11.11.14

Deniz Seviyesi :: Damla'nın Dilemması


Damla (Damla Sönmez), sekiz yıl kadar önce -üniversite eğitimini de bahane ederek- aldığı ani bir kararla, sevgilisi Burak'a (Ahmet Rıfat Şungar) dahi haber vermeden, kendini ABD'ye atmış; yıllar içinde Amerikalı bir koca (Jacob Fishel) da bularak New York’a yerleşmiş bir hanım kızımızdır..

Mevcut rahat yaşantısına, onu seven Amerikalı kocası ve karnında taşıdığı 6 aylık bebeciğine rağmen, mutsuz görünen bir kadındır Damla..

Büyük ihtimal, geçmişte yaşadığı bazı şeyleri unutmanın ya da telafi edebilmenin güdüsüyle kabullendiği bu hamileliğe, hiç de hazır olmadığını -geç de olsa- anlamış gibidir..

Türkiye'den gelen bir haber üzerine, bütün çocukluğunu ve gençliğinin bir bölümünü geçirdiği Ayvalık'a, kocasıyla birlikte gitme ihtimali, onu hem korkutmuş, hem de fazlasıyla heyecanlandırmıştır sanki..


Korkmuştur; çünkü, yıllar önce hiçbir açıklama yapmadan terk ettiği sevgilisi Burak ile orada yüzleşmek ve ona bir açıklama yapmak zorundadır..
Korkmuştur; çünkü, bir zamanlar sadece sevgilisi değil, her şeyi olan bu genç adamın karşısına yeniden çıktığında, yanında bir koca ve karnında da bir bebek olacaktır..


Heyecanlanmıştır; çünkü, biricik aşkını yeniden görecek, hemen yanında olabilecektir..
Heyecanlanmıştır; çünkü, o da isterse, yani Burak, geçmişte yaptıklarına rağmen onu affedebilirse eğer....

Bazen Aşk Bile Yetmez

Geçmiş, eğer hayatımızı -bir 'şey'in varlığıyla- derinden etkilemiş bir öneme sahipse ve sonradan bunu 'aşacak' bir başka 'şey' de karşımıza çıkmadıysa, işin daha daha da fecaati bu şey, yarım bırakılmış bir gönül meselesiyse, ne yaparsak yapalım, onu yok sayamayız..
Zaten biz yok saysak da o, en kısa ve uygun zamanda kendini hatırlatacak; zamanla onun üzerine kurduğumuz ve sağlamlığıyla kendimizi kandırdığımız yeni yapıyı, depreme yakalanmış bir gecekondu misali yerle bir edecektir..


Ondan sonrası ise belirsizdir; biraz ona bağlıdır, biraz bize, ama en önemlisi, o geçmişimizle girişeceğimiz hesaplaşmanın gerçekliğine ve derinliğine bağlıdır..
Gerektiği gibi hesaplaşıp, gerektiği kadar derine gömemezsek o 'yakıcı ve yıkıcı' geçmişi, asla yeni ve de sorunsuz bir geleceğimiz olamayacaktır..
Zaman zaman hortlayan mazimiz, hem bizi, hem de çevremizi huzursuz etmeyi sürdürecektir..

Aldığı ani ve radikal bir kararla, memleketini ve -asıl önemlisi- çocukluk arkadaşı, ağbisi, dostu, biricik sevdiceği, kısacası her şeyi olan Burak'ı terk ederek ABD'ye 'kaçan' Damla'nın hesap etmediği bir şey vardır..
Herkesi, her şeyi geride bırakarak dünyanın diğer ucuna da gitsen, bizzat kendini de yanında taşıyacaksın.. ve hiç susmadan sana aşkını hatırlatan o kalbini de..


Bir başkasını sevdiğini sansan, onunla evlensen, çocuk da yapsan hiç fark etmez..
Kalbinin sesi hiç durmadan onun adını sayıklıyor, burnun onun kokusunu duyuyorsa hâlâ, sesi kulaklarında yankılanıyorsa eğer, yapacağın fazla bir şey, maalesef yok sevgili kızım..

Dua et ki, o da seninle aynı hislerle dolu olsun; seni hâlâ seviyor olsun, attığın o devasa kazığa rağmen, seni affedebilsin..
Böyle olursa ne âlâ; senden daha mutlusu olmaz sanırım bu dünyada..
Ya tersi olur da her şeye rağmen seni affetmezse..

Öte yandan, bir erkeğin hisleriyle bu kadar da oynanmaz ki..
Böylesine 'hastalıklı' bir ilişkiyi, bir aşk bile kurtaramaz ki..

Damla'nın geçmişinde yatan ve söndüğünü sandığı, ama şu sıralar hafiften lav püskürtmeye başlayan pişmanlık volkanını tetikleyen şeyin hamileliği olduğu, kesindir..
Lâkin, ne olursa olsun, bu genç kadın, hiç de öyle kolayca ve rahatlıkla çözülüp anlaşılabilecek biri değildir; nasıl hareket edeceği de önceden kestirilemeyecek kadar da ketum biridir..
Yakın zamandan bir örnek vermek gerekirse, Gone Girl'deki Amy'nin 'psikopat' seviyesine belki oldukça uzak kalan, ama imkân verilirse eğer, epey de bi 'arıza' olabilecek kapasitede, haza bir Türk kızıdır Damla..
Yapacak fazla bi şey yok, Amerikalı enişteye kolay gelsin diyorum ben..



Bir Tutku Hortlaması

Şu sıralar sinemamızın geleceği hakkında beni alabildiğine umutlandıran, yeni kuşak kadın yönetmenlerimiz yine iş başında..
Mavi Dalga'nın yönetmenleri Zeynep Dadak ile Merve Kayan'a şimdi de Esra Saydam ve Nisan Dağ ikilisi eklendi..

Büyük oranda Nuri Bilge Ceylan'la başlayan ve iyisiyle kötüsüyle yaygınlaşan, bir tür sinemasal gerçekçiliğin çok iyi yansımalarını gördüğüm bu yönetmenlerin ortak noktası; büyük ihtimal içinde yaşadıklarından olacak, iyi bildikleri bir çevreyi, doğasıyla, insanıyla ve olaylarıyla bir belgesel gerçekliğinde, ama samimi bakış açılarını hiç yitirmeden anlatabilmeleri..


Yönetmenler başta olmak üzere, kamera arkasında emeği geçen hemen herkesin görevini en iyi şekilde yaptığı Deniz Seviyesi'nin kamera önünde de tam bir kusursuzluk hakimdi..
Özellikle, göründüğü her işinde tam bir 'yıldız' gibi parlayan Damla Sönmez ile ona eşlik ederken pek de zorlanmayan Ahmet Rıfat Şungar'ın varlığının filme katkısı önemliydi..

Kamera arkası demişken, 'Kız davası' ya da 'Aşk hesaplaşması' denilebilecek -baş döndürücü özelliğe de sahip- o futbol maçı sekansı, benzerine nadir rastlanabilecek bir film ve görüntü yönetmenliği çalışması olarak, aklımda kaldı..

Sonuç olarak, Esra Saydam ve Nisan Dağ, gerilim yüklü bir aşk öyküsünü, daha doğrusu bir tutku hortlamasını, bazen geri plânda, bazen her şeyin önünde, ama tüm yoğunluğuyla hissedilen o sayfiye kasabasının ruhu ve orada sürdürülen mutat yaşantı dahilinde anlatmayı, çok iyi başarıyorlar..


Deniz Seviyesi

Senaryo ve Yönetmen: Esra Saydam, Nisan Dağ
Oyuncular: Damla Sönmez, Ahmet Rıfat Şungar, Jacob Fishel
Yapım: Türkiye, 2014, 105'

  3.5 / 5