EF5
kasırgasının ortasında, rüzgar saatte 320 km.den hızlı
esmektedir.
Böylesine bir hortumun gazabı,
yoluna çıkan her şeyi mahvedebilir —genellikle de eder.
“Size doğru gelen 3 km genişliğinde
bir hortumla karşı karşıya olduğunuzda ne yaparsınız?” diye
soruyor yönetmen Steven Quale.
“Çömelir misiniz, kaçar
mısınız, yoksa ona doğru koşar mısınız?
Farklı insanların nasıl tepki
verdiğini göstermenin, böylesine ezici bir doğa olayıyla
karşı karşıya kalınca ve kaçacak veya saklanacak bir yer
yokken kimin sorumluluk alacağını görmenin gerçekten
ilginç olacağını düşündüm.”
Into the Storm / Fırtınanın İçinde
fikri Doğa Ana en dehşet verici ve yıkıcı silahlarından birini
kuşandığında neler olabileceğini irdelemeye istekli olan yapımcı
Todd Garner’dan geldi.
Kendisi bu konuda şunları söylüyor:
“Hortumlar, en mükemmel şekillerindeyken, canavar gibidirler.
Sizi kovalıyorlarmış gibi hissedebilirsiniz; oysa izlediği yol
tamamen tesadüfidir. Los Angeles’ta deprem tehdidi altında
büyüdüm. Hiç beklenmedik zamanlarda geldikleri
için korkutucudurlar. Ama çoğu zaman başladıktan
birkaç saniye sonra biterler. Hortumlar geldiklerini belli
ederler, bu yüzden ne kadar hasar verebilecekleri kaygısını
yaşamak durumunda kalırsınız.”
Yapımcı filmi birinci şahıs
anlatımıyla sundukları, özellikle de onları kameranın
arkasına koydukları takdirde izleyicilerin daha da fazla heyecan
yaşayacağını hissettiğini belirtiyor: “Bu stilin seyirciyi
hikayeye sokmasını, adeta deneyimin bir parçası olan,
serüveni birlikte yaşayan görünmez bir karakter
hâline getirmesini seviyorum.”
Quale, Garner’ın afet filminde
birinci şahıs kamera stili konseptini harika bir eşleşme olarak
gördü: “Bir filmin gerçek zamana ne kadar yakın
olursa o kadar gerilim yaratacağını her zaman düşünmüşümdür;
belirli bir aciliyet hissi oluşur” diyor ve ekliyor: “Böyle
bir hikayede gerçekleşen tüm aksiyona baktığınızda
zor bir süreç, dolayısıyla eğlenceli bir meydan okuma
olacağını biliyordum.”
Garner fikrini senarist John Swetnam’a
götürdü; o da bunu senaryoda geliştirdi.
“Todd Garner bana birinci şahıs
bakış açısından bir hortum filmi yapma fikriyle
geldiğinde, bunu nasıl yapacağımı daha o an biliyordum. Olay
bugünün teknolojisini gerçek bir zemin oluşturmak
için kullanmak ve izleyicilerin bu fırtınaları yakından
yaşamasını sağlamaktı. Yıllarca Tennessee’de yaşadım. Hâlâ
da orada bu hortumların yıkımlarını yaşayagelen pek çok
arkadaşım var. Bu yüzden, benim kendimi yakın hissettiğim
bir şeydi ve hikayeye hakkını vermek istedim. Sonuç olarak,
amacım gerçek duygular da içeren eğlenceli bir hikaye
anlatmaktı. İnsanların sevdikleri için ne kadar ileri
gidebileceklerine, ve kenetlendiklerinde, direnip her engeli nasıl
aşabileceklerine dair ilham verici bir öykü bu” diyor
Swetnam.
“John’ın senaryosunun hoşuma
giden yanı görkemli bir afet filminden ibaret olmaması”
diyen Quale, şöyle devam ediyor: “İnandırıcı, hayatın
içinden tarzında, takip ettiğiniz, çeşitli ilginç
karakterlere sahip. Liseli bir gencin ilk kez bir kıza çıkma
teklif etme heyecanını da, gencin o huzursuz ergenlik evresindeyken
babasıyla ilişkisini de hissediyoruz. Ayrıca, filmde bu nihai
kasırga kadar değişken bir fırtınanın yolunu nasıl
belirleyeceklerine dair farklı fikirleri olan bir grup fırtına
takipçisi ve hatta, internette olabilmek için çılgınca
şeyler yaparken kendilerini kameraya kaydeden, o yöreden birkaç
genç adam da var.”
Bekar bir babayı canlandıran Richard
Armitage’ı projeye çeken şey olağanüstü
şartlarla karşı karşıya kalan sıradan bir adamı
canlandırmaktı.
“Kim olursanız olun, bence,
şehrinize doğru gelen yok edici bir dizi hortum sizi ne tür
bir insan olduğunuzu bulmaya zorluyor. Hiç hazırlıklı
olmadığı bir şekilde davranmaya mecbur kaldığı bir durumun
içine fırlatılan çok sıradan bir adamı
canlandıracak olmaktan heyecan duydum. Aklıma gelen benzetme şuydu:
Yanan bir binanın yanından geçiyorken bir çocuğun
bağırdığını duyarsanız, içeri koşup onu kurtaracak
türde bir insan mısınız, yoksa başka birinin yapması için
etrafa bakınan biri mi?”
Aktris Sarah Wayne Callies ise bu
felaket yüklü gün boyunca ilişkilerin evrimleşmesini
çok cazip bulduğunu dile getiriyor: “Sadece inanılmaz
kaotik olarak tanımlanabilecek olaylar sırasında, insanlar birer
yabancı olarak başlıyor ve sonra birlikte geçen birkaç
saatin ardından, olağanüstü yoğun ve bunaltıcı bir
duygu çeşitliliği deneyimliyorlar. Çok uzun ve çok
kötü bir deneyimin ardından, ancak bu tür bir krize
beraberce göğüs germiş insanların arasında olacak
şekilde, birbirleri için bir şey ifade etmeye başlıyorlar.
Bu, irdelemeyi çok arzu ettiğim bir şeydi.”
Yapımcılar biliyorlardı ki
izleyiciler için filmde insan ilişkilerinin dışında en
önemli öğe siklon canavarı olacaktı.
Cep telefonu kameralarının, haftanın
her günü 24 saat haber döngülerinin ve internetin
olduğu bir dünyada, bilgili seyirciler böyle bir
fırtınanın neye benzediğini biliyor olmalıydılar.
Başını görsel efektler
yapımcısı Randall Starr’ın çektiği ekip hava şartlarına
en meraklıları bile koltuklarından zıplatacak bir EF5 kategorisi
kasırgası yaratmakla görevliydi.
Quale bu konuda şunları söylüyor:
“İster şahsi gözlemlerimiz ister medya görüntüleri
sayesinde, hepimiz doğal afetlerin ne kadar yıkıcı olabileceğini
biliyoruz. Ben orta batıda büyüdüm ve hortumların
gücünden son derece haberdardım. Bu film vesilesiyle,
kontrol edilemez bu güce hakkını teslim etmek —ve
izleyicileri fırtınanın tam gözüne sokarak ne denli
nefes kesici olabileceğini göstermek— istedik.”
OYUNCU SEÇİMİ
Hayatlarının en korkuncu olacak günün
sabahında, Silverton’un genç sakinlerinden pek çoğu
en unutulmaz olaylardan birinin beklentisi içindeydiler: Lise
mezuniyeti.
Herkesin hayatında bir dönüm
noktası olan lise mezuniyeti genellikle ömür boyu akılda
kalması umulan anılar barındırır.
Bu tür anıların çoğunlukla
güzel olması beklenir, ama Silverton öğrencileri,
öğretmenleri ve ebeveynleri için böyle olmayacak.
Törende her şeyin sorunsuz
yürümesi, ağırlıklı olarak, Silverton Lisesi Müdür
Yardımcısı Gary Fuller’ın sorumluluğundadır.
Ancak, o sabah daha evinden bile
çıkamadan, hava durumu raporu onu duraklatır.
Rolü üstlenen Armitage
şunları kaydediyor: “Herhangi bir günde bile, Gary çok
meşgul biri. Müdür yardımcısı olarak öğrencilerin
destek için başvurdukları, bel bağladıkları biri olarak
okulda saygın bir konumda; ayrıca, kasaba halkının önde
gelen üyelerinden biri. Donnie ve Trey adlarında, ergenlik
çağında iki oğlu var. Anneleri öldüğü için,
onlara hem analık hem babalık yapıyor.”
Quale ise, “Richard çok
karizmatik bir aktör. Sessiz ama hükmedici bir duruşu var;
karaktere çok büyük bir içsel güç
getirdi. Canlandırdığı karakter yönetimin zirvesindeki kişi
olmadığı için çok diplomatik olmayı öğrenmiş
bir şahsiyet. Gary çocuklarına da önem veren bir baba
ve aynı diplomasiyi ev ortamında da uygulamaya çalışıyor.
Elbette kendi çocuklarınızda bu taktik her zaman o kadar işe
yaramıyor” diyor.
Havanın beklenmedik vahşiliği
Gary’yi güvenli limanından çıkarıp, gerçekten
de zorlukların üstesinden gelmekten başka bir seçeneği
olmayan isteksiz bir kahramana dönüştürür.
Okulda Trey dahil kendi gözetimi
altındaki öğrencilere göz kulak olmak zorundadır; ama
daha da kötüsü, Donnie hiçbir yerde yoktur.
Armitage’ın kamera önünde
oğullarını canlandıran genç aktörlere karşı
korumacı doğasının ön plana çıkması uzun sürmedi.
“İlk başta 17 ve 16 yaşlarında
iki çocuğun babasını oynadığımı fark etmek biraz şok
edici oldu. Onlara daha çok arkadaş gözüyle
bakıyordum. Fakat çalışmaya başladığımızda, onlara
karşı korumacı hissetmeye başladım, özellikle de Max’e
karşı; kamera arkası ilişkimiz de bunu yansıtmaya başladı”
diyor aktör.
Daha en başından babasıyla
çalkantılı bir ilişkisi olan ağabey Donnie Morris’i Max
Deacon canlandırdı.
Donnie’nin uzun süredir aşık
olduğu Kaitlyn’le birlikte olmak için mezuniyeti videoya
kaydetme görevini asma kararı babasıyla ilişkisi açısından
pek de iyi olmaz.
Garner’a göre, “Donnie çok
düşünceli, içine kapanık ve çekingen bir
çocuk. Dünyayı bir kamera lensinin arkasından görüyor;
kendilerininkindense başkalarının tepkileri ve duygularını
yakalamak onu daha rahat ettiriyor.”
Karaktere biraz daha derin bir bakış
sunan Deacon ise şunları söylüyor: “Donnie’nin çoğu
zaman kendi kafasının içinde yaşadığı bir hayat
evresinde olduğunu hissettim. Okulda işitsel-görsel kulübünde
ve kendi işine bakıyor. İnek de değil, popüler de; sadece
kendi dünyasında var oluyor. Okul için videolu bir zaman
kapsülü hazırlaması gerekiyor ama canı bunu yapmayı pek
istemiyor —muhtemelen babası istediği için.”
Quale’e göre ise, “Max’in
oyunculuğu çok doğal ve inandırıcı; bu sanata müthiş
hakim. Onunla çalışmak bir zevkti; o, Richard ve Nathan’ın
arasında gerek kamera önünde gerek kamera arkasında
harika bir ilişki vardı.”
Donnie’nin içine kapalı
mizahının kısmen nedeni annesini kaybetmiş olmasıdır.
“Bence Trey hayatlarındaki
değişimlere birazcık daha iyi adapte olmuş” diyen Deacon, şöyle
devam ediyor: “Ama aralarında iyi bir diyalog var; ve babalarıyla
aralarında gergin bir ilişki olsa da, kardeşler birbirlerine çok
yakın. İlginç olan ise, Donnie’nin babasına farkında
olduğundan daha fazla benzemesi. Her ikisi de çoğu zaman
kurallara göre hareket ediyorlar, ama zaten muhtemelen ona karşı
isyankar davranmasının kısmen nedeni de bu.”
Yaşça çok az daha küçük
ama kayda değer ölçüde daha dışa dönük
lise iki öğrencisi Trey Morris’i Nathan Kress canlandırdı.
“Benden büyük ve küçük
erkek kardeşlerim var; bu yüzden, benim için oynanması
aşina bir durumdu. Trey daima şakacı, güldürme peşinde
ve Donnie’nin de gevşemesini sağlamaya çalışıyor”
diyor genç aktör.
Quale aktörün Trey’e
getirdiği oyuncu havayı çok beğendiğini söylüyor:
“Nathan gerçekten komik. Mizacında var olan komedi
anlayışı, sahnelerine biraz hafiflik kattı. En korkunç
durumlarda bile —üzerlerine devasa hortumların gelmesi gibi—,
sahneye ya da karaktere aykırı durmayacak şekilde tek cümlelik
espriler yapabiliyordu.”
Kress’e göre ise, Trey “biraz
da sorun yaratan bir çocuk, ama Donnie’yi Kaitlyn’e
açılmaya cesaretlendirenin kendisi olduğunu fark edene kadar
bunu görmüyor; ve sonra, Donnie’nin başının bu yüzden
dertte olabileceğini düşünüyor. Sanırım ağabeyinin
bulunmasına yardım etmek için böylesine istekli olma
nedeni de bu. Ancak, babası onun güvenli bir yerde olmasını
istiyor.”
Ne yazık ki, Donnie ve Kaitlyn
tehlikenin yolunun tam üzerindedirler.
Donnie genç kızın çevreyle
ilgili bir bilinçlendirme videosu hazırlamasına yardım
etmek için gönüllü olduktan sonra, onunla
beraber terk edilmiş bir kağıt fabrikasına gider.
Fakat kasırga vurunca, bina üzerlerine
çökmeye başlar ve onları hızla suyla dolan dar bir
alana hapseder.
Kaitlyn’i canlandıran Alycia
Debnam-Carey, “Göçükte çekim yapmak
gerçekten zordu. Çok kapalı, ıslak, soğuk ve
karanlıktı… üstelik dışarıdaki yağmur ve rüzgar
makinelerinin yoğun gürültüsü yüzünden
oldukça bezdiriciydi. Fakat gerçekçi şartlar
adrenalimizin hakikaten yükselmesine neden oldu ve
performansımıza katkı sağladı. Ayrıca, yanımızda çekim
ekibinden harika insanlar vardı, yani hepimiz olayın içindeymişiz
gibi hissettik” diyor.
Küçük bir profesyonel
fırtına takipçisi grup, Silverton’ın yaklaşmakta olan
atmosfer olayından kaçmaya çalışan pek çok
sakininin aksine, kasabaya hortuma olabildiğince yakın olmak için
gelmiştir —hatta mümkünse hortumun tam ortasına girmek
için.
Sarah Wayne Callies’in canlandırdığı
meteoroloji uzmanı Allison Stone’un, fırtınanın yolunu tam
olarak belirlemek ve takip etmek gibi zor bir görevi
bulunuyordu.
Aktris rolü için araştırma
yapmak üzere Michigan Üniversitesi’nden bir meteoroloji
profesörüyle bir araya geldi.
“Allison’ın bunun gibi hava
olaylarına ilişkin önceki deneyimleri birincil olarak
akademik” diyen Callies, şöyle devam ediyor: “Bu alanda
doktorası var; dolayısıyla, işin bilimini anlıyor. Ayrıca, bu
işe şu bakış açısıyla geliyor: Eğer insanlarda iklim
değişikliği yüzünden neler olup bittiği konusunda
farkındalık yaratabilirsek —çünkü bu gitgide
artan hava olaylarının altında yatan nedenin iklim değişikliği
olduğuna inanıyor—, değişim için kamuoyu sağlayabiliriz.
Öte yandan, bekar bir anne olduğu ve küçük
kızı onu evde beklediği için, geçimini sağlaması
gerekse de, büyük riskler alan biri olmayı pek istemiyor.”
Bekar ebeveynlik Allison ile Gary’nin
ortak bir yönü olmakla birlikte, karşılaştırma yapmaya
fazla vakit bulamazlar.
Callies gülerek şunları
aktarıyor: “Gerçekten de, Allison’ın Gary’yle
tanışması havada uçtuğu sırada oluyor; Gary onu yakalayıp
kurtarıyor. Oldukça güçlü bir tanışma anı.
Başka şartlar altında karşılaşmış olsalar, yani bu çılgın
fırtınadan başka herhangi bir şartta, muhtemelen gece birbirinin
yanından geçen gemiler gibi olurlardı. Ama iki insanın
olağanüstü kaotik şartların içine sürüklendiği
durumlarda, nasıl ittifak kurduklarına ve anında yakınlık
hissetmelerine iyi bir örnek teşkil ediyorlar.”
Quale, aktrisin, rol için
istediği tüm nitelikleri barındırdığını belirtiyor:
“Sarah kameraya yansıyan hakiki bir zekaya, elle tutulur bir
sağduyuya ve şefkate sahip. Bunlar da onu Allison rolü için
mükemmel kıldı.”
Allison ve Gary ortak bir amaca doğru
beraberce çalışabilmektedirler, ancak Allison’ın fırtına
takipçisi ve belgesel yapımcısı patronu Pete Moore ile daha
sıkıntılı bir ilişkisi vardır.
Pete’in deyişiyle, “Son bir yıl
içinde, durum ‘sıfıra sıfır elde var sıfır’dır.”
Pete kasırga konulu belgeseli için
bir hortum görüntüleme konusunda paniğin bile ötesine
geçmiştir ve başarısızlığın sorumluluğunun büyük
ölçüde Allison’da olduğunu düşündüğü
bir sır değildir.
“Pete fırtına takip ekibinin başı”
diyor rolü üstlenen Matt Walsh ve ekliyor: “Son on yılı
—Titus adını verdiği— ideal taşıtı geliştirmeye harcamış
ve şimdi kasırganın gözüne girme ve daha önce
kimsenin görmediğini görüntüleme zamanı
olduğunu düşünüyor. Fakat üç aydır
yollardalar ve internette bulunamayacak hiçbir şey
kaydedebilmiş değiller. Dolayısıyla, yatırımcısı parasını
geri çekiyor. Bunun için Allison’ı suçluyor
çünkü onun tüm o şaşalı verileri bir işe
yaramadı. Zaten aslında başka birini işe almak istiyordu; kendi
gibi, daha çok içgüdüleriyle hareket eden
birini.”
Quale de şunu ekliyor: “Pete
gerçekten ipin ucunda. Bu işi uzun zamandır yapıyor ama
istediği başarıyı henüz elde edemediği için onda bir
çaresizlik havası var. Matt rolde müthişti.”
Fırtına takip ekibinde, Allison ve
Pete’in yanı sıra, üç kamera operatörü
bulunmaktadır: Lee Whittaker’ın canlandırdığı Lucas; Arlen
Escarpeta’nın canlandırdığı Daryl ve Jeremy Sumpter’ın
canlandırdığı Jacob.
“Lucas, Pete’in sağ kolu,
yıllardır birlikte çalışıyorlar” diyor Whittaker ve
ekliyor: “Pete gibi, o da korkusuz. Her şey o kaydı yapmak için.”
Kariyeri boyunca bol miktarda tehlikeli
sahnede yer almış olan Whittaker, geçmiş deneyimlerini
“Into the Storm / Fırtınanın İçinde” için
özellikle uygun bulduğunu dile getiriyor: “Pek çok
sahne için —araçların birbirine çarpması,
büyük bir ağacın devrilmesi gibi— beni grubun önüne
koydular, çünkü kendimi ayarlamaya ve sahnenin
tehlikeli öğelerine tepki verirken diğer oyuncular için
arkamda güvenli bir alan yaratmaya alışığım.”
Quale’le daha önce “Final
Destination 5”te çalışan Escarpeta, Daryl’ı oynamanın
en sevdiği yanının kamerayı idare etmek olduğunu ifade ediyor:
“Aksesuar sabit kamera harikaydı. Açıları, dengeyi
ayarlamayı öğrenmek, nasıl çok yavaş ve özenle
yürüneceğini çözmek gerçekten
eğlenceliydi, ama aynı zamanda kamerayı tutmak, aşağı yukarı
hareket ettirmek için yeterince güçlü
olmalıydınız. El kameralarıyla da, zıplayabiliyor, koşabiliyor,
her şeyi yapabiliyordunuz… nereye gidersem gideyim kameram da
benimle geliyordu. Gerçekten hoşuma gitti.”
Aktör yeniden Quale’in
yönetiminde çalışmaktan da keyif aldığını sözlerine
ekliyor: “Steve’e gerçekten saygı duyuyorum. Harika bir
gözü var ve her şeye hakim; ayrıca, filmin her karesinden
en üst düzeyde yararlanmayı biliyor. Ön planda olduğu
gibi, başka yerlerde de neler olup bittiğini —tam ölçekli—
yakalamaya her zaman hazır. Yani, tüm deneyimi yaşıyorsunuz.”
Lucas eski bir profesyonel, Daryl da az
çok deneyimli olsa da, Jacob fırtına takibinde tamamen
acemidir.
“Jacob ve Daryl arkadaşlar, zaten
Jacob ekibe de o sayede katılıyor” diyor Sumpter ve ekliyor: “Bu
yüzden, Jacob, Pete’i etkilemek istiyor ama işler çığırından
çıkınca umduğundan daha fazlasıyla karşı karşıya
kalıyor.”
Jacob çok önemli çekimler
gerçekleştirmeye çalışırken kasırganın yolunun
üzerinde biraz fazla oyalanır.
Bu durum Sumpter için —dublör
koordinatörleri Bob Brown ve Scott Workman tarafından
tasarlanan ve denetlenen— bir miktar kablolu çalışma
gerektirdi.
“Sahnede dev bir hortum ve patlama
var ve beni rüzgara, yaklaşık 12 metre yukarı çektiklerinde
ters yöne koşuyorum. Hakikaten muhteşemdi” diyor Sumpter.
Pete ve ekibi kendilerini daha yüce
bir amaç için öncelikle ve belki de sadece
tehlikenin önüne atarken, Silverton’da doğup büyümüş
adrenalin bağımlıları (YouTube’da 302 hit almış, kendini
gözüpek ilan etmiş olan) Donk ve onun hem azmettiricisi
hem suç ortağı olan Reevis sırf eğlence için
—ayrıca internette arkadaşlarını ve “fanlarını”
eğlendirmek için— kendilerine zarar vermenin saçma
yollarını bulurlar.
Titus’ın şehre doğru ilerlediğini
görür görmez, ellerinde video kamerayla, kendi
tarihlerini yazma umuduyla aracın peşine düşerler.
Quale’e göre, Kyle Davis’in
canlandırdığı Donk ve Jon Reep’in canlandırdığı Reevis
hortumlar ortaya çıkıp, gerilim artınca filmin gitgide
ciddileşen havasına biraz mizah katıyorlar: “Kyle ve Jon, Donk
ve Reevis olarak müthiştiler; tam olarak ihtiyacımız olan
şekilde oynadılar. Biraz hafifliğin çok önemli
olduğunu, bir takım şeylere biraz daha gerçekçi bir
hava verdiğini düşünmüşümdür. Gerçek
dramatik durumlarda çoğu zaman, biri gerginliği yumuşatmak
için bir espri yapmaya çalışacaktır; korkulu
durumlarda çok doğal bir tepki bu. Bir filmde ise,
izleyicilere, eğer sahnenin aksiyonuna gerçekten girmişlerse,
tuttukları nefeslerini bırakmaları için bir fırsat
tanıyor.”
Donk ve Reevis 1980’lerden kalma,
üzerine onları kasırgadan koruyacağını düşünerek
koli bandıyla yapıştırdıkları kontrplak levhalarla kaplı eski
püskü kamyonetleriyle gerçek fırtına
takipçilerinin peşlerine takılırlar.
“Olan şey, elbette, olacaklarını
düşündükleri şeyin tam tersi” diyor Quale ve
ekliyor: “Titus’a yaklaşan herhangi bir şeye neler olacağına
dair hiçbir fikirleri olmayan, şirin ve aptal çocuklar.”
TİTUS
“Into the Storm / Fırtınanın
İçinde”de, fırtına takipçisi Pete Moore bu nihai
kasırgayı tam göbeğinden belgelemeyi ummaktadır ve bunun
için de nihai taşıtı yaratmıştır: Titus. Filmin yapım
tasarımcısı David Sandefur tarafından çizilen Titus,
kurşun geçirmez Lexan camlar, 4 mm.lik sağlam çelik
zırh kaplama ve 12 ton kapasiteli bir vincin yanı sıra, rüzgar
ölçeri, bir nem ölçme sensörü ve
bir gerilim ölçeri bulunan mini bir hava durumu
merkeziyle donatılmıştır.
Sandefur bu konuda şunları söylüyor:
“Titus tasarlamaya başladığım ilk şeydi ve çok
eğlenceliydi. Zırhlı araçlardan —tanklar, personel
taşıtları— olduğu kadar, hayalet donanma gemilerinden
fazlasıyla ilham aldım. Onun sadece gerekli olana sahip, uzay çağı
taşıtlarına asla benzemeyen, tamamen işlevsel bir araç
olmasını istedik.”
Detroit’teki Kustom Creations
uzmanları tarafından, baz olarak modifiye bir Dodge pikap kamyonet
şasisi kullanılarak inşa edilen Titus, saatte 270 km.lik rüzgara
kadar yeri sıkı bir şekilde kavrayacak şekilde tasarlandı.
Bunu başarması için, özel
yapım kanca pençeleri bulunuyordu: Ağır çelik
payandalar, tetiklendiklerinde, yanlardan çıkıp toprağın
içine derinlemesine gömülüyorlardı.
“Custom Creations fevkalade bir iş
çıkardı” diyor Sandefur ve ekliyor: “Beklentilerimizin
çok üstüne çıktılar —o şey muhtemelen
inşa edildiği haliyle 160.000 km falan giderdi.”
Titus’ın görevi yalnızca bir
hortumun muhteşem güçlerine direnmek değil, aynı
zamanda onu belgelemektir. Tepesine içinde azami görüntü
alanı için jiroskopik stabil dijital kamera bulunan 360
derecelik görüşe sahip cam bir kulecik yerleştirilmiş
olan Titus, bunun yanında fırtınanın gözünün
içinden nihai çekimi yapabilmek için 23 kameraya
daha sahiptir.
Quale ortaya çıkan nihai
üründen çok etkilendiğini belirtiyor: “İlk
sunduklarında çok etkileyiciydi: Mükemmel şekilde
boyanmıştı; canavar gibi, muhteşem bir taşıttı. Ne yazık ki,
onun birkaç yıl içinde inşa edilmiş ve hava
sistemlerini aramak için bir kerede aylarca yol yapmış gibi
görünmesi için, üzerini kirletmemiz ve ufak
tefek çentikler yapmamız gerekti… böylece, küçük
şehrimize gelmeden önce cehennemi görmüş gibi
duracaktı.”
KAMERA & YAPIM TASARIMI / MEKANLAR
İronik bir şekilde, “Into the Storm
/ Fırtınanın İçinde”nin çekimleri sırasında,
yapımın en büyük engellerinden biri hava şartlarıydı.
“Michigan’ı seçme nedenimiz
güzel, çok düz ve Hortum Geçidi eyaletlerinin
topografisine çok yakın olmasıydı; üstelik, burada
gerçek hava şartları oluyordu” diyor Quale ve ekliyor:
“Bizim orada olduğumuz zaman hariç.”
Görüntü yönetmeni
Brian Pearson konuyu biraz daha açıyor: “Bu filmde yaşanan
en büyük zorluk hava, güneş, rüzgar ve yağmurdu
—ve yağmuru biz yaptık. Filmin büyük kısmı bulutlu
gökyüzü altında olacak şekilde yazılmıştı.
Ancak, yaz ortasında büyükçe bir Detroit alanında
çekim yapmak, ayın 25 gününün güneşli
olması demekti… bu, tam da istemediğimiz şeydi.”
Yapım ekibi her gün iki ya da üç
tane 36 metrelik inşaat vinci kullandı.
Güneşi kesmek için bu
vinçler setin üzerinde kömür rengi kumaşla
kaplı 9’a 18 metrelik balyalar tutabiliyorlardı.
“Oyuncuların yüzündeki
gölgelerin ve yansımaların sanki bulutlu, karanlık bir
gökyüzünün altında duruyorlarmış gibi olmasını
istedim” diyen Pearson, şöyle devam ediyor: “Ön plan
öğelerini bulutlu göstermek için bu insan yapımı
gölgelerle kapladık; arka planda ise çekimin güneş
içeren diğer her kesimi görsel efektler departmanına
bırakıldı. Onlar için bu, ön plandaki tüm o insan
yapımı yağmur öğelerinden dolayı özellikle zordu.”
Pearson insan yapımı kasırga yağmuru
ve yıkıcı rüzgarın da ilk başta zorlu olduğunu dile
getiriyor: “Güneşten kurtulduktan sonra, 30 metre uzunluğunda
yağmur boruları su püskürtüyor, rüzgar
makineleri saatte 160 km hızla oyunculara, kameralara ve kamera
ekibine doğru hava üflüyordu. Her şeyin içine su
girdi; ama kamera ekibi ekipmanları kuru ve işler durumda, lensleri
sudan uzak tutmakta harika bir iş çıkardı.”
Pearson ekibinin yağmurla baş
edebilmesinin yollarından birini şöyle açıklıyor:
“Giderici sprey saptırıcılar muhteşem. Gürültülü
ve biraz hantallar ama dakikada 5000 gibi aşırı yüksek bir
devirde çalışıyorlar ve suyu lenslerden anında
temizliyorlar. Lense bir kova su fırlatsanız, su hemencecik
süpürülüyor; filmdeki kasırga şartlarında bu
gerçek bir artıydı.”
Gökyüzünden yağan
yağmurun noksanlığına rağmen, oyuncular çekimlerin
yarısından fazlasında yapay rüzgar ve yağmurla mücadele
etmek zorunda kaldılar; bu da onların çoğu zaman ıslak
olmasını —ya da öyle görünmelerini— gerektirdi.
Bu amaçla, saç departmanı
oyuncuların saçına durulanmayan saç kremlerinden
sürdü. Ayrıca, her ne kadar her bir oyuncu tek bir kostüm
giyse de, “hava” efektlerinden dolayı, kostüm tasarımcısı
Kimberly Adams ve ekibi ana oyuncu kadrosunun her üyesi için
aynı kostümün farklı aşamalardaki —temiz, kirli,
yırtık, vs.— hallerinden düzinelerce üretti.
Doğa Ana’nın gazabından payını
almış gibi görünmesi gerekenler sadece oyuncular değildi;
Silverton şehrinin yaratılması ve sonra da, sokak sokak, bina
bina, yıkılmış gibi görünmesi gerekiyordu.
Sandefur, Titus’ı hallettikten
sonra, araştırmalarına başladı.
“Steven’la filmin görünümü
hakkında konuşurken birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Onun ne
istediğini kavradığımda, hortumlar yaşamış ve film için
gerekli olanla uyumlu gerçek mekanların fotoğraflarını
taradım; ardından her evre için setleri çizdirdim.”
Sandefur için kilit setlerden
biri okuldu.
Michigan-Oakland Township’teki Oak
View Orta Okulu, Silverton Lisesi’nin yerine geçti. “Bunun
bir hortum filmi olacağı konusunda onları uyardık. Fakat her şey
yüzeyde olacaktı tabi: Bir pencere ve birkaç kaldırımdan
fazlasını kırmadık ama tüm sinema büyüsünde
olduğu gibi, her şey yerle bir oldu. Liseyi aldığımız
durumundaki gibi iade ettik. Güzel bir okuldu ve yeniden eski
güzelliğine kavuştu” diyor yapım tasarımcısı
gülümseyerek.
Sandefur yapılan işlerin Oak View’da
bağlantılı oldukları kişiyi endişelendirdiğini itiraf ediyor:
“Tüm süreçte bizimle çalıştı ve olumlu
yaklaşımını hep korudu ama bazen gözlerinden ‘Siz benim
okuluma ne yaptınız?’ diye düşündüğünü
anlayabiliyordunuz. Yine de, sanırım şimdi ilk baştakinden daha
iyi görünümlü bir yerleşkeleri var.”
Bir başka hortum sonrası büyük
yıkım sahnelerinden biri de Fuller ailesinin evinin yakınında,
yerleşimin olduğu bir sokakta geçiyordu.
Auburn Hills semtini hortum vurmuş
gibi göstermek, yeni inşa edilmiş evler arasındaki boş
alanları kullanan sanat departmanının birkaç haftasını
aldı.
İşleri bittiğinde, ortalığı
temizlemeleri de yaklaşık bir hafta sürdü.
Donnie ve Kaitlyn’in mahsur kaldığı
metruk kağıt fabrikası drenaj çukuru üç ayrı
mekanda çekildi: Eski bir depo, mekanın dışı görevini
gören bir çöp atık alanı ve Michigan Motion
Picture Stüdyoları’nda bir plato.
Yakın çekimler için
oluşturulan ve sadece 2,5 metre derinliğinde, 1,80 metre
genişliğinde ve 3 metre uzunluğunda olan ve 10.000 galon suyla
doldurulan çukur, ancak oyuncuları ve gerekli sayıda çekim
ekibi üyesini barındırabiliyordu.
Klostrofobik şartlar oyuncular Max
Deacon ve Alycia Debnam-Carey için birlikte yer aldıkları
sahnelerde destek alabilecekleri gerçekçi şartlar
sunarak filme katkı sağladı.
Film boyunca bir diğer gerçekçilik
unsuru da her gittiği yerde Titus’a eşlik eden meteoroloji
minibüsüydü; bu minibüs, Allison ve fırtına
takip ekibinin diğer öteki üyelerine dakikalık
istatistikler ve fırtınanın bir sonra nereye vuracağına dair bir
fikir veriyordu.
Sandefur minibüsü çekimler
için işlevsel olacak şekilde tasarladı; set dekoratörü
Brana Rosenfeld ise aracın içinde tam olarak hangi
ekipmanların —Doppler radardan sekiz bilgisayar monitörünlük
düzeneğe kadar— bulunması gerektiğini belirlemek için
deneyimli fırtına takipçileriyle görüştü.
Quale, “David ve ekibinin ortaya
çıkardığı iş bu filmde istediğimiz gerçekçi
görüntünün ayrılmaz bir parçasıydı”
diyor ve ekliyor: "Örneğin, enkaz parçalarını
gerçekçi göstermek kolay değildir ve bu film
onlardan bir ton gerektiriyordu. Ama David bir hurda şirketi bulup
onlardan enkaz parçaları kiralamayı başardı; böylece
muazzam miktarda dev inşaat demirleri ve tuğlalar temin edip,
onları alçı ve köpük kalıpların arasına
stratejik bir şekilde yerleştirdik. David gerçekten sinerjik
bir görüntü yarattı ve bu kendini hissettiriyor.”
GÖRSEL EFEKTLER
Quale görsel efektlerdeki engin
deneyimi sayesinde, “Into the Storm / Fırtınanın İçinde”de
hayali bir şehri yerle bir eden canavar bir kasırgayı yaratmak ve
izleyicileri soluksuz bırakmak için neye ihtiyacı olduğunu
tam olarak biliyordu.
Bu muazzam görevi başarmak için,
görsel efekt yapımcısı Randall Starr’a başvurdu.
“Steve’le giriştiğimiz ilk iş ön
görselleme yapıp, sekansların nasıl görünmesini
istediğimizi bilgisayarda yaratmaktı” diyen Starr, şöyle
devam ediyor: “Düz hikaye tahtaları kullanıyorsanız bir
hortumu görselleştirmeniz zordur; bu yüzden, onun nasıl
görüneceğinin esasını, ayrıca filmdeki fırtına
takipçilerinin onu yakalamaya çalışırken neler
gördüğünü belirlemek açısından
bilgisayar ön görsellemesi kritik öneme sahipti.
Filmdeki değişik sekanslar için bunu çeşitli kereler
yapmamız gerekti çünkü fırtına takipçileri
ayrı türlerde hortumlarla karşılaşıyorlar; örneğin,
geleneksel burgu hortumlar, uzun ince hortumlar, bir ateş hortumu ve
3 kilometre genişliğinde bir dev hortum. Bilgisayarda her bir
hortumu ‘görebildiğimizde’, ya da görselleyebildiğimizde,
Hollywood’un en iyi görsel efekt şirketlerine başvurarak,
hortumun, süper hücre bulutlarından burgunun oluşumuna ve
yerden çer çöpü havalandırışına kadar,
her yönüyle foto-gerçekçi yaratım sürecini
başlattık.”
Görsel efektler ekibi, gerçekte
var olmayan hortumlar yaratmanın yanı sıra, var olan ama olmaması
gereken pek çok öğeyi de yok etmek zorundaydı.
Starr, “Bulutlu olması gereken mavi
gökleri yok etmekle kalmayıp, ağaçların, çalıların,
çimlerin, arabaların ve hatta bazı durumlarda tüm
sokakların yerine başka şeyler koymamız gerekti. Gerçek
bir hortumda, bu öğeler tamamen yok olur, dolayısıyla, görsel
efektler ekibinin orijinal karedeki hemen hemen bütün
öğeleri ortadan kaldırması zorunluydu. Günün
sonunda kendimize soruyorduk: Ön plandaki oyuncu dışında
orijinal kareden geriye ne kaldı?” diyor gülerek. Elbette,
oyuncuları gerçek ortamda bulundurmak mükemmel işe
yaradı çünkü bu sayede Quale deli gibi esen
rüzgarla ve yıkıcı şartlarla mücadele ettikleri sırada
onlardan hakiki performanslar yakalama fırsatı buldu.
Starr’ın ekibi çabucak
keşfetti ki, hortumun yanı sıra, “esas görev hortumların
bitki ve ağaçları söküp atarak, muazzam
miktarlarda moloz kaldırarak çevrelerini nasıl
etkilediklerini ortaya koymaktı. Dolayısıyla, nerede bir hortum
varsa, onun meydana getirdiği dijital gazabı yaratmamız
gerekiyordu; yani, dijital yağmur, molozlar, ağaç gövdeleri,
dallar, araba parçaları ve çer çöpü.”
Starr filmin gerçek özel
efektlere de büyük ölçüde bel bağladığını
çabucak sözlerine ekliyor: “Yaprak, moloz ve toz
üfleyecek dev vantilatörler yaratmak için onların
yardımına ihtiyacımız vardı. Filmde oyuncuların kıyafet ya da
saçlarının uçuştuğunu, arka planda çimlerin
yan yattığını gördüğünüz zamanlarda her şey
gerçek efektlerle başarıldı.”
Özel efektler filmin en dehşet
verici sahnelerinden birinin de çok önemli bir
parçasıydı. Söz konusu sahnede, yaklaşmakta olan E5
şiddetinde hortumdan kaçmaya çalışan bir grup
insanın sığındığı yer şiddetli kasırga yağmuru alıyor.
Oyuncular ve çekim ekibi saatte
160 km hızla esen rüzgara, yağmura ve etraflarında nesnelerin
uçuşmasına maruz kalıyorlar.
“Bu sahne kesinlikle gerçek
efektler gerektirdi ve orada olan herkes için hakiki bir
meydan okumaydı. Böylesine müthiş efektler onlara doğru
gelmekte olan muazzam bir hortum olduğuna inanmayı çok daha
kolaylaştırdı” diyor Starr.
“Into the Storm / Fırtınanın
İçinde”de fırtınanın bezdirici saldırısını
görüntülemenin kilit öğelerinden bir diğeri de
kasırgaya eşlik eden yoğun ve sağır edici uğultuydu.
Bundan ses kurgu amiri Per Hallberg
sorumluydu.
“Per müthiş bir ses kurgu
ustası ve tasarımcısı” diyor Quale ve ekliyor: “Bunun gibi
görsel bir hikaye için, öylesine bir ses deneyimi
yarattı ki, bana kalırsa, gözlerinizi kapasanız bile, sadece
duyduklarınıza dayanarak yaklaşmakta olan şeyden dehşete
düşerdiniz.”
Yönetmen birlikte çalışmaya
başladıklarında aralarında geçen bir diyaloğu şöyle
aktarıyor: “Per bana, ‘Bununla sahada bir gün geçireceğim;
burada pek çok şey yapabilirim’ dedi. Ve öyle de
yaptı, hem sesi hem de sessizliği inanılmaz bir etki yaratacak
şekilde kullanmanın bir yolunu gerçekten buldu.”
Filmin atmosferinin bir diğer öğesi
de müzikti.
Besteci Brian Tyler, sıradan bir
şekilde başlayıp karakterlerin hayatlarının en olağanüstü
deneyimine dönüşen günle ilgili hikaye için
duygusal bir bağlam yarattı.
Quale son olarak şunu kaydediyor:
“Umudum o ki, seyirciler bu filmi izlerken, Doğa Ana’nın
yapabilecekleri karşısında huşu duyarlar. Ayrıca, yine umuyorum
ki karakterlerin yaşadıklarından, hayatta neyin önemli
olduğunu —ailenin ve insanlığımızın önemini— nasıl
anladıklarından duygusal olarak etkilenirler. Ve son olarak,
umuyorum ki onları yalnızca sinemada bulabileceğiniz türde
bir serüvene çıkarmış oluruz.”
KASIRGALAR HAKKINDAKİ GERÇEKLER
Hortumlar yeryüzündeki en
şiddetli fırtınalardır.
5. kategorideki bir hortum, gücünü
saatte 480 km hızla esen rüzgardan alır – bu, 5.
kategorideki bir kasırganın rüzgar hızının iki katıdır.
Hortumlar ağaçların
kabuklarını soyabilir ve sokaklardaki kaldırımları sökebilir.
Hortumlar bir büyükbaş
hayvan sürüsünü kırsal alanın bir başka yerine
taşıyabilir.
Hortumlar 20 tonluk vagonları raydan
söküp alabilir.
Hortumda dönen molozların hızı
buzdolaplarını, su ısıtıcılarını, büyük depolama
tanklarını ve arabaları binalarda delikler açan füzelere
dönüştürebilir.
Ortalama bir hortumun çapı
ortalama bir evin genişliğinden büyüktür.
Hortum bir evin temeli üzerinde
yön değiştirmesine neden olabilir; bunu yapıyı en kuvvetli
noktasının ekseni etrafında şiddetle döndürerek
gerçekleştirir.
Geceleri vuran hortumların, gündüz
vakti oluşan küçük hortumlara oranla iki kat fazla
insan öldürmesi olasıdır.
Rüzgarı saatte 200 km hızla esen
2. kategoride bir hortum 18 tekerlekli kısa tırları havalandırıp,
oyuncak arabalar gibi uçurabilir.
En aşırı hortumlar 3 km genişliğe
ulaşabilir ve yerde 100 km.den uzun bir mesafe kat edebilir.
Bir hortumun gözü bir
kasırganın gözünden daha yoğun ve kaotiktir.
Hortumlar yılın herhangi bir zamanı
vurabilir.
Günün herhangi bir zamanı da
vurabilir.
Hiçbir bölge —dağlar,
vadiler, nehirler, şehirler— hortum tehlikesine karşı güvenli
değildir.
Bir hortumun yerden kaldırdığı
nesnelerin 480 km kadar uzağa taşınabildiği görülmüştür.
Hortum rüzgarları kapalı
yerlerde hızlanır; dolayısıyla, yaygın inanışın aksine,
hortumdan saklanmak için otoyol üst geçitlerinin
altına sığınmak akıllıca değildir.
Hortum bir dakikadan kısa sürede
oluşabilir.
Çok az insan bir hortumun gözünü
görmüş ve sağ kalmıştır.
Hortumun gözünde rüzgar
sakinleşir, şimşek çakar ve mini hortumlar hayat bulur.
Hortumlar çoğalır – farklı
yönlerde dönen daha küçük hortumlar
oluştururlar.
3. kategoride bir hortum bir karavanı
saniyeler içinde un ufak parçalara ayırabilir.
Hortum sadece 15 dakika içinde
oluşup, bir yerleşim yerini yıkıp, ortadan kaybolabilir.
5. kategoride bir hortum bir evi yok
edebilir ve nesneleri 320 km uzağa taşıyabilir.
Hortumun yere değmeden önceki
sesi bir arı sürüsününki gibidir.
Hortum bir yeri vurduğunda, sesi bir
yük trenininki gibidir.
Hortumlar kaotiktir —bir evi dümdüz
edip, komşu evi olduğu gibi bırakabilir; bir karavanı un ufak
ederken, uydu antenine dokunmayabilir.
Indiana-Great Bend’de hortumun
uçurduğu bir çek 490 km uzakta, Nebraska’da bulundu.
Hortum yıkım skalası hortumun 5.
kategoriden bile daha güçlü sınıflanmasını
mümkün kılar; böyle bir hortum “akla sığamayacak
ölçüde hasar” yaratır.
Hortumlara genellikle sağanak öncülük
eder.
Klişeliğin dibine vurmasından da bahsetseydiniz keşke... Twister filmi senaryo olarak daha doyurucuydu bence...
YanıtlaSilfilm,olayları 1.şahıs gözüyle anlatıp yaşananları seyircilerin gözünde gerçekçi kılmaya çalışırken,yönetmenin oyuncu yönetimindeki beceriksizliği ve yer yer kendi kararıyla çekmiş olduğu düşüncesini bizlere hissettiren "aralarda komik anlarda olsun" gibisinden yaklaşımla filme oturttuğu maceraperest karakterler gerçekçilik payını aşarak filmi ciddiyetsiz bir seviyede bırakmış.Bu nedenden ötürü yönetmen kendi gerçekçiliğini oluşturup etki yaratmak isterken aynı zaman da filmin içine etmeyide becerebilmiş doğrusu.Çünkü seyirciler bu tür felaket senaryolarında çoğunlukla gerilim sinemasının klişesine dönüşmüş aptal karakter tiplemelerine müsamaha göstermeyecek ve bu durum filmi onların gözünde amacı izleyicide etki yaratmak olmaktan ziyade eğlence amaçlı bir film çekildiği basit bir film izlenimi oluştuacaktır.Sinema da bu tür bir anlatım tarzını seçeceksiniz kolay kolay hiçbir şahsın kalkıp bu tür saçma eylemlere yönelmeyeceğini tahmin edeceksiniz.Şayet fırtına temalı bir diğer yapım olan 96 yapımı Twister bundan çok daha etkileyici bir yapımdır.Bu tarz da çekilmiş filmlerin en iyisi de hiç şüphesiz Matt Reewes imzalı Cloverfield filmidir.Benim ortalamam 5.2/10
YanıtlaSil