18.10.14

The Judge / Yargıç


Parlak Chicago avukatı Hank Palmer, beyaz yakalı son müşterisini Illinois eyalet savcılığının pençesinden kurtarmaya hazırlanırken, annesinin vefat ettiğini bildiren bir mesaj alır.

Hank babasıyla görüşmemektedir ve annesi, son yirmi küsur yılda irtibatını sürdürdüğü -tüm kasabadan da kimseyle görüşmez- tek aile üyesidir.
Onu eve döndürebilecek yegane kişi annesi, yegane olay ise onun ölümüdür.

Ancak, İndiana’nın huzurlu kasabası Carlinville’de Hank’i bekleyen şey, bir cenaze merasiminden fazlasıdır ve asla sıcak bir karşılama değildir.

Hank oradan kaçmaya çalışırken, arasının açık olduğu babasını savunmak üzere geri çağırılır; çünkü, kasabanın 42 yıllık emektar yargıcı olan babası, aniden kendini kürsünün yanlış tarafında bulmuştur.


“The Judge/Yargıç”ın yönetmen ve yapımcısı David Dobkin, “Kaç yaşında olduğumuz önemli değil; çocukluğumuzun geçtiği yuvaya döndükten beş dakika sonra, oradan ayrılırken kimsek yine tam o kişi oluyoruz” diyor ve ekliyor: “O rutinlere geri dönüyoruz; aynı davranış ve iletişim örüntülerine, hayatımızın kalanı boyunca bizi yönlendiren aynı dile getirilmemiş, büyük ya da küçük yanlış anlaşmalara tâbi oluyoruz.”

İki ağır topu, Robert Downey Jr. ve Robert Duvall’ı, ilk kez bir araya getiren film, ister duygular ister şartlar gereği hepimizin karşılaştığı rol değişimlerini irdelemeyi hedefliyor: Yaşlanan anne babalarımıza ebeveynlik yapmayı ve kendi geçmişimizle barışmayı.
Bizler, yetişkin olarak, nasıl da birden bire kendimizi aşina olmadığımız ailevi durumlarda buluyoruz; ve nasıl da bazen en iyi niyetler bile bizi takip edilmesi gereken en iyi yola götürmüyor ya da en iyi sonuçlara ulaştırmıyor.


Filmin başrol oyuncusu ve yönetici yapımcısı Downey şunları söylüyor: “Bu hikayenin beğendiğim yanı, inanılmaz yüzleşme anlayışı; evden uzaklaşan bu adamın, yıllarca görmezden geldiği her şeyle aynı anda yüzleşmek üzere geri dönmek zorunda kalışı. Başarısızlıklar ve başarılar, bunu göremeseler ya da itiraf edemeseler bile, birbirine bu kadar benzeyen insanlar tarafından nasıl bu kadar farklı algılanabilir? Ayrıca, hikaye pek çok sürpriz, manevra ve mizah içeriyor. Bu film bana klasik sinemacılık olarak kabul ettiğim şeyin 21. yüzyıl versiyonu gibi geliyor gerçekten.”

Dobkin, Hank Palmer rolünün Downey düşünülerek yazıldığını, başka bir aktörün aklından bile geçmediğini söylüyor: “Robert’la bir yıl öncesinde tanışmıştık ve çok iyi anlaşmıştık. Bir oyuncuyla kaynaşıyorsam ve yeteneğine hayransam, bilinç altımda bir yerde, o oyuncu için doğru olacağını düşündüğüm bir malzeme aramaya ya da geliştirmeye başlıyorum. Dolayısıyla, bu film bilinç düzeyimde şekillenmeye başlarken, Robert her zaman oradaydı.”

Dobkin’in irdelemek istediği birinci ilişki, güçlü ataerkil baba ile evi yıllar önce terk etmiş oğlu arasındaki ilişkiydi.
Bu oğul, hâlen süren ve görünüşe göre babasıyla arasında kapatılması mümkün olmayan uçurumdan ötürü, çocukluğundan kalma tüm o sorunlarla yüzleşmemek için evine hiç dönmemişti.

Çetin ceviz yargıç babayı canlandıran Robert Duvall, projeye seve seve katılma nedenlerini şöyle açıklıyor: “Zekice bir senaryoydu; çok iyi yazılmıştı ve karakterler muhteşemdi —kesinlikle oyunculara dayanan bir filmdi. Üstüne üstlük, projede yer alan kişilerle çalışmanın harika olacağını düşündüm. David kendi tutkusunu ve azmini filme kesinlikle çok olumlu bir şekilde yansıttı; yani, benim için çok cazip bir projeydi.”


Kısa süre önce kendi şirketleri Team Downey’yi kurmuş olan Robert Downey Jr. ve yapımcı ortağı ve eşi Susan Downey “The Judge/Yargıç”ın ilk yapımları olmasında kararlılardı.
“Robert’la birlikte çıkış filmimiz olarak gelişim aşamasında olan pek çok projeyi değerlendirdik. Bu film aslında biraz radarın altından uçuyordu. Sadece müthiş bir senaryoya sahipse yapacağınız türde bir filmdi… ve buna sahipti” diyor Susan Downey.

Hikaye Dobkin’in aklına ilk olarak, kişisel bir kayıp yaşadıktan sonra, ABD’deki yetişkin çocukların yaşlı ebeveynleriyle nasıl ilişki kurdukları üzerine düşünürken geldi.
“Dünyanın pek çok yerinde, birkaç nesil tüm hayatlarını aynı evde bir arada yaşıyor; bu tamamen doğal” diyen Dobkin, şöyle devam ediyor: “Ama biz Amerikalılar büyük çoğunlukla anne babamızla birlikte yaşamıyoruz. Yani bir bakıma, onların gerek fiziksel, gerek duygusal açıdan yaşlanışına karşı duyarsız oluyoruz. Annelerinin ölümünün ardından üç erkek kardeş ile babalarının bir araya geldiğini ve bunun nasıl bir şey olacağını hayal etmeye başladım.”

Dobkin hikayeyi geliştirmek, karakterleri bulmak ve senaryo taslağını üretmek için Nick Schenk’le birlikte çalıştı.
“Nick’in yazım stilini çok beğenirim, bu yüzden onu aradım. Oturduk ve ona fikrimi anlattım. Gözleri parladı; ve bu kişisel, duygusal yolculuğu bir araya getirdi” diyor yönetmen.

Schenk ise şunları aktarıyor: “David fikrini anlattığında bana en çarpıcı gelen şey, annelerimizin kaybından dolayı anında bir bağ kurmamızdı —o annesini yeni kaybetmişti, ben de kaybetmek üzereydim. O zaman anladım ki çoğu ailede anne gerçekten de el bombasının pimi; dolayısıyla, o gittiğinde, parçalar havaya uçuyor. Öte yandan, bu bir toplanma noktası da olabilir.”

Downey çifti projeye dahil olduktan sonra, onlar ve Team Downey’den yapımcı David Gambino, hikayeyi ve karakterleri geliştirmeye devam etmek üzere düzenli olarak bir araya geldiler.
Dobkin şunları kaydediyor: “Hem baba hem de oğlun suçluluk ve pişmanlığının tüm arka hikayesinin yanı sıra, şimdi iki adamın bir cinayet davasının ortasındaki gizemi çözmeye çalışırken ve oğlun babayı savunması gerekirken nasıl çarpıştıklarını irdelemek önemliydi.”

“Daha en başından, David’le çalışmak çok hoşumuza gitti, işler genellikle başladıkları şekilde bitiyordu” diyor Robert Downey Jr. ve ekliyor: “Gerçekten ardına düştüğümüz şey onun motivasyonu ve vizyonuydu. Çıkış noktamız buydu.”

Yapımcılar daha sonra, her şeyi derleyip toplaması için senarist Bill Dubuque’ya başvurdular.
“Bill, Amerika’nın iç kesiminde büyümüş, dolayısıyla bir yargıcın küçük bir kasabada gerçek bir güç odağı olması durumuyla ve onun oğullarıyla, özellikle de Hank’le ilişkisiyle hemen özdeşleşti. Karakterlerin uyumunu ve kim olduklarını çok iyi anladı” diyor Gambino.


Dubuque ise şunları dile getiriyor: “Bir Ortabatı duyarlılığı istediklerini biliyordum. Onlar da bunun tam benim çöplüğüm olduğunu hissettiler. Diyaloğu yoğun bir sözlü mücadele istedim çünkü bu benim alanım. Hikaye büyük ölçüde mahkeme salonunda geçiyor, ama tipik bir mahkeme filmi değil —bir aile draması. Dolayısıyla, bu insanların nereden geldiğini bilmek önemliydi. Özellikle de bu iki adam neden hem böylesine farklı hem de böylesine benzerdiler? Ve ters giden o lanet olası şey neydi? Tüm bunları yakalayabilirsem, insanların özdeşleşebileceği bir şey ortaya çıkarabileceğimi biliyordum.”

Susan Downey ise, “Hatırlıyorum da, nihayet Bill’in taslağını okurken, yaklaşık 60. sayfada Robert’a kalanını okumaktan korktuğumu çünkü ikinci yarısının ilk yarısı kadar iyi olmasına imkan ihtimal olmadığını söyledim. Ama öyleydi” diyor.

Dobkin’e göre de, “Bill’in yazımında gerçek bir stil var. Çok net, keskin ve özlü. Onun karakterleri hata yapmaktan ve işleri daha da berbat etmekten korkmuyor. Çok edebi ama aynı zamanda çok eğlenceli.”

Ön yapım sırasında bir oyuncu kadrosunun her zaman sahip olamadığı bir lüks olan prova süresi oldukça cömertti ve çekirdek “ailenin” —Downey, Duvall, Vincent D’Onofrio ve Jeremy Strong— 90 dakikalık bir doğaçlamayla, kameralar çalışmadan önce karakterlerine ısınmalarına olanak tanıdı.

“Bir sahneyi canlandırdık. Hepimiz bu aile dinamiğinin çok özel bir durumu olduğunu iyi bildiğimiz için, sahne çok başarılı oldu” diyen Dobkin, şöyle devam ediyor: “Çok heyecanlı ve verimli bir süreçti. Üstelik, klasik tekniklerden, o eski ekol oyunculuk yaklaşımından ne kadar çok şey çıktığına tanık olmak da inanılmazdı. Karışıma eklediğim her şey karakterlerin kişiliklerinde mükemmel bir döngü oluşturdu ve onlar aracılığıyla yaratılan yepyeni bir kapı açtı. Bu, harika basketbol ya da futbol oyuncularını bir araya getirmek gibi: Harikaları bir araya getirdiğinizde nasıl oynayacaklarını bileceklerinin farkındasınız. Onlar gerçekten mükemmel oynayacak hareketlere, beceriye ve deneyime sahipler.”



Babalar & Oğullar

HANK: Sağlam bir savunma oluşturmalıyız.
YARGIÇ: Burada “biz” yok, Henry…

Eğer, söylendiği gibi, babanın günahlarının ceremesini oğul çekiyorsa, oğlun günahları ne olacak?
İşkolik, pahalı avukat Hank Palmer, hiç kuşkusuz her yüksek sınıftan suçlunun mahkeme salonunda yanında isteyeceği adamdır.
Vicdanını mahkeme kapısında bırakan Hank, yasayı kendi amacı doğrultusunda kullanmakta ustadır; ve sunduğu hizmetler en yüksek fiyatı veren içindir; masumların parası, kendisinin de soğukkanlılıkla ifade ettiği gibi, onu tutmaya yetmez.

Dobkin erken bir dönemde Robert Downey Jr.’la yaptığı bir konuşmayı şöyle hatırlıyor: “‘Hank krizde olduğunu biliyor mu, yoksa krizde olduğunu sadece hissediyor mu?’ diye sordum.
Cevabı şöyleydi: ‘Biliyor ama hissetmiyor.’
Hank duygusal bir gerçekliğe sahip olamayacağının kafaca farkında. Başarmayı hedeflediği noktanın zirvesinde olduğu halde, hayatında bir çıkmaza girmiş durumda.”

“Hank rahat olduğu yerde rahat: Chicago’daki evinde, parçalanmakta olan evliliğinde ve hile yaparak nasıl kazanabileceğini bildiği elindeki milyar dolarlık davada” diyor Downey ve ekliyor: “Ona rahat hissettiren şeylerin tümü başkalarını rahatsız hissettiren şeyler.”

Hank nadiren gardını düşürür; etrafına ördüğü çapraşık ilişkiler arasında dikkatle gezinir; kendisine yakın olanları kol mesafesinde tutup, çok az kişiyi içeri alır: Annesini ve kızını.
Duygusal dünyasının etrafında sağlam bir koruyucu duvar yaratmıştır; kendi içine dönüp bakmasını sağlayacak en ufak fırsatları bile alaycı mizah ve entelektüel üstünlükle bertaraf etmeyi seçer.
Gençlik çağlarındaki yaraların kaynağıyla arasındaki mesafeyi koruyarak, duvardaki herhangi bir çatlağın büyümesinin önüne geçer… ta ki ilk ve en büyük huzur kaynağı olan annesinin kaybı yüzünden eve dönmeye mecbur kalana dek.


“Hank’i canlandırmanın güzel yanlarından biri, kendimin —ve herkesin— yerinden kalkıp kaçmak isteyen o yanını irdeleme fırsatı bulmamdı. Hank, Carlinville’e vardığı anda, orası hariç herhangi bir yerde olabilmek için, yer yarılsa da içine düşsem diye düşünüyor.”

Aktör şöyle devam ediyor: “Hank oldukça kapalı biri. Hayatını zihinsel ve fiziksel olarak yaşıyor; duygusal olarak değil; duygusal davrandığı zamanların sonuçlarından tamamen kaçıyor. Ayrıca, kazanmaya da çok alışık; kimliğinin, mesleğinin büyük bir kısmı buna bağlı; fakat bunun başkaları için bir önemi yok. Ve elbette, babasının bir yargıç, kendisinin de çok başarılı bir savunma avukatı olması Hank hakkında çok şey anlatıyor.”

Dobkin, Downey’nin roldeki özgürlüğüne hayran kaldığını belirtiyor: “Bir filme Hank kadar hasarlı bir karakterle başlamak ve bu konuda dürüst olmak çok karmaşık ve riskli bir şey. Robert hiçbir tür sahneden, ya da Hank için ilk bölümlerde olduğu gibi, hoşlanılmamaktan asla korkmuyor çünkü, karakterini, yolculuğunda onunla birlikte kalmak istemenizi sağlayacak kadar cazibeli bir şekilde canlandırabiliyor. Robert komedi ile dramanın güzel bir birleşimi; sanatının tarzı üzerinde inanılmaz bir kontrole sahip. Sete her gün aç, meraklı ve harika bir şeyler yapma arzusuyla geldi.”

Downey ise, “Bu film benim adıma oyunculuğumun klasik köklerine geri dönmek için bir fırsattı” diyor ve ekliyor: “Hank muazzam bir baskı altında; ve üzerine gitgide daha fazla yük biniyor ve bu da onu gitgide daha az özgüvenli yapıyor. Oysa alışık olmadığı, hiç de hoşlanmadığı bir his bu. Haklı olduğundan eminken, kimse onu dinlemiyor; emin olmadığında ise, herkes yanıtları ondan bekliyor. Her gün bir tür ateş çemberinin içinden geçmek zorunda. Daha önce hiç bu denli kurtuluş ve kefaretle ilgili bir rol canlandırmamıştım; ve bu, Hank’i oynamanın hem en büyük zorluklarından hem de en büyük keyiflerinden biriydi.”

Geleneksel Amerikan ailelerinde, Hank parmakla gösterilen bir örnek oluştururdu: Büyük şehre gitmek için yetiştiği küçük kasabayı arkasında bırakan ve eşsiz bir başarıya imza atan bir adam. İster “Ona göstereceğim”, ister “En sonunda beni görmesini sağlayacağım” şeklinde olsun, Hank’in hukuk fakültesindeki yüksek notları ve çalıştığı şirkette basamakları hızla tırmanışı üç şekilde yorumlanabilir: Ya tipik kara koyunun başarıya ulaşması hikayesi; ya babasının izinde kendi yolunu çizen bir genç adam hikayesi; ya da en büyük olasılıkla, ikisinin bir karışımı.

Hank eve döndüğünde, çok soğuk bir karşılama yaşar; ona neredeyse ahlaksız biriymiş gibi bakılır; kariyerindeki başarılar “aşağı” görülür ve evlilikteki başarısızlığı her şeyi siyah-beyaz gören babası Yargıç Joseph Palmer tarafından yüksek sesle dile getirilir.
Palmer aile reisi tarafından hiçbir şekilde sıcak karşılanmayan —grinin tonlarında yaşayan— Hank geldiği gibi merasimsizce kapıdan çıkıp gider.


Dobkin’e göre, “Joseph Palmer eski dünyayı, eski ahlak anlayışını temsil eden bir adam. Ona göre her şey; bir adamın hayatını nasıl yaşadığıyla, nasıl bir noktada sona ereceğiyle ve nasıl hatırlanacağıyla çok alakalı. İnsanlara yardım etmek ve bir ideali korumak şeklindeki mirası kendisi için çok önemli. Oysa Hank, zirveye çıkmak için ne lazımsa yapmanız gerektiğine ve oraya vardığınızda da yasal olduğu sürece manipülasyonun bile kabul edilir olduğuna inanıyor. Mahkemenin ona kazandığını söylemesi yeterli; müvekkilinin aslında korkunç şeyler yapmış olması, ya da kendisinin müvekkiline yardım etmek için korkunç şeyler yapmasının gerekmesi umurunda değil. Kendisinin haklı olup olmadığına hukuk karar veriyor. Babası bunu gurur duyulabilecek bir şey değil, gençliğinde asi olan Hank’in kötü davranışlarının devamı olarak görüyor.”

Robert Duvall şunu kabul ediyor: “Yargıç onurunu kaybetmektense, hapse girmeyi kesinlikle tercih eder. Bu durum oğulları Glen, Hank ve Dale için işleri karmaşık hâle getiriyor. Dale için bunun nedeni evde yaşıyor olması; Glen için bunun nedeni Dale’in babası rolünü üstlenmek istememesi; Hank için ise bunun nedeni bilinç altında, davayı kazanırsa babasının onayını da kazanacağını sanması.”

Duvall,i böylesine karmaşık bir karakteri canlandırmaktan keyif aldığını sözlerine ekliyor: “Pek çok çelişkisi var; tıpkı hepimizin hayatında olduğu gibi. O bir aile adamı ve oğullarını seviyor ama sevgi gösterisini her zaman eşine bırakmış; şimdiyse eşi öldü. Dolayısıyla, oğullarıyla, özellikle Hank’le kendi başına bağ kurmakta çok yetersiz. Yıllardır görüşmemişler; her şey Hank’in annesi aracılığıyla olmuş, dolayısıyla aralarında bir etkileşim yolu yok. Ayrıca, Yargıç geçmişte olan bir şey için Hank’i asla gerçekten affetmemiş —etmişse bile, sanırım bunu kendine bile itiraf edemiyor. Kısacası, bu karakter bana üzerinde çalışılacak, kendi içimde bulabileceğim pek çok şey verdi.”

Dobkin de şunları söylüyor: “Senaryoyu ilk okuduğumda, öykü bana Bobby Duvall hissi verdi. Bu rolü oynayabilecek pek az adam, —o kadar güçlü, rolün gerektirdiği kadar sert vurmaya istekli ve iyi görünmeyi kafasına takmayan— çok az aktör var, bence. Duvall’ı izlemek gerçekten bambaşka bir şey; oyunculuğu inanılmaz. Ve bence yargıç karakteri onun kariyerinin en müthiş performanslarından biri olabilir ki bu çok şey ifade ediyor. Bunda benim hiç payım yok, sadece kendisinin payı var. Sete geldi ve sahnelerinde her gün ağzımı açık bırakan şeyler yaptı. Kullanamayacağımız tek bir kayıt yoktu.”


Downey de bu görüşe katılıyor: “Onun öylesine sessiz ama bir o kadar yetkin oluşunu izlemek bana çok şey öğretti. Ben tam tersiyim; çok farklı tarzlarımız var. Aslında, hepimizin öyleydi gerçekten. Tüm bu farklı çalışma şekillerinin bir araya geldiğini ve hakikaten kaynaştığını görme şansı elde ettim. Bu deneyim sayesinde, mesleğimize çok daha derin bir saygıyla setten ayrıldım.”

Duvall da aktörden hayranlıkla söz ediyor: “Çok ama çok yetenekli. Gerek performansında, gerek kamera arkasındaki yapımcılık görevinde hem çok rahat hem de çok kontrollüydü; dolayısıyla, onunla çalışmak benim için bir zevkti.”

Mahkeme salonunda adil ama sert olan Yargıç Palmer kırk yıldan uzun süre, kasabasının kutsallığını korumuştur; Hank’in bugün kürsüde gördüğü adam evde son olarak yaşadığı zaman tanıdığı aynı adam gibi görünmektedir. En büyük oğul Glen (Vincent D’Onofrio) saatte 145 km. hızla top atabilen bir beyzbol dehasıydı ve Hank’in hatırladığı kadarıyla babasının gözdesiydi. Ve Yargıç, sorumsuz Hank’i Glen’in büyük ligde oynama hayallerinin peşinden gidememesinden sorumlu tutmaktadır.

“Bence insanlar buradaki her gün yaşanan gerçek aile dramlarını tanıyacaklardır” diyen D’Onofrio, şunu da ekliyor: “Bazıları komik; bazıları yürek burkucu —bu tür bir filmin olması gereken her şey; çünkü hayat böyle bir şey.”

Aktör, Glen’le arasında güçlü bir bağ hissettiğini ve gerek aileyi gerek kasabayı oluşturan karakterlerin çeşitliliğinden keyif aldığını belirtiyor: “Her karakter kendi hikayesi olan bir birey; ve hepimizin güçlü duygusal anları var. Bunun bir parçası olmaktan büyük gurur duydum.”

Bir lastik ve jant dükkanı işleten Glen, gençken yaşadığı bir sakatlık yüzünden yıldız bir sporcu olarak yaşama hayallerini geride bırakmak zorunda kalmışsa da, potansiyelinin ve babasının duyduğu gururun kanıtları Palmer evinde el değmemiş şekilde durmaktadır: Bu, Hank için kendi kariyerindeki başarılara atılmış bir tokattır; Glen içinse neler yaşayabileceğini hatırlatan bir abide. Üstelik, her ne kadar Glen erkek kardeşini suçluyor gibi görünmese de ve sevgi dolu bir eş ve iki oğluyla iyi bir yaşam sürüyorsa da, Yargıcın davayı kazanamaması durumunda kendisinin daha fazla sorumluluk üstlenmek zorunda kalacağı fikri belli ki Glen’i ezmektedir.

“Glen’in en küçük kardeşi Dale’le ilişkisi şu an için pek iyi değil” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Glen hüsran yaşıyor çünkü anneleri etrafta yokken ve babaları da hapse giderse, Dale’in sorumluluğunun kendine kalacağını görüyor. Bunu kaldırabileceğinden emin değil. Ya da belki de bir seçeneğinin olmaması fikrinden hoşlanmıyor çünkü Hank’in orada olmayacağı kesin.”

Jeremy Strong,i babası ve ağabeylerinin güçlü kişilikleri arasında mülayim bir ruha sahip Dale’i canlandırdı.
Dale —her daim yanında bulundurduğu Super 8 kamerasıyla— Palmer ailesinin işlevsel bozukluklarının “tanığı”, herhangi bir ailenin değişmez parçası olan iyi ve kötü anların gözü kulağıdır.
Ve çok yakın olduğu annesinin vefatıyla sarsılmış olduğu açıkça belli olsa da, her zamanki incinmemiş ve masum hâlini korur ve etrafındaki karmaşaya bir tezat oluşturur.


Strong, “bu karakteri bulmak ve üstlenmek göz korkutucuydu” dedikten sonra şöyle devam ediyor: “Sayfalarda onun kim olduğuna, nasıl olması gerektiğine işaret eden fazla bir şey yoktu ki bu da iyi yazarlığın bir özelliğidir —orada neler olduğunu bulmak için derinleri kazmanız gerekir. Tek belirtilen şey, Dale’in biraz ‘sıradışı’ olduğuydu. Hikayedeki işlevinin masumiyet olduğunu biliyordum. Bu da beni çocuksu bir niteliğe, basitliğe götürdü. Kendi kendini teskin etmek için tekrar tekrar yaptığı hareketlerin, değişim korkusunun ve süreklilik ihtiyacının takip etmem gereken ipuçları olduğunu açıkça gördüm. Böylesine değişmez ve tamamen kendine ait bir frekansta olduğu için de, hikayede başka herkes için adeta duygusal bir rüzgar oku görevi görüyor gerçekten.”

Strong, “El kamerası, Dale ile dünyanın belirsizliği arasında bir bariyer kurarak onun kendini güvende hissetmesini sağlıyor ve ona bir amaç veriyor” diyor ve ekliyor: “Sanırım Yargıç çocuklar küçükken tüm ev videolarını çeken kişiydi ve sonra bir noktada, kamerayı Dale’e devretti. Bu, Dale için bir hobiden öte; bu, onun, dünyasını bir arada tutma, annesinin anılarını koruma, aileyi bir arada tutma yöntemi.”

Yapımcı Susan Downey ise şunları dile getiriyor: “Anne babasıyla bir tür eşsiz ve karmaşık ilişkisi olmayan kimseyi tanımıyorum; bu, büyümenin, ev halkından farklılaşmanızın ve kendiniz olmanızın yapısında var. Bazen çatışma getirir; bazen çok küçüktür, ama vardır. Dale’in bir araya getirdiği eski ev videolarından, Palmer ailesinin, böylesine paramparça olmadan önceki hallerinden kesitler yakalıyoruz: Harika bir baba, anne ve üç küçük şirin çocuktan oluşan inanılmaz sevgi dolu ve sıcak bir aile görüyoruz. Ama bir şeylerin yaşanmış olduğu açık; ve bizim filmimiz büyük ölçüde bu sırları açığa çıkarmayı amaçlıyor —sırlardan bazılarını karakterler biliyor ve bize ifşa ediyorlar; ama bazı sırlar var ki, onlar bile bilmiyor; birbirlerinden saklamışlar. Biz bunları çok güzel örülmüş performanslar aracılığıyla kademeli olarak öğreniyoruz.”

Yapımcı Gambino’ya göre, “Robert, Vincent ve Jeremy birlikte vakit geçirmeye ve aralarında bir bağ oluşturmaya karar verdiler ki, erkek kardeşler rolünde birbirleriyle rahat olabilsinler, sete geldiklerinde o aşinalığa sahip olsunlar. Ve öyle de oldu. Onların tek bir adam tarafından yetiştirilmiş insanlar olduklarına ve ortak bir deneyim paylaştıklarına hakikaten inanıyorsunuz.”

“Üç erkek kardeş ve babaları arasındaki ilişki sayfalardaki her şeyin ötesine geçti” diyor  Dobkin ve ekliyor: “Bu dörtlünün arasındaki kimya çok özel ve çok dinamikti. Performansları son derece ayrıntılı ve çok yönlüydü. Samimi söylüyorum, onları saatlerce izleyebilir ve kendimi tamamen kaptırabilirdim.”

SAM: Seni burada görmeyi seviyorum, ama saf değilim, Hank. Seni bilirim.
HANK: Ne bildiğini sanıyorsun?



Yeni Yangınlar & Eski Alevler (Sevgililer)

Hank annesinin cenazesi için Carlinville’e geri döndüğünde, babası ve kardeşlerini orada bulmayı bekliyordur, ama lise aşkı Samantha Powell’la karşılaşmayı hiç ummuyordur.

Dobkin, Sam’i şöyle tanımlıyor: “Neler olabileceğini, elimizden kaçırdığımız, geriye dönüp baktığımızda, ‘Belki biraz daha olgun olsaydık, farklı bir yerde ve zamanda, birkaç farklı kararla, belki… sadece belki’ diye düşündürten kişi.”

Susan Downey’yle daha önce de çalışmış olan Vera Farmiga, bunu yeniden yapmaya istekliydi.
Ayrıca, senaryoyu da çok dokunaklı buldu. “Çok sarsıcı, gaddarca dürüst ve duygusal bir hikayeyi son derece ayrıntılı biçimde anlatıyordu. Çok samimi söylüyorum, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bir çatışma döngüsünü kırmaya çalışmayan bir baba oğul hiç tanımadım. Bu, bağışlama hakkında çok güzel bir hikaye; sadece baba ve oğullar değil, her karakterin, bir düzeyde, bağışlamayı ve bağışlanmayı öğrendiği bir öykü” diyor aktris.

Sam’in, Hank’in geçmişteki kötü davranışını dile getirmekten çekinmemesi Farmiga’nın hoşuna giden bir diğer unsurdu.
Aktris bu konuda şunları söylüyor: “Hank, Sam’i hiçbir uyarı ya da özür olmadan öylece terk etmiş. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, Hank dönüp karşısında ilk aşkını buluyor. Bunu, Sam gibi, zarif, şımarık, zeki ve özgüvenli bir kadın aracılığıyla irdeleme fikrine bayıldım. Sam bana içinde çalışabileceğim gerçek bir oyun alanı sağladı; kendi kırılganlığı için son derece güçlü, kendiyle ve yaptığı seçimlerle son derece barışık. Kimseye kendini kanıtlamak zorunda değil; yani, onun durumu, kendini bir bakıma tekrar tekrar kanıtlamak zorunda olan Hank’le tam bir tezat oluşturuyor.”

Robert Downey Jr. ise, “Bazı açılardan, Sam bu filmin kalbiymiş gibi hissediyorum. O, Hank’in geride bıraktığı kız; muhtemelen başına gelmiş en güzel şeydi ama bu fikre hâlâ direniyor. Gözünün önünde olanı, bu çetin ceviz, sade, çılgın, gelişmiş, kadınsı şahsiyeti kabullenmek istemiyor. Vera tüm bunları bütünüyle yansıttı. Herkesin ağzını açık bıraktı. Bazen kameranın önündeyken, karşınızda feci dürüst, sizi kitap gibi okuyan, zorlayan biri olur. Vera’yla her gün öyleydi. İnanılmazdı.”

Farmiga da rol arkadaşından aynı ölçüde etkilendiğini ifade ediyor: “Robert yanında birkaç dakika bulunduktan sonra bütün ömrünüz boyunca tanışıyormuşsunuz gibi hissettiğiniz insanlardan. Aramızda anında dinamik bir arkadaşlık oluştu. Çok fazla enerjiye sahip, son derece zarif, açık yürekli, oyuncu ve cömert biri.”

Sam, Carlinville’de Hank’in geçmişinden gelen tek kişi değildir. İndiana-Gary’nin savcısı Dwight Dickham daha da beklenmedik bir karşılaşma olur. Hank’e eski bir davadan dolayı garez besleyen Dickham, Hank’e, ve dolayısıyla Yargıç’a haddini bildirmeye fazlasıyla isteklidir.

Dickham’ı daha önce Duvall’la çeşitli kereler çalışmış olan Billy Bob Thornton canlandırdı. “Çoğu filmde, ben suçlananımdır, suçlayan değil; dolayısıyla, bir de bunu deneyeyim dedim” diyor aktör gülümseyerek ve ekliyor: “Muhteşem bir senaryo; kabul etmek için uzun uzun düşünmenize gerek olmayanlardan. Bence seyirciler iyi hikayeleri seviyor ve bu da iyi bir hikaye. Robert Downey’yi biraz tanıyordum ve onunla çalışmayı her zaman istemiştim. Duvall’ın filmde olması da benim için hep bir artıdır.”

Thornton, canlandırdığı karakteri, “kibirlik sınırında özgüvenli bir hukukçu” olarak tanımlıyor ve şunları söylüyor: “Downey’nin karakteriyle ödeşmek istiyor ve kendini skoru eşitleyeceğinden emin olduğu bir konuma getiriyor; ama aynı zamanda adalete inanan biri; ve kendisinin bu davada haklı olduğuna inanıyor. Nasıl baktığınıza bağlı olarak, onu ya kötü iyi adam ya da iyi kötü adam olarak göreceksiniz.”

Mahkeme salonunda koridorun diğer tarafında, Dax Shepard, küçük kasabada bir antika satıcısı ve avukat C.P. Kennedy’yi canlandırıyor. Başlangıçta Yargıç kendini savunması için onu tutuyor. Ne yazık ki, deneyimsizliği Hank’in zaten çok düşük olan beklentileri karşısında daha da belirginleşiyor.

“C.P. elbette aptal değil —geri zekalı biri hukuk diploması alamaz” diyen Shepard, şöyle devam ediyor: “Ama çok iyi niyetli ve samimi; ve oldukça saf; Hank gibi bir köpekbalığı değil.  Bunun öncesinde tek bir suç davasına bakmış ve savunduğu kişinin suçlu olduğuna hükmedilmiş. Yani, bu davayı üstlendiğinde skor hanesinde sıfır yazıyor. Etkileyici bir sicil değil.”

Hikayenin başlarında, annesinin cenaze töreninden sonra, Hank’in babası onunla vedalaşır —elini bile sıkmadan aceleci bir şekilde gönderir. Chicago’ya geri dönmeden önce evden bir an önce çıkmaya duyduğu ihtiyaç, Hank’i ve kardeşlerini yerel bara götürür. Hank burada biranın tadını çıkarır… ve sevimli genç barmaid Carla’nın (Leighton Meester) arkadaşlığının.


“Hank yumuşak konuşan biri” diyor Meester ve ekliyor: “Ama Carla oldukça küstah. Bir ağzı var ve bunu kullanmaktan çekinmiyor.”

Aktris rolü aldığını öğrendikten sonra Downey’den gelen telefonu gülümseyerek hatırlıyor: “Bana ekibe hoş geldin demek için aradı —saat sabah 7:30 gibiydi. Neden o saatte ayakta ve dışarıda olduğumu hatırlamıyorum bile ama bana, ‘Merhaba, Leighton Meester mi?  Ben Robert Downey Jr. Seni bir saat önce aradım ama açmadın’ dedi. Ben de tabi ki, ‘Sabahın altısıydı’ diye yanıt verdim. Ama bu onu etkilemiş gibi gelmedi. Dostça bir telefon konuşmasında bile, sadece iş düşünüyor.”

Oyuncu kadrosunu tamamlayan diğer isimler ve üstlendikleri roller şöyle: Hank’in yedi yaşındaki kızı Lauren rolünde Emma Tremblay; saygın meslektaşının davasında hakim sandalyesinde oturan Yargıç Warren rolünde Ken Howard; Hank’in ilkesiz yöntemlerinden sürekli rahatsızlık duyan Chicago savcısı Mike Kattan rolünde David Krumholtz; ve Carlinville’in en yeni yasa koruyucusu, azimli şerif yardımcısı Hanson rolünde Balthazar Getty.

“Bir şey üzerinde yıllarca çalıştıktan sonra, yeni bir keşif olmasını, sizi şaşırtacak bir şey gerçekleşmesini pek beklemiyorsunuz. Ama sürece inandığım ve performansı sevdiğim için, oyuncu kadrosuna güvendim ve onlar da olağanüstü bir iş çıkardılar. Herkes bütün bu şeyi açıp içine hayal edebileceğimin ötesinde hayat verdi” diyor Dobkin.

HANK: İnan bana, kimse İndiana-Carlinville’e gitmek istemez, herkes oradan gitmek ister.



Büyük Şehirler ve Küçük Kasabalar

Dobkin için hayali Carlinville, kartpostal resmi gibi bir kasaba olmalıydı.
“Arabanıza atlayıp Amerika’nın ortalarına kadar yeterince uzun süre giderseniz, sonunda bir şeylerin değişmediği bir yere denk gelirsiniz. Sade, sakin, özgün, gerçekçi” diyen Dobkin, şöyle devam ediyor: “Yargıç Palmer gibi bir hukuk adamının koruduğu, onun mirasını, ideallerini temsil edecek bir kasaba. Hank Palmer’ın belki bir zamanlar sevdiği ama asla uyum sağlayamadığı bir kasaba. Belki de Cennet Bahçesi’nden kovulmuş gibi hissetmesine yol açan bir kasaba.”

Yapımcılar Cennet Bahçelerini —Carlinville’lerini— Massachusetts- Shelburne Falls’da buldular.
Mohawk Yolu üzerinde, eyaletin kuzeybatı kısmında yer alan tarihi kasabanın zengin bir tarihinin yanı sıra, bölgeye yayılmış pek çok sanat galerisi, bağımsız kitapevi ve stüdyosu bulunuyordu.
Yapım tasarımcısı Mark Ricker, Shelburne Falls’u ilk gördüğündeki düşüncelerini şöyle aktarıyor: “Gerçekten büyüleyiciydi ve filmimiz için yüzde 98 oranında mükemmeldi. Büyük rahatlık hissi verecek mekanlar, eve gelmek isteyeceğiniz tarzda bir yer bulmak istedik. Ana caddeyi dönüştürmeye gelince, sadece bazı levhaları değiştirmemiz ve vitrinleri biraz süslememiz gerekti.”

Ricker şöyle devam ediyor: “David’in söylediği şeylerden biri kasabanın biraz zamanda hapsolmuş, bir tutam Norman Rockwell eklenmiş, film arabalarının hiçbirinin 1990’lardan daha üst model olmadığı bir yer olduğuydu. O hissi kasabanın görüntüsüne katmak birkaç şekilde olabilirdi: Ya bir renk seçimiyle, ya grafiklerdeki punto seçimiyle, ya da Böğürtlen Festivali için afişleri kimin yapmış olacağını düşünerek.”

Shelburne Falls sahneleri üç haftada çekildi ve Baker Pharmacy, Ice Cream Parlor, Good Spirits Liquor Shoppe gibi dükkanların ön cephelerini ve Crawford İlçe Şerifliği yerini tutan Belediye Binası’nın ön kısmını değiştirmeyi gerektirdi.
Ekip, ayrıca, kasabanın güzel şelalelerine de yer verdi.
Şelale, Flying Deer Restoran’ın yerine geçen Salmon Falls Artisans Showroom’un yanı başındaydı; restoranın iç mekan sekansları ise eskiden Mole Hollow Mum Şirketi olan Golden Herbal Apothecary’de çekildi.
“Sam’in çalıştığı Flying Deer Restoranı’nın iç kısımları tamamen o binanın boş kabuğu içinde yaratıldı çünkü muhteşem şelalenin manzarası nefes kesiciydi” diyor Ricker.
Yapım ekibi çevre kasabalar Colrain, Hadley ve Deerfield’daki virajlı, iki şeritli asfalt yoldan da yararlandı.
Shelburne Şelaleleri’nden Plymouth’a geçen ekip, burada göl kıyısı kulübesinde üç gün, Chicago mahkeme sahnesini gerçekleştirdikleri Plymouth Yüksek Mahkemesi’nde bir gün çekim yaptı.

“İndiana’nın kırsal kesimini Boston bölgesinde çekmenin zorluklarından biri belli bitki örtüleri ve —özünde, koloni dönemi New England tarzı olan— mimariden kaçınmaktı” diyor Ricker ve ekliyor: “Göl evini bulmak şaşırtıcı ölçüde zor oldu. Massachusetts’te çoğu göl evi yapılaşmayla çevrili. Oysa biz tek başına duran bir ev istedik. Aradığımızı Plymouth’taki Myles Standish Eyalet Ormanı’nın tam kalbindeki Fearing Gölet’inde bulduk. Bu göletin etrafına dağılmış sadece bir kaç kulübe var. Bölgeyi birkaç kez taradıktan sonra, bizim işimize yarayabilirmiş gibi görünen bir tane buldum. İçinin küçücük odalardan oluştuğuna emindim, ama girip baktığımda, geniş, ferah mı ferah, büyükçe bir açıklığı olan harika bir oda olduğunu gördüm.”

Plymouth’tan ayrılıp Boston’a geçen yapım ekibi şu banliyö kasabalarında tek tek çekim yaptı: Yargıç’ın evinin dış çekimleri için Milton; cenaze evi için Attleboro; kilisedeki sahneler ve adliye binasının dışı için Dedham; Şehir Elektrik Şebeke Binası’nın polis merkezinin iç kısmına mekan oluşturduğu Belmont; ve küçük bir marketin Yargıç Palmer’ın sorunlarının başladığı mini marketin iç mekanını oluşturduğu Buckland.
Ayrıca, Waltham’ın Old Kindred/Braintree Hastanesi’nde de çekimler yapıldı; ve hazır tarihi Concord’dayken, ekip, bir günü de Massachusetts Islah Kurumu’nda geçirdi.

Boston’daki diğer mekanlar ise şöyleydi: Geçmişe dönüş sahneleri Quincy’de bir beyzbol sahasında çekildi; Worcester Şehir Havaalanı İndiana’daki bir havaalanının yerine geçti ve Belmont’taki çok modern bir rezidans Hank’in Chicago’daki evi oldu.


“Açılış sahneleri Chicago’da geçiyor ve bize Hank’i, nasıl biri olduğunu ve kendi için yarattığı dünyayı tanıtıyor”  diyen Ricker, şöyle devam ediyor: “Burasının büyüdüğü yerle tezat oluşturması gerekiyordu ki seyirci onun Carlinville’i neden terk ettiğini, o yerden neden kaçması gerektiğini anlayabilsin.”

Çekimlerin son haftaları Norwood’da devasa, boş bir depoda geçti.
Ricker ve sanat departmanı buraya, kısım kısım, üç katlı Palmer aile evinin ve Yargıç Palmer’ın Carlinville adliye binasının iç bölümlerini inşa etti.
Ricker bu konuda şunları söylüyor: “Bir adliyeyi üç haftalığına kapamak imkansız olmasa bile pratik olmaktan çok uzak. Programlarını ancak bir iki günlüğüne yeniden ayarlayabilirler. Bizim mahkeme salonumuzun iç kısmı Dedham’da dış kısımlarını çektiğimiz adliyeyle bir şekilde uyumlu. Binanın dışındaki mimariden biraz esinlendik, ama ağırlıklı olarak samimi, sevimli, ‘To Kill a Mockingbird’ tarzında, geleneksel Ortabatı adliye yapısını benimsedik. Aslında, muhtemelen gelmiş geçmiş bütün mahkeme filmlerine bakıp, beğendiğimiz parçalardan ve David’in bulup çıkardıklarından bir derleme yaparak, ihtiyacımız olanı bize sağlayacak şekilde birleştirdik.”

Ricker sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tematik olarak, o mahkeme salonu ve dava, Amerikan tarih ve kültüründe adaleti, doğru ile yanlışın hikayesini temsil ediyor. Bu bizim çıkış noktamızdı. Ve Robert Duvall’ın yargıç sandalyesinde oturması, ‘Mockingbird’de çok farklı bir rolde görüldüğü düşünülünce, şiirsel bir ironiye sahip.” O filme ek bir gönderme olarak, mahkeme salonunda bir balkon mevcuttu ve Downey’nin karakteri, babasını çalışırken gizlice izlemek için fark ettirmeden bu balkona çıkıyordu.

Ricker, Yargıç’ın evinin içini oluşturan üç set için, Milton’da dış mekan çekimlerinde kullanılan evi dayanak noktası olarak kullandığını ifade ediyor: “Palmer evinin mimarisi tipik Victoria tarzı; biz de bu ayrıntıları evin içine taşımaya çalıştık.”
Ricker, iç dekorasyon anlamında, buranın 40 yıldan uzun süredir beş kişilik bir ailenin yuvası olduğunu unutmadan çalıştı. “Katman katman tarih ve aile yadigarlarının olması gerekiyordu. Başka bir zamandan kalmış hissi vermeliydi ama şimdiki zamanda bir hikaye anlatılıyordu. Yakın bir zamanda muhtemelen mutfağı yeniden yaptırmış olduklarını, bu yüzden modern elektrikli aletlerin olduğunu hayal ettik” diyor Ricker.

Dobkin üst kat için tüm odaların tek bir koridor üzerinde yer aldığı bir merkezilik hissi istedi.
“Mimari olarak, adeta üç oğlu da Yargıç’ın görüş açısı içinde; onun denetleyici gözlerinden kaçamıyordunuz” diyor Ricker gülerek ve şunu ekliyor: “Hank’in odası banyoyla Dale’in odasına bağlanıyor çünkü onların yakınlığını vurgulamak istedik.”

Dekorda, Hank’in odası için rock grubu posterleri, Glen’in eski odasında ise beyzbol kupaları kullandık. Fakat, Hank cenaze için geri döndüğünde, kendi odasının babasının fazla eşyalarına ayrılmış olduğunu görür: Balıkçılık malzemeleri, dava dosyaları, eski oyuncaklar ve kitaplar. Hank’in odaya ilk adım atışını Ricker şöyle aktarıyor: “Sanki onun çocukluğu unutulmuştu.”

Ricker ve ekibi, ayrıca, eve belki fark bile edilmeyecek ama sahnenin atmosferini incelikle pekiştirecek ayrıntılar eklediler.
Örneğin, Dale’in zamanının çoğunu ev videoları kurgulayarak geçirdiği bodrum katta yer alan bir koltuğu, 1970’lerdeki bir Noel gecesine geri dönüş yapıldığında da görüyorsunuz.
Dobkin ve Ricker’la omuz omuza çalışan kişi ünlü görüntü yönetmeni Janusz Kaminski’ydi.
Kendisi filmde klasik görüntüyü korumak için dijital olarak değil, şerit filmle çekti.  “Başka bir zaman gibi görünen bir yerde geçen ama çağdaş bir film istedim” diyen David Dobkin, şöyle devam ediyor: “Janusz bir ressam. Her gün onu ışıkla çalışırken izlemek, müthiş bir sanatçıyı izlemek gibiydi. Ne muhteşem bir yetenek; monitörde izlediğim her kare enfesti. Ayrıca, Janusz sonsuz bir enerjiye sahip; şeker dükkanındaki bir çocuk gibi. Onun çevresinde olmak çok eğlenceli.”

Susan Downey de, “Janusz ekibe katıldığı için çok mutlu olduk. Robert, Gambino ve ben onun çalışmalarının hayranıyız. Bu film için, stilize ama gerçekçi bir his istedik. Janusz yaptığı her şeye gerçekten bunu katıyor” diyor.

Daha önce de Kaminski’yle çalışmış olan Ricker şunu ekliyor: “Janusz gerçek pencerelerden ışıklandırma yapmayı seviyor; bu yüzden, set tasarımımıza olabildiğince çok pencere dahil ettik; özellikle de mahkeme salonuna. Işığın nereden geldiği, kaynakların ne olduğu, gün ışığı mı yapay ışık mı gibi konuları bol bol tartıştık.”

Yapım tasarımcısı, kendisinin ve Dobkin’in stil, renk ve benzeri konulardaki tüm seçimlerini aktarabilmek için kostüm tasarımcısı Marlene Stewart’la da yakın bir şekilde çalıştı. “Her ortam için değerlendirmeye aldığımız tüm fikirlere ilişkin fotoğrafları kendisine gönderdim ki bizim ne düşündüğümüzden haberdar olsun” diyor Ricker.


Stewart ise şunları söylüyor: “Çağdaş filmler, şaşırtıcı şekilde, dönem filmleri ya da fantezi filmlere göre biraz daha zorlu. Bu ilginç bir projeydi çünkü nispeten sınırlı bir hikayeydi; bir karakter analiziydi. Ayrıca, Amerikan tarihi ve kültürüne ilişkin, belki de artık var olmayan ideal Amerikan kültürü hakkında bir hikayeydi.”

Stewart’ın Chicago’daki açılış sahnesinde Hank’in üst sınıf dünyasını hemen göstermesi gerekiyordu.
“Hank güçlü, başarılı bir avukat ve belli bir maddi başarıyı temsil ediyor. Takım elbiselerini ve gömleklerini özel olarak diktirecek türde biri. Çok güçlü bir erkek imajı bu. Erkekler için takım elbiseler dikmeyi seviyorum; dolayısıyla, Hank’in kıyafetleri yaratmak sabırsızlandığım bir şeydi. Onun tüm takım elbiselerini biz diktik. Ismarlama dünyasına girmek için ilginç bir fırsattı. Robert’ın kıyafetleri çok iyi taşıdığını söylemeye gerek bile yok” diyor tasarımcı gülümseyerek.

Hank küçük kasabasına geri döndüğünde bir dönüşüm yaşar.
Stewart bunu şöyle yorumluyor: “Bir bakıma vazgeçiyor; çocukluk odasına gidiyor ve eski hayatında giydiği kıyafetlerden bazılarını buluyor. Yumuşuyor. Köklerine geri dönmeye başlıyor ve Carlinville kasabasına daha fazla entegre oluyor. Bu, insanların birbirleriyle kenetli olduğu zamanlardaki daha sade bir yaşamı simgeliyor.”

Stewart, “Robert’la çalışmaktan keyif aldığını” belirterek, sözlerini sürdürüyor: “Robert çok cömert. Provalar sırasında oturup sizinle zaman geçiriyor. Onun orada olması, bizlerle etkileşmesi ve her zaman katılımcı olması bize çok fayda sağladı. Bir kostüm tasarımcısı olarak, birisinin size zamanını ayırması ve böylece karakteri beraberce yaratabilmenizden daha fazla isteyebileceğiniz bir şey olduğunu sanmıyorum.”

Zamanın adeta durmuş olduğu küçük bir kasabadaki geleneksel değerleri temsil eden Yargıç Palmer karakteri çok klasik bir şekilde giydirildi.
“Yargıç kendi işini kendi gören bir adam” diyen Stewart, şöyle devam ediyor: “Hoşuna giden bir şey bulduğunda, ondan vazgeçmiyor ve ona iyi bakıyor. Aslında, onu nasıl giydireceğim konusunda ipucunu 1973 model Cadillac Coupe DeVille arabasından aldım. Bunu, geçmişte gardırobunu seçtiği zaman dilimi olarak kabul ettim. Bu yüzden, ona kısa kollu Arrow gömlekler ve ütü istemeyen, önü düz pantolonlar seçtim. Kıyafetleri bunların hâlâ Amerika’da üretildiği döneme ait. Tabi bugüne ait bazı kıyafetler de koyduk ama onlar da son derece klasik parçalar.”


SAM: Sen avukatsın, o senin baban. Şimdi gidersen, buna pişman olursun.



Bam Teline Basmak

Dobkin filmin kimi zaman oyuncu, çoğu zaman keskin olan temalarını vurgulamak amacıyla, “The Judge/Yargıç”ın müziğini yaratması için ünlü besteci Thomas Newman’a başvurdu.

“Thomas Newman’ın müziği bu filmin daima bir parçası olageldi” diyen Dobkin, şöyle devam ediyor: “Onun benzersiz ve özgün tarzı hayalimizden geçen tek tarzdı. Görselleri ona göre tasarladım ve birkaç sahne için sette müziği çaldım. Thomas’ın müziği karakterlerin iç alanlarında gezinmemize yardımcı oldu.”

Newman ise, “‘The Judge/Yargıç’ın müziğini yaparken başlangıçtan itibaren yaklaşımım altta yatan dramatik tonları geliştirmek, espri ve mizahın, daha derin duygusal içeriği feda etmeden kendi yerlerini bulmalarına olanak tanımaktı” diyor.

Dobkin şunu ekliyor: “Thomas bir yandan aşırı melankolik olabiliyor; ve sonra, bir anda, umut ve sıcaklığa geçiş yapabiliyor. Bizi Hank Palmer’ın kim olduğuna, o noktaya nasıl geldiğine, geçmişin ağırlığından öte bir yere gidip gidemeyeceğine dair gizemlerde titizlikle  yönlendirdi.”

Filmdeki hikaye ve karakterler evrensel; herkesin, öyle veya böyle, ebeveynleri vardır; ve ister genç ister yaşlı, herkes bu süreci hem kucaklar hem ona direnir.

Yönetmen sözlerini şöyle noktalıyor: “Bu ailenin filmde yaşadığı şey… hepimiz onu yaşadık, ya da muhtemelen yaşayacağız. Umudum o ki seyirciler irdelediğimiz bu son derece insana özgü duyguları ve davranışları kucaklar; ve karakterlerine sinema salonundan ayrıldıktan sonra da uzun süre hatırlayacağımız şekilde hayat veren, gerek Downey, gerek Duvall, gerekse diğer oyuncularımızın inanılmaz güçlü ve çarpıcı performanslarından keyif alırlar.”