8.3.15

Yeni Dünya :: Kentsel Dönüşemeyenler



Mehmet Ali, karısı Melek ve Down Sendromlu oğulları Soner’den oluşan, çekirdek ailemizle, İstanbul'a gitmek üzere köylerinden ayrılırlarken tanışırız..

Geride kalan aile büyükleri bu ayrılış nedeniyle üzgündür; lâkin, onların da gitmeleri ve bazı işleri yoluna koymaları şart gibi görünmektedir..

Geçirmiş olduğu trafik kazası sonucunda bir bacağı sakat olan Mehmet Ali (Erkan Petekkaya), işsiz, güçsüz, mesleksiz ve meteliksiz bir adam..
'Güzeller güzeli' olmaktan başka pek bi özellik taşımayan Melek (Şükran Ovalı), 'vasıf' olarak kocasının muadili olup; üstelik, erkek hegemonyasının altında ezilmeye de mahkûm bir kadındır..

Köy yerinde problem teşkil etmeyen bu niteliklerle evlenmiş ve üstüne üstlük -hayatı boyunca kendi başının çaresine bakamayacak kadar- hasta bir çocuk sahibi de olmuş bu ikilinin, İstanbul gibi bir 'canavar kent'te tutunabilmesi imkânsız gibidir..

'Berber ve çapkın' hemşeri Harun'un (Cenan Çamyurdu) ayarlamasıyla, kentsel dönüşümün ana merkezlerinden biri olan Fikirtepe'de, yıkılmak için gün sayan bir binaya, geçici de olsa kapağı atan aile, vakit geçirmeden asıl meseleye yoğunlaşır..


Devletin, Soner (Soner Erzincan) gibi bakıma muhtaç hasta çocukların ailesine vermeyi vadettiği aylığı alabilmek için işlemlere başlayan bu çiftin, geçinebilmek ve İstanbul'da kalabilmek için tek umudu -maalesef- budur..
Yani, Melek'in kendini de kandırırcasına, "Biz maaş için değil, Soner'in okulu için geldik buraya" demesine bakmayın siz..


Yönetmen Caner Erzincan, üzerimde, "İyi niyetli bir hevesle başlandığı halde, çeşitli sorunlarını halledemeden çekilip bitirilmiş" izlenimi bırakan, ama genelinde, bir yönetmen pırıltısı da hissettiren ilk filmi Mar'ın çok uzağına düşen bir çalışmayla, yeniden karşımızda..

Hem bu 'iyi niyet' eksikliğinden muzdarip olan, hem de o yönetmen pırıltısının zerresini dahi gösteremeyen (demek ki yanılmışım) Yeni Dünya, benim için tam bir hayâl kırıklığı oldu..


Daha filmin başında, aileyi İstanbul'a uğurlayan Dede'yi oynayan oyuncunun saçma sapan mimiklerle süslü sözde oyunculuk gösterisini izlerken, ne denli özensiz bir işle karşılaşacağımı anlamıştım aslında..
Gerçekten de gördük ki, sevgili yönetmen, bu öngörüme kesinlikle ihanet etmeyerek aynı özensizliği, oyuncu yönetiminin de dışına taşırmış ve tüm filme -bi güzel- yaymış..


Bu arada, zar zor geçinmeye çalışan bir ailede kadının çalışma ihtimalini bile düşünmek istemeyen, iyi kalpli, çalışkan, sabırlı ve ahlâklı erkek; evde oturup çocuğuna bakmaktan bile aciz, hatta vicdansız, namuslu görünen, ama neredeyse  tecavüzcüsüne aşık olacak kadar ahlâki yönden de zayıf ve iffetsiz kadın profillerini odağına yerleştiren film -amacı bu olmasa da- içinde bulunduğu 'ezelden sorunlu' toplumuna, oldukça yanlış ve de özendirici mesajlar veriyor..


Öte yandan, ilk kıpırtılarını 1950'li yıllarda hissettiğimiz, her geçen yıl hızlanıp korkunç bir çığa dönüşünce kaygılandığımız ve asla önüne geçemiyeceğimizi anlayınca da dertlenmeyi bıraktığımız ve de en sonunda hiç olmamış gibi davranarak, hep beraber göbek atmaya başladığımız 'Köyden kente göç' sorunsalımızı -'mikro' seviyeden de olsa- bize yeniden hatırlatan, 'demode' bir film bu..


Onlarca yıldır kotarılmış nice düzgün ve özgün filmlerle ve de başarıyla işlenmiş bu sorunun yeniden ele alınması değil sadece demode olan; bunca yılın sonunda değişen ve gelişen Türk Sineması'nın ulaştığı hem teknik, hem de sanatsal olanakları yok farz etmekten kaynaklanan bir çağın gerisine düşüş de söz konusu..
Araya sıkıştırılan 'Down Sendromlu Çocuk' motifinin varlığı, bu işi özgün kılamıyor, maalesef..


Çocuk demişken.. Erkan Petekkaya neyse de, Şükran Ovalı'nın 'çok genç' ve 'modelsi' görüntüsü, 14 yaşında falan olduğu söylenen Soner'in en az 34'lük görünümüyle, daha da göze batıyor..
Daha yaşlı ve daha 'köylü' görünümlü oyuncularla, bu 'açık' kapatılabilirmiş; ama bu 'doğru' seçim, seyirciyi sinemaya hiç çekmeyecektir, o da ayrı..
Bu konuda -test edilmiş ve onaylanmış- bir tespiti hatırlatarak, tarafları düşünmeye davet ediyorum: İyi bir yönetmen olmanın, iyi bir film yapabilmenin ilk koşulu seyirci adetini değil, sinema sanatını öncelemek ve bu doğrultuda hareket etmektir..


Eğer, aslında önemi büyük olan 'ayrıntı'lara dikkat edilse, vermeye çalıştığı sosyal mesajın müptezelleşmesine yol açmayarak, yoksulluğu ve yoksunluğu sömürmekten kaçınan bir dil oluşturulsa ve de kendince önemli gördüğü finale bir an önce ulaşmak için senaryoyu arkasından itekleyip duran sayın Erzincan, kendi yarattığı karakterleri, karakterleriyle çeliştirerek, onlara ters taklalar attırmasa, en azından Mar kalitesinde bir film ortaya konulabilirmiş..


Sürekli olarak 'kentsel dönüşüm' yaşayan bir büyük kentte, daha köylülükten kentliliğe geçiş yapamamış yoksul insanların yaşadığı, bitmeyen ve böyle giderse de asla bitmeyecek o çileyi, yeniden, ama çok zayıf bir sinema diliyle hatırlatmaya çalışan filmin nihai mesajı açıktır ve doğrudur: Bize göre değil şu İstanbul; içimizden çıkıp ortama uyum sağlamış bazı şerefsiz eşşoğlueşşekler hariç, yoksul ve iyi insanlara yer yok orada.. Hadi gel köyümüze geri dönelim -Fadime'nin düğününde halay çekmesek de olur-  bizim gibiler ancak ve ancak, orada tutunabilir..



Yeni Dünya

Senarist - Yönetmen: Caner Erzincan
Oyuncular: Erkan Petekkaya, Şükran Ovalı, Cenan Çamyurdu, Volga Sorgu
Yapım: 2015, Türkiye, 95'

  1.5 / 5