30.10.14

Birleşen Gönüller :: Nurlu Hizmet Yolunda


Zaman, mekân ve 'anlam' açılarından bakıldığında, birbirinden tamamen alâkasız iki adet hikâyeyi dönüşümlü sekanslarla anlatmaya çalışan filmin ilk öyküsü doksanlı yıllarda geçer..

Konforun zirvesindeki yaşantılarını geride bırakıp, Türkiye'den iki küçük çocuğuyla birlikte ayrılarak Kazakistan'a okul inşa etmeye giden bir çiftle ilgili bu hikâye, filmin asıl anlatmak için can attığı bölümün de ta kendisidir..

Film, bu hususta 'dünyadan habersiz' biz seyirciye bilgi vermeyi hiç düşünmediğinden, Yunus biraderimiz (Atılgan Gümüş), rüyasında mı görmüştür, yoksa birilerinden emir falan mı almıştır hiç bilemeyiz.. ki durup dururken hallenen genç adam, karısı Dilek'in (Yağmur Kaşifoğlu) dil dökmelerine, kayınbabasının surat asmasına aldırmadan, "Göreceksiniz bak, oraları adeta cennet cennet.. pek seveceksiniz billa" falan diyerek, bir yandan da Zümrüdüanka'lı bir masal anlatarak, yani, karısını ve çocuklarını -resmen kandırarak- Kazakistan'a götürür..



Oraya vardıklarında, cennet yerine cehennemi gören karısının ve çocuklarının itirazlarına aldırmayan Yunus, hemen iş başı yaparak, kendisi gibi üç-dört yoldaşıyla birlikte inşaat işine girişir..

Bu arada kızı hastalanarak hastaneye yatırılmış, karısı perişan olmuş falan, adamın hiç umurunda değildir..

Adeta kötü niyetli bir müteahhit tarafından hipnoz edilmişcesine, başka hiçbir şey düşünemeyen bu garip adam, her türlü zorluklara katlanarak bu inşaatı bitirmeye kararlıdır..
İşin kötüsü o 'Hipnozcu müteahhit' de, 'şirket'i de ortalıkta yoktur..

İnşaat için parası kalmayan Yunus, babasının yanında bakkallık yapan bir arkadaşını telefonla arar, ondan üç beş kuruş ister, büyümüş ama adam olamamış bakkal oğlan da paranın asıl kaynağı olan babasına müracaat eder..




Bu gelişmeden hiç hoşlanmayan baba -AKP'li midir nedir!- "Nah size para!" mealinde hareket çeker.. Zaten her bulduğu fırsatta, zavallı oğlunu azarlamak, bu adamın hobisi gibidir..

Neyse işte.. ne olursa olsun böylesi dünyevi güçlüklerin, kahramanımız Yunus'u kutsal hizmetin nurlu yolundan geri döndürebileceğine ben asla inanmam, siz de inanmayın..
Hiç kuşkusuz ki zafer, önünde sonunda, inananlarındır..




II. Dünya Savaşı yıllarında geçen ikinci öyküde, 'destansı' bir aşk hikâyesi anlatılır..

Nazi Almanya'sının Rusya içlerine kadar girmesi, bir SSCB toprağı olan Kuzey Kafkasya'da yaşayan, yeni evlenmiş genç sevgililerden Cennet (Hande Soral) ile Niyaz'ı (Serkan Şenalp) birbirinden ayıracaktır..

Evlenmelerinin ertesi günü askere alınarak Cennet'ten koparılan Niyaz'dan bir daha da haber alınamaz..




Niyaz'ını bir daha göremeyen Cennet, bu arada çocuğunu da doğurduğu sevgili kocasıyla sözleştiği üzre, on yıllar boyunca onu beklemeyi sürdürecektir..

Ne olursa olsun 'geri dönme' sözü veren Niyaz ise, verdiği bu sözü, aradan geçen yarım asır boyunca, bir türlü yerine getiremez..




Tesadüfe bakın ki (siz kader de diyebilirsiniz) artık yetmişine gelmiş Cennet (Sema Çeyrekbaşı) ile Yunus-Dilek ikilisinin yolları Kazakistan'da kesişmiştir..

'Koca mağduru' Dilek'in gurbet eldeki en önemli güç kaynağı, Cennet teyzenin nasihatları ve onun bizzat yaşadığı, efsanevi aşk hikâyesi olur..

Daha doğrusu, kocasına isyan etmeye kalkışan Dilek'e, şöyle demek istenir: "Tamam, kocalık ve babalık tarafı biraz eksik olan şu adamın yaptıkları sana pek de akıllı işi gibi görünmüyor olabilir; ama olsun, koca kocadır.. Hem onu seviyorsun da.. Bak zavallı Cennet'e.. bak şu elli yıldır koca yolu gözleyen, bu arada da hiçbir erkeğe göz süzmeyen mübarek kadına."




Yıkılmadık Ayaktayız

Gönülden de olsa -herhangi bir noktadan- birbirleriyle çakışması -NŞA- imkânsız iki ayrı 'hikâye'yi finale doğru neyi, nasıl yapıp da birleştireceği, bu filmin en heyecanla beklenen kısmıydı..
Evet, bi şekilde birleştiler ama bir de senaristlere sorun bakalım, kafalarındaki öyküye ne taklalar attırarak bunu başardılar..




Yetersiz 'asıl' konuyu zengin göstersin, renk ve heyecan katsın, ayrıca yüzüncü yılındaki Türk Sineması'nın ulaştığı parasal ve teknik seviyeyi göstersin diye eklemlenmiş gibi duran ikinci öykünün, ülke dışında ve üst düzey bir stüdyoda kotarılmış bu 'parlak' vaziyeti, sinemamız açısından bir ilk olabilir..
Ama daha fazlası değil..




Lâkin ve keşke iyi bir film, sadece teknik ve görsel kısmı halledilerek oluşturulabilseydi..
Öyle olsaydı eğer, her hafta en az dört beş tanesini izlediğimiz Hollywood kaynaklı her filmi, birer başyapıt ilan etmemiz de gerekirdi..

Her halinden belli ki, netice olarak, bu bir 'misyon' filmi; hem de, neredeyse bir 'propaganda' yapımını andıracak kadar da koyu tarafından..

Böyle olunca da bu türün zayıf noktaları ve tüm falsoları açıkça sırıtıyor..
Bundan böyle de film, 'eğer gerçekse olanların, hayalse de olabileceklerin gösterilmesi' endişesini tamamen unuturak, kutsal davamızı seyirciye, en güzel, en çarpıcı, en görkemli nasıl sunabilirizin derdine düşüyor..



O halde, biz seyircilerden de -duruma uygun olarak- şöyle düşünmemiz bekleniyor galiba: Her ne kadar pek umurlarında değilmiş gibi görünseler de meğer Kazak milleti, 'şu çılgın Türkler gelse de buralarda okul açsa, çocuklarımız ana dillerini bir kenara atıp Türkçe öğrense, Türk danslarıyla coşup eğlense, Tarkan şarkıları söyleyerek göbek atsa' diye dört gözle yolumuzu gözlerlermiş..

Henüz aklı başında ve 'tarafsız' biri olarak, böyle düşünemeyeceğime göre, filmin benim nezdimde, ciddiyetini ve de hedeflenen melodramatik etkisini  büyük ölçüde yitirmesi de normal karşılanmalı sanırım..




Birleşen Gönüller

Yönetmen: Hasan Kıraç
Senaryo: Özge Aras, Serkan Birlik
Oyuncu: Hande Soral, Serkan Şenalp, Yağmur Kaşifoğlu, Fikret Hakan
Yapım: 2014, Türkiye, 126'

  /5



2 yorum:

  1. İç siyasetin yoğunluğu altında tarafsızlığını yitirmiş yanlı bir yorum. Türkiye dışından hiçbir yorumcu burada yazılanları aklına bile getirmez. Yorumcu Turkiye suni gundemlerinde kendini taraf olmaya mecbur hissetmenin sonucu olarak yanlı bakışını yazmış. Keşke bu basitliklerden kurtulsak!

    YanıtlaSil
  2. Adsız16.1.19

    "Aklı başındaki" ve "tarafsız" yorumcumuz yahudilerin veya başka bilmem kimlerin Hollywood'u kullanarak "propoganda" yaptıkları filmleri şaheser görüyordur zannederim. Propoganda diyebilmek için filmde izleyciyi akıl ve mantigin dışında yönlendirme veya kabullendirm olması lazım. Film okul kısmı (filmin ana hikayesini günümüze bağlayan destek hikaye) ve diğer hikaye yaşanmış hikayelerden derlenme. Film bir hikaye anlatılıyor, kendine has yorumu ile, izleyiciyi birşeyi kabullenmeye zorlayacak hiç birşey yok. Bu film son yılların türk sinemasının şaheserlerinden, bu kadar kaliteli olacağına açıkçası ben de inanmadım. Emeği geçenlerin ellerine sağlık.

    YanıtlaSil