25.2.15

!f İstanbul 2015'ten Filmler ve İzlenimler - son


Kaldığımız yerden devam ediyoruz..

M.O.Zh. / The Man In The Orange Jacket / Turuncu Ceketli Adam

Letonya, Estonya - 2014 - 71' - Renkli - DCP - Let Dili, Rusça

Turuncu Ceketli Adam Kubrick’in Cinnet’inden von Trier’in Deccal’i veya Alexandre Aja’nın Yüksek Tansiyon’una sinema tarihinin bazı fevkalede klasiklerinden etkileniyor. (Hollywood Reporter)





Letonya'dan, işinden kovulduktan sonra patronundan intikam alan bir işçi hakkında rahatsız edici bir korku filmi.

Genç bir tersane işçisi işinden kovulmuştur.
Turuncu ceketli bu adam hemen patronunu ve karısını takip etmeye başlar. Patronu ve karısıyla olan sınıfsal karşılaşmanın ardından, yaşadıkları malikaneye sızar ve sessizce evi ele geçirir.
Bu isimsiz adam yeni kimliğiyle, onlara ait olan bu yaşamı hiç çaktırmadan sahiplenmeye başlar.
Ama çok vakit geçmeden evin içindeki tuhaf sesler ve görüntüler onu paranoyanın kollarına teslim edecektir: tıpkı bir zamanlar kendisi gibi turuncu ceketli başka bir adam onu takip etmeye başlamıştır.
Letonya'nın ilk korku filmi olarak addedilen Turuncu Ceketli Adam, Aik Karapetian'ın ikinci filmi.
Karapetian'ın ellerinde gündelik gerçeklik ve sınıfsal farklılık tuhaf, tekinsiz bambaşka bir dünyaya dönüşüyor.
Turuncu Ceketli Adam bu yüzden kışkırtıcı, acımasız ve unutulmaz bir masal!

Filmin mmknmrtb notu ::

"İşinden kovulduktan sonra patronundan intikam alan işçi" ibaresinin vadettiği toplumsal ya da sınıfsal hiçbir endişe taşımayan; "Ulan patron, sen yeterince yedin içtin, hayatın nimetlerinden yararlandın, şimdi çekil kenara da birazcık da ben tadını çıkarayım şu zenginliğin." dürtüsüyle harekete geçen psikopat bir adamın yediği haltlar üzerine, 'vasat' bir korku-gerilim filmi..

Bu arada, 'yoldan çıkan' Birinci Turuncu Ceketli'nin peşinden, ikinci Turuncu Ceketli'nin gelmesini falan düşünerek, bu oldukça sığ filmden bir 'metafor cevheri' çıkarmaya çalışmak, bence gereksiz bir çaba olur..

Yarattığı ve az çok etkili olduğu 'tekinsiz' atmosfer dışında, mesajsız, amaçsız ve de önemsiz bu yapımın tanıtımında alıntı yapılan, üstelik Kubrick ve von Trier etkilerinden bahseden Hollywood Reporter eleştirmeni, sanırım başka bir film izlemiş olmalı..
 
2.5  /5





Et Nous Jetterons La Mer Derriere Vous / Ardınızdan Denizi Serpeceğiz

Fransa - 2014 - 72' - Renkli - DCP - İngilizce, Arapça, Farsça, Fransızca, Türkçe

“Afganistan’da ve Pakistan’da iken ailelerimiz bize diğer tarafta otların daha yeşil olduğunu söylerdi." (Filmden)




Ülkesini terk eden göçmenlerin zor ve mücadeleli hikayeleri.

“Su gibi git, su gibi gel” deriz gidenin ardından, sağlıklı bir şekilde geri dönsün diye.
Ancak Aziz, Sidiqi, Houseine, Younes, Rahim ve Noyan, geri dönecekleri bile kesin olmayan bir yolculuğa çıkıyorlar.
Hayatın yaşanılmaz olduğu ülkelerinden, çoğumuzun yakınacağı, aslında sadece ‘sıradan’ bir hayat için kaçıyorlar.
İran, Türkiye, Yunanistan, Almanya…
Bir sonraki durakları neresi bilmiyoruz.
Kırgın ve yorgun seslerinden dinlediğimiz hikayeleriyle düzeni, sınırları, siyaseti, bürokrasiyi ve insanlığı sorgulatıyorlar bize.
Kanırtmadan, sadece yaşadıklarını anlatarak, vicdanımızı boynu bükük bırakıyorlar.
Koskocaman bir dünyada dapdar ve imkansızlıklarla dolu hayatlara sıkışıp kalan bu insanların hikayeleri, “İnsanca yaşamak bu kadar zor olmamalı” diye haykırtıyor.
Gerçekten de yaşamak bu kadar zor olmamalı…

Filmin mmknmrtb notu ::

İnsanca yaşamak için doğup büyüdükleri topraklarını, ailelerini ve sevdiklerini geride bırakarak, mazide yaşanmış felaketlerle dolu gerçeklere karşın, hiç bilinmeyenlerle dolu bir maceraya atılan bazı insanların konuşmalarına eşlik eden -çoğunlukla- konuyla hiç ilgisi olmayan, kötü çekilmiş ve de kurgulanmış bir takım görüntülerden oluşan bu belgesel film, iç yakıcı konusuna rağmen etkisi çok zayıf, olumsuz anlamda da oldukça 'amatör' bir çalışma..

/5





Toz Ruhu

Türkiye - 2014 - 95' - Renkli - DCP - Türkçe

“Şöhret basamaklarını yavaş yavaş in.” (Filmden)





Tek başına mısın, yalnız mısın?

Metin, güzel bir adam.
Bu cümle böyle kurulduğunda anlarız ki karakter aynı zamanda garip, ya da ‘normal’ dünyada öyle algılanması normal.
Yıllar önce İstanbul’a gelmiş, hiç gocunmadan erkek temizlikçi olmuş; müşterilerine iyi gelen, onlara yalnızlıklarından bağlanan, yargılamayan, yargılanmayı umursamayan, çok sevilesi bir adam.
Yaklaşması kolay, ama yakınlaşması zor.
 Hobi olduğunu iddia ettiği bir hayali var: Fantezi müzik sanatçısı olmak.
Hayatı ne kadar düzenli ve monotonsa, şarkıları o kadar duygulu ve dramatik. Jerzy Kosinski’nin Bir Yerde adlı hikayesinin kahramanını hatırlatan bir karakter Metin.
 Ama çok daha gerçek.
Etrafındaki dünyayı titizlikle temizlerken, yalnız ruhların tozunu fantezi müziğine aktaran bir güzel adam Metin.


Filmin mmknmrtb notu ::

Kendinden başka kimseye zararı dokunmayacak, ulaşabildiği kadarıyla çevresi temiz, adeta cam saydamlığındaki kalbi de pırıl pırıl, çirkinliğe ve şiddete kapalı ruhuyla güpgüzel bir adamın, küçük dünyasından ve de roman olamayacak sadelikteki hayatından ufak bir kesit..

İyi insan, saygılı ve doğru insan olmanın tamamen tedavülden kalktığı, üstelik onlar için hayatta kalmanın dahi güçleştiği bir ortamda çabalamanın beyhudeliği üzerine minimalist bir deneme..

Başta Tansu Biçer olmak üzere, dört dörtlük oyunculuklarla yükselen Toz Ruhu, genel gidişatı ve hakim olan atmosferiyle pek de uyumlu durmayan ve de bu yüzden çarpıcı etkisi daha da büyüyen final sekansıyla, ayrıca güç kazanan bir film..

3.5  /5





Risttuules / Rüzgarların Arasında

Estonya - 2014 - 87' - Siyah Beyaz - DCP - Estonian

“Zaman durmuş gibi hissediyorum. Zihnim Sibirya’da geziniyor, ama aklım evde” (Filmden)





İnsanlık tarihine böyle bakabilseydik, burası farklı bir yer olurdu.

Rüzgarların Arasında bugüne kadar zorunlu göç hakkında yapılmış en şiirsel film olabilir.
1941 Haziran’ında Baltık ülkelerinde evlerinden zorla çıkarılarak Sibirya’ya trenlere bindirilen, on yıllarca açlığa, soğuğa, zor çalışma koşullarına ve ölüme göğüs germek durumunda kalan yüz binleri anmak için yazılmış bir şiir gibi. Gerçek bir hikayeden esinlenen senaryo, Erna ve kızının hikayesini siyah-beyaz yaşayan tablolar, Erna’nın mektuplarını okuyan üst ses ve fısıltıları ortam sesleriyle karıştıran bir ses tasarımı ile usulca aktarırken, izleyiciyi trajediyle daha önce girmediği bir ilişkiye sokuyor ve kalbine işliyor.
Karanlık, çok karanlık bir dönemde, zamanın donduğu anlarda, hafızanın paramparça edebilen hallerinde, bir rüya ya da bir kabus olarak yaşamın bilgisinde ve insanın dayanma gücünün ucu açık sınırlarında bir yolculuk bu. İnsanlık tarihini böyle görebilseydik, burası farklı bir yer olurdu.


Filmin mmknmrtb notu ::

İkinci Dünya Savaşı denilince hemen akla gelen Hitler ve katliamları, aynı zaman diliminde bir başka cephenin diktatörü olarak faaliyetini sürdüren Stalin'in işlediği insanlık suçlarını unutturmamalı.. diyerek başlamak istiyorum sözlerime..

Amaca hizmet eden, çok başarılı, ses, müzik, set ve kostüm tasarımının büyük katkısıyla daha da etkileyici hale bürünen filmin olağanüstü bir estetik duyarlılıkla elde edilmiş siyah-beyaz görüntüsü, onu hafızalara kazıyan, en özgün, en değerli özelliğiydi..

Uzunca bir sürece tekabül eden 'esaret' sahnelerinde, zamanla birlikte donan ve kıpırdamayan figürler, başlangıç ve de finaldeki özgür ortamın varlığıyla hareketlenirler..
Heykele dönüşmüşcesine durağan oyuncular arasında, adeta uçarcasına dolaşan kamera, kâh, yüzlerinden düşüncelerini okurcasına iyice yaklaşır onlara, kâh, bir başka öykünün içine girmek için uzaklaşır onlardan..

Öte yandan, oyuncuların bu hareketsizliğinin, uzun 'plan sekans'lardan oluşan filmin işini kolaylaştıran bir tercih olduğu da söylenebilir..
Duran figürler arasında rahatça hareket eden kameranın, aynı sahneleri, hareketli oyuncularla çalışırken, aynı başarıyla elde etmesi imkânsız gibidir..

Teknik konuları kusursuzca halleden film, tamamına yakını 'mektup' okumalarından oluşan metninin edebi gücüyle, içeriğini de etkin kullanmayı başarıyor..

/5





The Vanquishing Of The Witch Baba Yaga / Büyücü Baba Yaga'nın Yok Oluşu

Macaristan, Polonya, Romanya, Rusya, Ukrayna, ABD - 2014 - 74' - Renkli - DCP - Lehçe, Rusça

“İsminin ima ettiği gibi ve benzersiz orijinalliğiyle unutulmaz.. ve aynı zamanda tamamen yeni bir şey.” Fandor






Uygarlık, ilerleme, folklor ve ortak bellek üzerine kışkırtıcı ve olağanüstü bir belgesel.

Slav masalı Baba Yaga büyülü bir ormanda, tavuk ayakları üzerine inşa edilmiş bir kulübede yaşayan bir cadı hakkındadır.
Jessica Oreck’in büyüleyici filmi, bu çok bilinen masaldan hareket ederek bizi doğa ve savaşın insanla olan ilişkisine dair, Theodor W. Adorno’dan Nobel ödüllü Czeslaw Milosz’a uzanan referanslarıyla muazzam bir yolculuğa davet ediyor.
Klasik belgesel teknikleriyle animasyonu birleştiren ve kişisel anılarla örülü film, şiirselliğiyle kendine hayran bırakıyor.
Sadece Doğu Avrupa hakkında gibi gözükse de, özünde insanın doğayla olan ilişkisini mercek altına alıyor ve insanın içindeki el değmemişliği keşfetmeye çalışıyor.
Masalların, güncel mitolojilerin ve kişisel hikayelerin peşinde, insanoğlunun ekmek kırıntılarını takip eden Büyücü Baba Yaga’nın Yok Oluşu Doğu Avrupa’nın mitik ormanlarına doğru yol alırken arkasında kanlı ve bilinmeyen bir tarih bırakmış insanın doğadaki yerini bulmaya çalışıyor.


Filmin mmknmrtb notu ::

Yukarıda iddia edilenlerin hiçbirini doğru dürüst başaramayan bu belgesel, tarih boyunca insanoğlunun yaptıkları ve yapacaklarına dair, değerli denebilecek, ama gereksizce 'kapalı' bir felsefi metne eşlik eden özensiz ve de alakasız görüntülerle sadece sıkıcı olabiliyor..

Filme adını da veren ve tüm süreye yayılan parça parça bölümlerle ve de illüstrasyonlarla anlatılan halk masalı, bu çalışmanın en ilginç tarafı..
Be arkadaş, hiç olmazsa birazcık uğraşıp, şu masalı animasyon haline getirerek sunsaydınız bari..  
Yani, elli tane ülke birleşiyorlar ve sonuçta böyle bir iş ortaya koyuyorlar ya.. valla bravo!.

1.5  /5