11.6.15

San Andreas / San Andreas Fayı



Kötü şöhretli San Andreas Fayı harekete geçip California’da 9 üzeri şiddette bir depremi tetikleyince, bir arama kurtarma helikopteri pilotu (Dwayne Johnson) ve ayrı yaşadığı eşi (Carla Gugino) tek kızlarını kurtarmak için beraberce Los Angeles’tan San Francisco’ya doğru yola çıkarlar.  

Fakat kuzeye doğru yaptıkları bu tehlikelerle dolu yolculuk yalnızca bir başlangıçtır.  
Ve en kötüsünün bittiğini sandıklarında…aslında her şey yeni başlıyordur.

Filmin mmknmrtb notu ::

Belli ki hiçbir masraftan kaçınılmamış görsel efektlerin bir yere kadar ilgi çekici olduğu, tamamının ise ABD malı sürüsüne bereket felaket yapımlarının ortak kalıplarına cuk oturtulduğu San Andreas, sıradan bir blockbuster..

Ayrıca bu film, yönetmen Brad Peyton'ın, Journey 2: The Mysterious Island (2012)'dan beri bir adım bile kendini geliştiremediğinin görkemli bir kanıtı gibi..
Darısı artık istikbalde görünen Journey 3'ün başına..


O değil de, belli ki Peyton, insan azmanı -bir başka deyişle- izbandut Dwayne Johnson'dan pek hoşlanıyor, tamam anladık da her adam her filme de yakışmaz ki be bilader!.
Bu filme uygun olanın -bir nevi King Kong değil de- normal ölçülere sahip ABD vatandaşı görünümlü bir oyuncu olduğunu akıl etmek, böylesine bir adamın çabalarının çok daha etkili olacağını öngörmek bu kadar zor mu allasen?.

O da değil de, onca bina yerle bir oldu, taş üstünde taş kalmadı kılım kıpırdamadı da o tepedeki meşhur HOLLYWOOD yazısının harfleri yerlere yuvarlanınca teker teker, benim de gözlerimden dökülüverdi yaşlar birer birer.. dermişim..

  2 / 5


Aksiyon Gerilim “San Andreas Fayı” oyuncu Dwayne Johnson’ı yönetmen Brad Peyton ve yapımcı Beau Flynn’i yeniden bir araya getiriyor. Üçlü daha önce dünya çapında hit olmuş “Journey 2: The Mysterious Island”da da beraber çalışmışlardı.

Filmde rol alan diğer oyuncular şöyle: Carla Gugino, Alexandra Daddario, Ioan Gruffudd, Archie Panjabi, Hugo Johnstone-Burt, Art Parkinson ve Oscar adayı Paul Giamatti (“Cinderella Man”).

Filmin senaryosu Carlton Cuse’un, hikayesi ise Andre Fabrizio ve Jeremy Passmore’un imzasını taşıyor. Richard Brener, Samuel J. Brown, Michael Disco, Toby Emmerich, Rob Cowan, Tripp Vinson ve Bruce Berman “San Andreas Fayı”nın yönetici yapımcılığını üstlendiler.  

Filmin kamera arkası ekibi; görüntü yönetiminde Steve Yedlin, yapım tasarımında Barry Chusid, kurguda Bob Ducsay, kostüm tasarımında Wendy Chuck’tan oluşuyor. 
Görsel efektler yapımcılığını Randall Starr’ın, görsel efektler amirliğini Colin Strause’un ve müziklerini besteci Andrew Lockington’ın hayata geçirdiği “San Andreas Fayı” seçili salonlarda RealD 3D olarak gösterilecek.   




YAPIM HAKKINDA

“Ya Nevada’da olanlar bir anomali değilse?  
Ya bir öncüyse?” – Dr. Lawrence Hayes

“San Andreas Fayı” tarihin gelmiş geçmiş en büyük çaplı depremini hayal ediyor: Nevada’daki Hoover Barajı yakınlarında, daha önce fark edilmemiş bir fay hattı boyunca meydana gelen sismik hareketler, sınırı aşarak California’nın kötü şöhretli San Andreas Fayı’nı tetikleyince, Los Angeles’ın tamamını sallayan dev bir deprem meydana gelir. Ama her şey bununla bitmez. Şok dalgaları fay hattı boyunca ilerler ve San Fransisco’ya kadar kaos ve yıkım dalgası yaratır. 

Dwayne Johnson afet gerçekleştiğinde çok kişisel bir görev üstlenmek zorunda kalan LAFD (Los Angeles İtfaiyesi) Araştırma Kurtarma helikopter pilotu Ray’i canlandırıyor. 
Ray her şey yerle bir olurken, hem ayrı yaşadığı eşini hem de kızını güvenli bir yere götürmeye ant içiyor. 
Aktör, “Senaryo beni yakaladı. Etkilendim. O kadar sürükleyiciydi ki elimden bırakamadım” diyor ve ekliyor: “Bir deprem olduğunda, öncesinde hiç uyarı yoktur. Yer değiştiren tektonik plakalar artçı şokları ve hatta başka depremleri tetikleyebilir. O durumda, an be an hayatta kalmaya çalışırsınız. ‘San Andreas Fayı’nı böylesine heyecanlı kılan şey bu. Sürekli olarak sizi tetikte tutuyor.”  

Johnson şöyle devam ediyor: “Bu tür bir filmde boyut ve çap çok önemlidir. Gelmiş geçmiş en büyük depremi hayal ediyorsanız, izleyiciler için bu nasıl görünmelidir? Ray için ise, konu hayatta kalmanın ötesinde, ailesini bir arada tutmaya çalışmak…birçok anlamda.”   



Sadece Johnson’ı değil yönetmen Brad Peyton’ı da projeye çeken şey, dev çaplı afet ile çok yoğun kişisel bağlantıların füzyonuydu. 
O sırada proje, yapımcı Beau Flynn’le hâlâ gelişiminin son aşamalarındaydı. Üçlü daha önce dünya çapında hit olmuş “Journey 2: The Mysterious Island”da birlikte çalışmışlardı. 
Dolayısıyla, her şeyin –aksiyon, çap ve duygusal temalar– daha da üst seviyeye taşındığı böylesine çok farklı bir hikayede yeniden bir araya gelme fırsatını kaçırmadılar. 
Peyton bu konuda şunları söylüyor: “Bu daha önce yaptığım her şeyden farklı. Gerçeküstü öğeleriyle olduğu kadar, içindeki dürüstlük anlamında da daha zorluydu. Karakterlerin gerçekçi olmasını istedim ki izleyiciler geriye yaslanıp güvenli bir noktadan onları izlemek yerine, olayları karakterlerin bakış açısıyla görsünler. Çünkü, aksiyon ne kadar güçlü olsa da, her hikayenin özünde önemsediğiniz insanlar vardır.”  
“San Andreas Fayı”nın fikir babası Flynn’di. Kendisi uzun zamandır klasik felaket filmlerinin hayranıydı ve foto gerçekçi görünler yaratmak için türü bugünün üç boyutlu olanaklarına ve son teknolojisine taşımaya istekliydi. Bunun ötesinde, kendi ifadesiyle, “Bu filmin bende böylesine bir etki yaratmasının nedeni, Los Angeles’a taşınmamdan üç hafta sonra yaşadığım Northridge depremiydi. Daha önce hiç sarsıntı yaşamamıştım. Böylesine büyük bir depreme maruz kalmak dehşet vericiydi, sarsıcıydı. Kendinizi küçük ve alçak gönüllü hissetmenize yol açıyor. Miami’de, yani San Fransisco’dan 4.500 km uzakta büyümüş olsam da, San Andreas Fayı her zaman çok ilgimi çekmişti. Sanırım bu, insanların bilerek ya da bilmeyerek, hep farkında oldukları bir şey. Genel geçer bir şey.”   
Yapımcılar izleyiciyi diken üzerinde tutmak için, “San Andreas Fayı”nda sinematik çıtayı yükselttiler. Gerçek dünyanın bir tehdidine yaratıcılık serbestisi uygulayan hikayenin  geniş ölçekli senaryoları yüksek bir aksiyon ve drama hissi hedefliyor. Öte yandan, perdede betimlenen her şey gerçeklere dayanmasa da, film onun ardındaki gerçekliği yine de kabul ediyor.  



Mart 2015’te, ABD Jeoloji Araştırma Kurumu California’nın önümüzdeki 30 yılda 8 ve üstü şiddette bir sismik olay yaşama olasılığının; ve zincir halkaları gibi çoklu fay kırılması ihtimalinin arttığı tahmininde bulundu. 
Dikkatler uzun zamandır San Andreas’a yoğunlaşmış olmakla birlikte, düzenli bir şekilde basınç biriktiren başkaları da var. 
Bunlar arasında, Orange County’den Los Angeles merkezine kadar uzanan Puente Hills Fayı ve Kuzey California’dan Vancouver Adası’na uzanan, kıyı şeridinde tsunamiler yaratma potansiyeline sahip deniz altı Cascadia Dalma-Batma Bölgesi bulunuyor. 
Son dönemde Nevada, Virginia, Oklahoma, Missouri ve ülke çapında daha önce tespit edilmemiş sıcak noktalarda sarsıntılar tespit edildi ki bu tüm dünyada da geçerli bir durum. 
ABD Jeoloji Araştırma Kurumu’nun tahminlerine göre, her yıl dünyada yaklaşık 500.000 sarsıntı tespit ediliyor; bunlardan 100.000’i hissedilebiliyor, 100 kadarı da hasara yol açıyor.  
“Bütün korkularımı alıp onları senaryoya aktardım” diyor senarist Carlton Cuse ve ekliyor: “Brad’in her sekansı çok yüksek bir düzeyde hayata geçireceğini zaten biliyordum. Ama o, beklentilerimin üstüne çıktı.”
“San Andreas Fayı”, deprem afetinin geniş yelpazesi içinde, ancak böylesine tahmin ve kontrol edilemez bir doğa olayının ortaya çıkardığı en derin dürtülere odaklanıyor: Başkalarına ulaşma ve bizim için en önemli olanı doğrulama ihtiyacı. Peyton’a göre, “Afetler bir şekilde insanların içindeki en iyi yanları ortaya çıkarıyor. Bireyler odak kazanıyor ve güçlerini buluyorlar. Sıradan insanlar kahraman oluyor, kahramanlar ise kendi sınırlarını zorluyorlar.”



Flynn şunu ekliyor: “Bir ‘savaş ya da kaç’ senaryosuyla karşılaştığında ne yapacağını kimsenin önceden tam olarak bilmediğini söylemek adil olur sanırım. İşte bu, filmde irdelediğimiz bir konu.”
Ray’in durumunda, bu içgüdü nihai sınava tâbi tutuluyor. “Dünyanın her yerinde insanlar aile kavramıyla ve değer verdiğimiz insanları korumak için ne kadar ileri gitmeye istekli oluşumuzla özdeşleşebilir” diyor Johnson.  
“San Andreas Fayı” birbirini takip eden üç hikaye işliyor. 
İlk deprem Los Angeles’ı vurduktan sonra, Ray eski karısı Emma’nın (Carla Gugino) yerini bulur. Cesur ve kararlı kadın çökmekte olan bir binanın enkazının üzerine tırmanmıştır. 
Ray nefes kesici bir helikopter manevrasıyla onu kurtarır. Birlikte, 600 km uzaktaki San Francisco’da gerçekleşen ikinci depremin ardından kızları Blake’i bulmaya giderler. 
Kuzeye doğru hızla ilerledikleri sırada, 19 yaşındaki Blake (Alexandra Daddario) müstakbel üvey babası Daniel’ın (Ioan Gruffudd) ortadan kaybolmasının ardından oradan oraya sürüklenmektedir. Genç kızın hayatta kalmak ve güvenli bir yere ulaşmak için içgüdülerine ve pratik zekasına güvenmesi gerekmektedir. 
Bu çabasında ona yeni tanıştığı genç adam Ben de (Hugo Johnstone-Burt) eşlik eder.
“Carla’nın ve Alexandra’nın karakterleri güçlü kadınlar, yardıma ihtiyaç duyan narin kadınlar değil. Bu bizim için önemliydi” diyor Flynn ve ekliyor: “Çok sayıda harika aksiyon sahneleri var ve bu filmde gerçekten müthiş şeyler yapıyorlar. Benim iki kızım var; bu yüzden kadınların böyle roller üstlenmesi özellikle hoşuma gidiyor çünkü gerçek şu ki esas kahramanlar çoğunlukla kadınlar.”



Depremi izlemenin bir yolunu bulduğuna ve felaketin daha da kötüye gideceğine inanan Caltech deprem uzmanı Lawrence Hayes’i Paul Giamatti canlandırdı. Pasadena’daki laboratuarında aksiliklerle, elektrik ve iletişim kopukluklarıyla boğuşan Hayes, kendisiyle birlikte mahsur kalmış televizyon muhabiri Serena’nın (Archie Panjabi) yardımıyla, insanları uyarabilmek için elinden geleni yapar. 
Cuse’a göre, “Sismoloji hikayesi filmin anlatımının belkemiğini oluşturuyor çünkü afeti çerçevelendiriyor ve bağlama oturtuyor.”  
“Brad mükemmel bir hikaye anlatıcı. Dramanın ve hikayenin kalbinin nerede olduğunu tam anlamıyla biliyor” diyen Flynn, şöyle devam ediyor: “Odağı daima karakterlere ve o küçük anlara geri getiriyor; ister yıkımın ortasında bir ilişkiye başlamış genç Blake ve Ben gibi bir çift olsun, ister uzun bir maziye sahip ve işler en kötü noktaya geldiğinde birbirlerinin içindeki en iyiyi yeniden keşfeden Ray ve Emma gibi bir çift olsun.”

Peyton o samimiyet hissinin yakalamak için, tehlikeli sahneleri, setleri ve gerçek efektleri büyük ölçüde bütünleştirerek, olabildiğince çok şeyi kamerayla yapmaya çalıştı. 
Bunun bir örneği, Emma’nın çatıdan kurtarılışıydı. Dakikalarca süren, kesintisiz bu sekansı Payton şöyle açıklıyor: “Çökmekte olan bir binada, kesintiler olmaksızın gerçekten de onunla birlikte hareket ettik. Onunla birlikte ilerliyor, onun gözünden görüyor ve bir yerden diğerine gitmek için saliselik kararlar vermesi gerektiğini hissediyorsunuz çünkü ortam sürekli olarak değişiyor. Carla o adrenalini ve canlandırdığı karakterin baştan sona karşı karşıya olduğu o son derece gerçek tehlikeyi başarıyla aktarıyor.” 
İzleyiciler de benzer şekilde kendilerini bir enkaz çığının yolu üzerinde, bir uçurumdan sarkmış bir arabanın içinde, sualtında ve Hoover Barajı’nın paramparça olan setinin üzerinde hissedecekler.  

“San Andreas Fayı” muazzam sayıda hareket eden parçanın yanı sıra, 1300 görsel efekt çekimi kullandı: Bükülen yollar, çöken köprüler, birçok şehirde baş gösteren yangınlar, dev domino taşları gibi birbirinin üzerine devrilen binalar bu efektlerin bir ürünüydü. Ardından, tam nefesinizi bırakacağınız sırada ortaya çıkan 15 katlı bina yüksekliğindeki bir tsunami –gerçek bir su duvarı– gelip San Francisco’yu vuruyor.  

“Brad kayda değer şeyler yapmaktan gerçekten gurur duyuyor” diyor Johnson ve ekliyor: “Her gün sete tam gaz gelip izleyicileri duygusal ve görsel anlamda doyurmanın yeni yollarını arıyordu.”




TUTUNMAK… VE BİRBİRİNE TUTUNMAK

“Güçlü kal, tatlım. Seni almaya geliyoruz.” - Ray

Araştırma Kurtarma helikopter pilotu Ray Gaines, ayağının altındaki her yer kayıp gitmeden önce de, sarsıntı yaşıyordur. Eski karısı Emma kısa süre önce boşanma kağıtlarını göndermiştir; bu, beklenmedik bir adım olmasa da, kurtarmak için daha çok çaba gösterebileceğini bildiği bir evliliğin sonu anlamına gelmektedir. Ve ilk deprem vurmadan saatler önce, Ray iki üzücü haber alır: Emma erkek arkadaşı Daniel’ın evine taşınacaktır; ve kızları Kuzey California’daki üniversiteye giderken yolda ona Daniel eşlik edecektir. Oysa, Ray, Blake’i kendi götürmeyi ummuştur. 

“Ray yüreği ve haysiyetiyle çok özel bir birey; bunlar her zaman bir rolde aradığınız özelliklerdir” diyor Johnson ve ekliyor: “Her gün bu tür tehlikelerle yüz yüze gelen tüm o iyi erkekler ve kadınlar gibi, Ray de insanlarla ilgilenmeyi, hayat kurtarmayı seviyor çünkü bu hem onun işi hem de yapmayı sevdiği şey. Ama kendi içinde birkaç şeyle mücadele ediyor. Bir boşanma geçiriyor. Bunu yaşamış herkes ne kadar zor bir durum olduğunu bilir, özellikle de çocuğunuz varsa.” Kendisi de bir baba olan aktör şunu vurguluyor: “Kızımı korumak için ne gerekiyorsa yaparım.”



Hem Ray ile ayrı olduğu eşi arasındaki ilişki, hem de Ray ile kızı arasındaki ilişki filmin yapı taşları. Peyton, Johnson’ın Ray’in hikayesindeki tüm katmanları hayata geçirdiğini aktarıyor: “Dwayne dünyanın en iyi aksiyon yıldızlarından biri olmanın yanı sıra; çekici, komik ve samimi. Bunların çok büyük kısmını Ray’e aktardı. Karakteri gerçekçi kıldı ve onu benzersiz biri haline getirdi. Dwayne karaktere bambaşka bir derinlik kattı.” 
 Peyton sözlerini şöyle sürdürüyor: “İki tür kahraman vardır: Duvarların içinden geçebilen ve bizlerin asla olamayacağı türde, durdurulamaz kahramanlar; ve yumruk yedikten sonra tekrar ayağa kalkabilen ve olmayı umabileceğimiz türde insanlar. Ray, bir bakıma, her iki türe de giriyor. İmkansız gibi görünen şeyleri yaptığı ve size, ‘Aman Tanrım!’ dedirttiği anlar var ama onun kusurları ve sorunları olduğunu da görüyorsunuz. Hayatında düzeltmeye çalıştığı hatalar yapmış. Elinden gelen çabayı gösterip bazı şeyleri çözmeye çalışan bir adam sadece. Dwayne, Ray’i anlayabileceğiniz ve destekleyeceğiniz ama bir yandan da yapabildikleri karşısında hayranlık duyduğunuz biri haline getiriyor. Ve elbette, hepimiz Dwayne Johnson olmak istiyoruz.”  
Flynn şunu ekliyor: “Dwayne’in bu role yaklaşımı, ‘Bunu nasıl gerçekçi kılabilirim?’ şeklindeydi, zorlama ya da gösterişli bir karakter yaratma şeklinde değil. Bu çok heyecan verici çünkü onun daha önce canlandırdığına hiç tanık olmadığım bir kırılganlık düzeyi ortaya çıkarttı.”
Ray, Emma’nın haberini sindirmeye çalışırken, ona hâlâ bir şeyler hissettiği ama onun mutluluğu için bu duygularını kendine sakladığı açıktır. Eğer Emma hayatına devam etmek istiyorsa, öyle olsun.  

Emma rolünü canlandıran Carla Gugino bu konuda şunları söylüyor: “Hâlâ dostça bir ilişkileri var. Ayrılma sebeplerinin artık birbirlerini sevmiyor olmaları değil, aşamadıkları, geride bırakamadıkları korkunç bir olay olduğunu, evliliklerinin bu yüzden bozulduğunu öğreniyorsunuz.”



“Carla mükemmel” diyor Flynn ve ekliyor: “Güçlü, seksi ve Dwayne için harika bir eşleşme. Ayrıca, korkusuz bir kadın. Kızını bulmak için dur durak tanımıyor.”
Rolün duygusu ve fizikselliği arasında, “Emma’yı canlandırmak en iyi anlamlarda inanılmaz zorlayıcı, en doğru şekillerde çok yorucu ve genel olarak olağanüstü bir deneyim oldu” diyor Gugino.
İlk deprem Los Angeles’ı vurarak, Emma’nın öğle yemeği yediği gökdeleni ciddi şekilde çökertmeye başladığında, Emma’nın yardım için Ray’i araması şaşırtıcı değildir. Ray onu hayal kırıklığına uğratmaz. Ama bina yerle bir olmadan önce Emma’yı kurtarmayı başarsa da, Körfez Bölgesi’nin de dev bir depremle sarsıldığını öğrenince Ray ve Emma hemen tek bir amaçta birleşirler: O anda San Fransisco’nun enkazlarının altında bir yerde kayıp olan kızlarını bulmak.  
Bu, engellerle ve çıkmaz sokaklarla dolu, tehlikeli ve çılgınca bir yolculuktur. Bu yolculuk sırasında her fırsatı ve helikopterden uçağa, kamyondan sürat teknesine, neredeyse her olası taşıtı değerlendirirler; ayrıca bu süreçte birbirlerine kalplerini de dökerler. “Ne komik ki hayatta bir yöne sapıyorsunuz ve sonra bir şey oluyor ve birden bire bambaşka bir yöne gidiyorsunuz ve tüm bakış açınız değişiyor” diyor Johnson.  
Yüzlerce kilometre ileride, Blake bir yeraltı otoparkında, ezilmiş bir arabanın içinde sıkışıp kalmanın dehşetini yaşamakta ve kendini toparlamaya çalışmaktadır. Birkaç saniye haricinde anne babasıyla telefonla iletişim kuramayan genç kız, babasının kendine verdiği hayatta kalma derslerinin hâlâ aklında olduğunu ve kendine rehberlik ettiğini fark eder.  



“Her an her şey olabilir; hayatı önceden kestirmek mümkün değil” diyen Alexandra Daddario, şöyle devam ediyor: “Onun babasından edindiği tüm becerileri kullandığını kendisinin bile farkında olmadığı potansiyelini ortaya çıkartışını izlemek ilginç. Güçlü bir karakteri var; çok çetin ve bilgili ama aynı zamanda insanların özdeşleşebileceği normal bir genç kız. Ve onun bu zorlu sınav sırasında bir kızdan kadına dönüştüğünü görüyorsunuz. Elbette, Dwayne’in kızını oynamak bana kendimi olduğumdan daha güçlü hissettirdi.”  
Flynn genç aktris için, “Alexandra zeki, yetenekli ve sempatik. Okumalara geldiğinde, Blake’imizi bulduğumuzu hemen anladık. İzleyiciyi Dwayne Johnson’ın kızı olduğunuza ikna etmek normalde pek kolay olmaz ama Alexandra Dwayne’e mükemmel uyum sağladı” diyor.

Blake babasının öğüdünü dinleyerek yaya olarak molozların, artçı şokların ve enkazların arasında ilerler. Amacı şehrin en uzun ve en ünlü yapılarından olan Coit Tower’a ulaşmaktır çünkü Ray ve Carla onunla orada buluşacaklarına söz vermişlerdir. Ama Blake yalnız değildir. Yol arkadaşı utangaç ama cesur Ben’dir. Avustralyalı aktör Hugo Johnstone-Burt’ün canlandırdığı İngiliz Ben, bir mülakat ve tatil için erkek kardeşi ile şehre gelmiştir. Ben’in Blake’le yolu ilk olarak ultra modern bir gökdelenin lobisinde kesişir. Karşılıklı hoş bir flörtleşmenin ardından Blake ona numarasını verir. Çok geçmeden, etraflarındaki bina çökmeye başlayınca, Ben yeni bulduğu kız arkadaşını terk etmeyi reddeder.  



Johnstone-Burt canlandırdığı karakterin karışıma getirdiği hafifliği ve mizahı yansıtarak, “Dünyanın en büyük talihsizliği. Zavallı çocuk tatilde ve bir mülakata giriyor, güzel bir kızdan telefon numarası koparıyor ve sonra her şey yerle bir oluyor” diyor.
En çok gerektiğinde kimin el uzatacağını bilmediğiniz gerçeğinin bir örneği olarak, üç genç –Blake, Ben ve onun, 12 yaşında İrlandalı aktör Art Parkinson’ın canlandırdığı, büyümüş de küçülmüş erkek kardeşi Ollie– bir takım oluşturur, sırayla birbirlerine destek olur ve birbirlerinden destek alırlar. Daddario’ya göre, “Deprem vurduğunda, sıkı bir ilişki kuruyor ve ilerlemeye devam ediyorlar.”
Herkes tam ters yöne giderken Blake’le birlikte hareket etmek, Ben ve Ollie’nin gözlerini fazlasıyla karartmalarını gerektirir. Blake’in ise babasına ve onun kendisiyle buluşacağına söz verdiği yerde olacağına inancı tamdır.  
Bu arada, Blake ve yol arkadaşları Coit Tower’la aralarındaki mesafeyi kapatmaktayken, Ray ve Emma San Francisco’ya ulaşmak için dere tepe yol almaktadırlar. Pasadena’daki Caltech tesisinde ise gerilim tırmanmaktadır. Deprem uzmanı Lawrence Hayes deprem daha California’yı vurmadan önce veri toplamış ve sensörleri takip etmiş, San Andreas Fayı’nı tetiklemeden önce Nevada’yı sallayan, Hoover Barajı’nı yıkan sismik hareketin öncülerinin ne olduğunu incelemiştir.  



Eğer haklıysa, bir yandan hayatının çalışması doğrulanacaktır ama bir yandan da daha geniş çaplı bir yıkım gerçekleşecek demektir. 
Paul Giamatti canlandırdığı karakter için şunları söylüyor: “O parlak bir bilim insanı. Bu çalışmanın ön saflarındaki durumu ise bir tür dışlanmışlık. Lawrence deprem öncesi yeraltı faaliyetlerini ve bunların ilerleyişini takip ederek bir sonraki dev depremi önceden bilmeyi hedefleyen bir teori geliştirmiş.”  
Hedefine odaklanmış bir adam olan Lawrence şimdi elindeki verinin daha fazla inişli çıkışlı sismik hareketler anlamına geldiğine ikna olmuştur ve bu haberi bir an önce çarpıcı bir şekilde duyurması gerekmektedir. 
İşte televizyon muhabiri Serena burada devreye girer. İngiliz aktris Archie Panjabi, “Serena, Nevada’da gerçekleşen beklenmedik ilk deprem sırasında orada bir haber yapıyor. Caltech’te oluş amacı söz konusu haber için Lawrence’la röportaj yapmak. Orada olduğu sırada, Lawrence ve ekibiyle birlikte daha büyük San Andreas zincirleme reaksiyonunun ortasında kalıyor. Bu, muhtemelen, sırf onun kariyerinin değil, herhangi bir muhabirin hayatının en büyük haberidir.”

“San Andreas Fayı”nda, Emma’nın mimar erkek arkadaşı Daniel rolünde Ioan Gruffudd da rol alıyor. Bu rol aşırı baskı altındaki insanların kestirilemez mizacını açığa çıkarıyor. Daniel karşımıza en iyi niyetlerle çıkıyor; kalbini ve evini Emma ile kızına açıyor ve Ray müsait olmadığı için Blake’i arabayla üniversiteye götürmeye gönüllü oluyor. “Yolda” diyor Gruffudd, “Daniel, Blake’e karşı çok açık. Çalışmakla fazla meşgul olduğu için çocuk sahibi olmadığını ama Blake hayatına girdiği için mutlu olduğunu açıklıyor. Blake müstakbel üvey babasının açık sözlülüğünü takdir ediyor ve ona bir şans vermeye istekli olduğunu görebiliyorsunuz.”  

Fakat en çok gerektiğinde, Daniel bel bağlanamaz olduğunu kanıtlıyor. Gruffudd sözlerini şöyle sürdürüyor: “Birini kurtarmak için yanan bir binaya dalacak erkek tipinin antitezi. İlginç olan şu ki Daniel bütün hayatı boyunca kahramanca bir şey yapacağını düşünmüş olabilir ama ölümle yüzleşme deneyimi yaşayınca, tam tersini yapacağını keşfediyor.”

Yine de, Peyton’a göre, bu onu illa kötü bir insan yapmıyor: “Aynı durumda, her birimizin ne yapacağı sorusunu akla getiriyor yalnızca.” 




SETLER, DUBLÖRLER VE EFEKTLER

“Yüksek bir yere çıkman gerekiyor. Coit Tower’ı
hatırlıyor musun? Orada buluşacağız.” – Ray

Setlerden mekanlara, dublörlerden gerçek ve dijital efektlere, pek çok yaratıcı öğeyi birleştiren Peyton’ın talimatı mozaiğin her parçasını görsel olarak mümkün olduğunca gerçekçi kılmaktı. Bu, her ne kadar “San Andreas Fayı” büyük miktarda BGY içerse de, aksiyonun kayda değer bir miktarını, bu çapta bir filmden beklenenin kesinlikle daha fazlasını kamerayla çekmek gerektiği anlamına geliyordu;. 
Peyton bu konuda şunları söylüyor: “Sanırım en fazla üç gün sağlam bir zeminde yürümüşüzdür. Ya sudaydık ya da bir tekne veya helikopter yalpasında. Bir hafta boyunca, yeşil perde önünde, her yanımızda sular uçuşurken tekne çekimi gerçekleştirdim; bir başka hafta aynısını helikopterle, sonra da uçakla yaptım. Epey çılgıncaydı. Bence o kadar çok vites değiştirmek film için iyiydi çünkü sürekli olarak hareket halindeydik.”
Yönetmen her görüntüyü tasarlamanın karmaşıklığı konusunda ise, “Bir bilgisayar yapımı görüntü olsa bile, örneğin teknede birinin omzu üzerinden bir görüntü gibi, kurgucumdan tüm tekne yeşil perde öğelerini koymasını istedim ki onları sıraya dizdiğimde ne kadar hızlı ilerlediğini görebileyim. Bu tür referanslara ihtiyacınız var. Ön görsellemelerim, karma çekimim, mekan çekimim ve görsel efekt çekimim olabiliyordu; yani, bir araya getireceğim dört görselim olabiliyordu ama bu daha sadece temel düzeydi. Böylesi bir filmde tüm öğeleri bir araya getirmenin bir yolunu bulmak zorundasınız çünkü gerçekten de 15 öğeye sahip çekimler var. O kadar çok değişken var ki.”



Üçüncü kez Peyton’la çalışan görsel efektler yapımcısı Randall Starr, “Hemen her çekimin beraberinde bir şey vardı: Bazen temiz ve hoş bir duvara bir çatlak yerleştirmek gibi küçük bir şey; bazen bir sahneye gerilim katmak için toz yağmuru yaratmak gibi; bazen de tam boyutlu dalgalar, binalar, köprüler yaratmak gibi; kısacası, her tür şeyi yaptık” diyor.

Peyton kameraya yaklaşma ve kameradan uzaklaşma hareketi hissi yaratan z-aksında çekim yapmayı sevdiğini söylüyor: “İki boyutluda bile, size hareket hissi veriyorken, üç boyutluda müthiş bir şey elde ediyorsunuz. Tüm hareketleri oradaymışsınız gibi, koridorlarda geziniyormuşsunuz gibi hissedebiliyorsunuz. Harika bir teknik. Üç boyutlu bunu daha da güzelleştiriyor.”
Flynn yüksek çözünürlüklü 3D ilk film olan “Journey to the Center of the Earth”ü 2008’de çekti. “San Andreas Fayı” için ise 3D dönüşümünü kullandı. Bu konuda, “3D teknolojisinin büyük bir fanatiğiyim. Sürekli olarak ileriye doğru aşama kaydediyor, özellikle de dönüştürme alanında. ‘San Andreas Fayı’nda, 3D ilk deprem afeti filmini yapmak istedik; ve birer sinemacı olarak, izleyiciler için sinema deneyimini güzelleştirmek bizim yükümlülüğümüz.”
Yapım ekibi dış mekan çekimlerinin büyük kısmını Los Angeles ve San Francisco’da gerçekleştirdi. Bunlar daha sonra, Avustralya’nın güneyindeki Queensland’de yer alan Altın Sahili’nde ve çevresinde yapılan çekimlerle birleştirildi. Village Roadshow Stüdyoları’nın platolarında birçok büyük set inşa edildi. Bunlar arasında bulunan, yaklaşık 1.200 metrekarelik su tankı, 1,5 milyon galonluk kapasitesiyle, Avustralya’da inşa edilmiş en büyük film tankıydı ve dünyada da en büyüklerden biriydi.




Los Angeles Merkezinde Çatıdan Kurtarış

Deprem Los Angeles’ı vurduğunda, Emma şehir merkezinde, panoramik bir görüntü sunan, zarif, modern –ve kurgusal– bir otelin üst katlardaki lüks restoranındadır.  
Yapım tasarımcısı Barry Chusid restoranı, avizeler, göletler, saksı ağaçları, sütunlar ve bal rengi oniks bar gibi zengin ayrıntılarla, zamandan bağımsız ve şık bir yer olarak hayal etti. Tüm bunlar, Peyton’ın özel efektler amiri Brian Cox ve dublör koordinatörü Allan Poppleton’la birlikte çizdiği trafik akışına uygun olarak yaratıldı çünkü deprem sonrasındaki kargaşada konuklar panikle çıkışa koşturacaktı.  
Peyton tüm sekansı kesintisiz tek bir çekimle, Emma’nın bakış açısından başlayarak veriyor. Sekans Emma’nın olan bitenleri fark edip donakalmasından başlayıp, etrafındaki her şey paramparça olurken Ray’in helikopterine ulaşmak üzere restorandan ve üst kata giden merdivenlerden çıkma mücadelesiyle devam ediyor; ve çatının radikal bir şekilde değişen, kırılan, yarılan ve dev delikler oluşturan beton zemininin üzerinde zorlu ilerleyişiyle sonlanıyor.  
Peyton sekans için, “Emma başlangıçta üst katlarda ama bina üç dört kat yıkılıyor. Enkazların üzerine tırmanıyor ama yeniden aşağı kayıyor. Lojistik olarak inanılmazdı” diyor.

Bu sekanstaki performansını tiyatro sahnesinde çalışmaya benzeten Carla Gugino ise şunları söylüyor: “Birkaç gün boyunca, Emma’yı olağanüstü bir çekimle ta yukarı kadar takip eden sabit kamera operatörüyle tek bir vücut gibiydik. Ben çok tiyatro yapıyorum. Orada da olduğu gibi, kendinizi gergin bir ip üzerindeymişsiniz gibi hissetmenin getirdiği bir şey var, aşağıya atlayamadığınız için, yürümeye devam etmek zorundasınız. Bunun getirdiği muazzam bir adrenalin ve odaklanma var; ve bence bu durum sekans için mükemmel bir enerji yarattı. Bunu bu şekilde yapması Brad açısından çok zekiceydi.”



Su bardaklarının hafifçe sallanması ya da bir bıçağın masada tıkırdamasıyla başlayıp, duvarların çatlaması ve kırılan bir gaz borusu yüzünden mutfaktan gelen ateş topuyla zirveye çıkan sekansı, “Tüm akış, her bir bireysel eylemin bir başkasına öncülük ettiği, karmaşık bir sıralama süreciydi” diye açıklayan Cox, şöyle devam ediyor: “Ağaçları ve göletleri, ileri geri oynatabildiğimiz bir ray sisteminin üzerine yerleştirdik; masalar ve sandalyeler ise tek tek hareket ettirildi. Farklı hareket frekansları vardı.”

Cox’un çabaları görsel efektler ekibinin çalışmalarıyla birleştirildi. Cox’un stratejisini uygulayan Starr, “Seti kesitlere ayırdık ve her bir kesiti bütüne oturttuk” diyor. Gerçekçi göstermeye çalıştığı, dijital olarak değiştirilmiş şehir manzarası için ise şunu söylüyor: “Şehir merkezindeki binaların pek çoğu farklı dönemlerde yapılmış. Dolayısıyla, bazıları yıkılırken, daha modern olanlar sadece sallanacaktır. Tüm bunları söz konusu sahneye uyarladık.”

Helikopterdeki Ray’in çekimleri ise bir diğer hareketli çekimi temsil ediyordu. Bu sahnelerdeki aksiyon, Chusid’in “helikopter tezgahı” olarak adlandırdığı, Los Angeles İtfaiye’si model alınarak inşa edilip bir yalpa çemberine oturtulan odacığın içinde, yeşil predede kaydedildi. Yalpa çemberi daha sonra değiştirilerek, Ray ve Emma’nın tsunami sularında ilerlediği sürat teknesi için kullanıldı.

“Bu filmde sürmediğim kanatlı ya da tekerlekli hiçbir şey yok; hatta tekne bile kullanıyorum” diyor Johnson ve ekliyor: “Oyuncular kendi dublörlüklerini kendilerinin yaptığını söylemeyi severler. Yıllardır benimle çalışan harika bir dublörüm var, ama çoğu çekimi kamerayla ve kesintisiz yaptığımız için birçok sahnede kendim oynamak zorunda kaldım, mesela iple helikopterden sarkmak gibi.” 
Johnson ve filmin ilk sahnelerinde Ray’in ekip üyelerini canlandıran oyuncular Queensland’de kâr amacı gütmeyen bir acil-servis helikopter şirketi olan CareFlight’ta eğitim aldılar; böylece, temel prosedürleri, aletleri, teçhizatları ve genel olarak böyle bir ekibin nasıl çalıştığını öğrendiler. CareFlight ayrıca yapıma bir Bell 412 helikopter ve çekimler için bir hangar tahsis etti.  
Johnson bu konuda şunları söylüyor: “Helikopter uçurmanın mekaniğini anlamak ve biraz da pilotların zihinlerinin içine girmek için onlarla çok zaman geçirdim. İşlerine nasıl bakıyorlardı ve duygularını işlerinden ayırmayı nasıl başarıyorlardı? Çünkü böyle bir şey olduğunda kaç ya da savaş moduna girmek insan doğasının bir parçası. Bu adamlar inanılmaz birer savaşçılar. Onlarla zaman geçirmek paha biçilmezdi.”





San Francisco’nun En Yüksek Binası The Gate’in Yıkımı

Blake’in San Francisco’da yüksek bir yer arayışı onu bir başka kurgusal yapı olan, Daniel tarafından tasarlanmış ve inşaatı hâlâ süren The Gate’e götürür. Blake, Ben ve Ollie bu yapının içine sığınırlar. Tsunami şehri vurduğunda, binanın 14. katındadırlar ama binaya dolan sular yüzünden daha da yukarılara çıkmaları gerekir. Sular yükselirken, artçı sarsıntılar zaten sallanan binayı daha da yıpratmaktadır. Blake bir moloz yığının ardında, çok az havayla mahsur kalır. 

Aksiyonun çoğu 13. kat ile 15. kat arasında gerçekleştiği için, inşaat ekibi gerçek setler için bu üç kata odaklandı; genişletmeler, pencereler, dış görüntüler ve daha pek çok ayrıntı için ise görsel efektlere bel bağlandı. Yapımın üç set tasarımcısından biri olan ve The Gate’te Chusid’le birlikte çalışan Nick Dare şunları söylüyor: “Bu setlere yaklaşımımız her üç seti de içeren ve su tankının içine sokabileceğimiz bir platform yaratmaktı. Platform muazzam bir mühendislik çalışmasıydı. Setlerin inşa edilebilmesinden önce, haftalar boyunca, tamamı özel olarak üretilmiş çelik kirişler ve kollar bir araya getirildi. Platform dört hidrolik rampanın üzerine inşa edildi. Bu pompalar onu aşağı yukarı hareket ettirmenin yanı sıra, yaklaşık 11 dereceye kadar yan da yatırabiliyordu. Binanın 15 derece yan yatabildiğini hesapladık ama 15 derece eğimli bir yüzeyde yürünemez. Bu yüzden, aksiyonu gerçekleştirebilmek için açıyı yumuşattık; hatta çoğu zaman dokuz, altı ve üç derece eğdik.”

Cox ise. “En büyük zorluk platformun ağırlığıydı” diyor ve ekliyor: “Toplamda 105 metrik tona kadar çıktık. Belli zamanlarda platformu kaldırabilmek için altına hava yastıkları koymamız gerekti.”  



Suyun alçaltılması ya da yükseltilmesi hazır tutulması gereken su seviyesini belirledi. Gerektiğinde, örneğin hasar görmüş bir yapı aniden aşağı çöktüğü için suyun içeri akın ettiği sahnelerde, 9.000 galonluk nakliye konteynırlarından su boşaltıldı. Yapım tasarımı açısından bakıldığında, setteki her şeyin su geçirmez olması ya da bir ay boyunca klora dayanabilmesi; ayrıca, setteki çoğu şeyin sabitlenmesi gerekiyordu. Büyük parçaların içinden suyun geçebilmesi, böylece basıncın kısmen hafifletmesi için bu parçalara delikler açılmıştı.  
Oyuncuların yanı sıra, çekim ekibinin çoğunun, dublörlerin, şoförlerin ve güvenlik personelinin suda çok zaman geçirmesi gerekti. “Su tankı inanılmazdı” diyor Daddario ve ekliyor: “Basıncı sizi geri itiyor. Bazen galonlarca suyun size vurmasının şoku ve şaşkınlığı gerçekti. Her an kaçabileceğimi bilsem de, kendimi dehşet içinde olduğuma ikna etmek kolay oldu.”

Bir Dağ Yolunda Heyecan, Otopark, Caltech ve Diğer Setler

Ray’in kapasitesini, şefkatini ve çelikten sinirlerini ortaya koyan ilk sahnelerden birinde, o ve kendisine bağlı helikopter ekibi, arabası yoldan çıkmış ve aşağıdaki kanyona düşmek üzere olan bir kişiyi kurtarıyorlar. Çekimde, filmin Avustralya’daki mekanında 15 metreye 15 metre olarak inşa edilmiş bir açık hava seti kullanıldı. Set Santa Monica Dağları’ndaki yolun bir kısmı model alınarak dikkatle hazırlandı. Yakındaki bir taş ocağından alınan taşların köpük maketleri yapıldı. Bunlar daha sonra ahşap bir iskelete monte edildi. Ardından sahnede yer alacak oyuncular için ayaklarını basabilecekleri beton kısımlar ve canlı bitkiler yerleştirmek için toprak cepler eklendi.  



Araba yakındaki bir kaya yüzeyine kablolarla diklemesine bağlandı. Böylece hidrolik olarak kademe kademe aşağı sarkıtıldı. Gerçek bir helikopter de vinçle “sıfır açıya” kadar aşağı indirildi ki oyuncular ve dublörler ona ulaşabilsin.  
Hikayenin bir sonraki bölümünde, San Francisco’da, Blake’in düşmüş bir kirişin altına sıkışmış arabadan kendini kurtarışı yer alıyor. Isle of Capri’deki bir otopark sahneye mekan oluşturdu. 
Yapım tasarımcısı Chusid burayı acil durum aydınlatması, sinyalizasyon ve diğer ayrıntılarla yeniden düzenledi. Tasarımcı deprem sonrasında çöken kolonların kırılmış betonun içindeki demir çubukları ortaya çıkarmasını istedi. 
Yine gerçek çekimlerle görsel efektlerin bir bileşimi olan sahne, sanal bir delikten arabayla alt kata uçacak bir dublör sürücü gerektirdi. Arabanın tekrar tekrar tepetaklak düşmesine elverişli, kauçuk bir tavanı vardı.

Yapım ekibi, Nevada’daki Hoover Barajı’ndaki yıkım için, Outback Spectacular Otoparkı’nda uzun bir yol ve platoda sallantılı bir taban üzerinde tünelin parçalarını inşa ettiler. 
Daha sonra, görsel efektler ekibi bunları barajın setinin yıkıldığı ve yolun parçalara ayrıldığı büyük çaplı bir olaya dönüştürdü. 
Benzer şekilde, San Francisco’nun ikonlaşmış Golden Gate Köprüsü 16,5 metrelik bir fiziksel yapıyla temsil edildi. Sökülebilen parçalardan oluşan ve her iki taraftan da görüntülenebilen yapı sonradan dijital olarak büyütüldü. 
Lawrence’ın ofisi ve Caltech sismoloji laboratuarı Brisbane’in Archerfield Havaalanı’ndaki bir alana inşa edildi. Burası Lawrence ve ekibinin bilgi toplamaya çalışırken artçı sarsıntıların tehdidiyle ve elektrik kesintileriyle mücadele ettikleri yerdi. 
Ray’in Los Angeles İtfaiye Merkezi’nin yerine geçen yapı da aynı havaalanında, Caltech setine bitişik olarak inşa edildi. “Havaalanı Barry’nin pek sevdiği 1950’lerin muhteşem mimarisine ve boyalı beton sütunlar ve muşamba zemin gibi ayrıntılarına sahipti” diyor filmin üç sanat yönetmeninden biri olan Jacinta Leong.  

Oynadığı sahnelerin büyük çoğunluğu burada geçen Paul Giamatti ise şunları söylüyor: “Brad çoğu şeyi gerçek çekim olarak istediği için, çekim ekibi masaları sallarken, ışıklar bir yanıp bir sönerken biz Caltech setinde öylece oturuyorduk. Böyle oluşu bizi o anın içine tam olarak soktu.”
Kostüm tasarımcısı Wendy Chuck hikayenin dramatik sonu itibariyle tüm karakterlerin ve tabi kıyafetlerinin de cehennemi yaşamış olduğunu kaydediyor. 
Hızlı olay akışından ötürü, hemen hemen bütün oyuncular tek bir kıyafet giyiyorlar ama o tek kıyafetin yıpranma ve hasar görme aşamalarından geçmiş çok sayıda kopyası bulunuyor. “Kan, toz, hasar ve her türlü yıpranma vardı” diyor Chuck ve ekliyor: “Sırf gardıroba bakarak hikaye akışını görebilirdiniz.” 




 “CALIFORNIA DREAMING” 

Peyton “San Andreas Fayı”nın müziğini yaratması için, hem “Journey to the Center of the Earth”ün hem de “Journey 2: The Mysterious Island”ın bestecisi Andrew Lockington’a başvurdu. 
Bu süreci mümkün olan en erken noktada başlatan Peyton, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Dünyayı inşa ederken kullanmayı sevdiğim yöntem, atmosferine ve müziğine bakmak. ‘San Andreas Fayı’yla ilgili soru, orijinal, destansı ve çok duygusal bir müziği nasıl yaratacağımızdı. İşe koyulup filmin temaları ve hissiyatına odaklandık. Karakterleri seçebilirsiniz ya da olayı seçebilirsiniz; bunun kararını vermeniz gerekiyor, ‘Bu anın deneyimini, birinin bakış açısına mı yoksa daha geniş bir bakış açısına mı dayandıracağız?’”  

Benzersiz kaynaklara daima açık olan Lockington, özellikle önemli olan bir tanesini filmle bütünleştirdi: Bu kaynak, bir yıl önce San Andreas Fayı’ndan toplanmış gerçek dalga biçimi verilerinden elde edilen seslerdi. 
“ABD Jeoloji Araştırma Kurumu’nun topladığı gerçek zamanlı sismik olay verilerini kullanarak, inanılmaz sesler yaratmak amacıyla üzerinde oynanabilen sismik öğeler bulduk” diyor Lockington ve ekliyor: “Çok fazla kullanmadık ama özellikle Caltech sahnelerinde hafif bir dokunuş olarak yararlandık.”  

Lockington bir ahenksizlik hissi yaratmak için kullandığı yöntemi ise şöyle aktarıyor: “Eski bir piyano aldım ve iki gün boyunca onu balyozla ve tel makasıyla harap etmek için uğraştım. Balyozlarla piyanoya vuruşumuzu kaydetmeye karar vermiştik; ve bu sesleri filmdeki orkestral öğelere harmanladık. Sonrasında, zar zor ayakta duran bu piyanoyu çaldım. Notalar çıkıyordu ama olmaları gerektiği gibi değiI; ayrıca, sesi de artık piyano gibi değildi. Yani birden bire yepyeni bir enstrümanımız olmuştu. Bu enstrümandan çıkan seslerin bir kısmı bazı sahnelerde çok hakim oldu. İlginç bir ritmik öğeydi.” Besteci, daha sonra, hasarlı piyano notalarından kesitleri “müziğin geri kalanına adeta bir yumruk gibi vuruyormuş hissi yaratan, ham ve dehşet verici bir gürültüyle’ sentezlemek için bir programcıyla birlikte çalıştı.’”   



Korku ve yıkımdan azim ve umuda geçiş için, Lockington bir erkek çocuk korosundan parçalar kullandı. Besteci, “olup biten her şeyi kesip bu karakterlerin ve mücadele azimlerinin derinliğine ulaşmak istedik” diyor ve ekliyor: “Ayrıca çok sayıda telli enstrüman kullandığımız, afetin ötesine geçen çok güzel bir temamız var.”

Birçok kez Grammy adayı olmuş ve uluslararası listelerde zirveye çıkmış ses sanatçısı Sia, bu temayla uyumlu olarak, 1960’ların klasiği “California Dreaming”i “San Andreas Fayı”nın film albümü için seslendirdi. Yapımcılığını Oliver Kraus’un gerçekleştirdiği şarkı, Sia tarafından film için özel olarak söylendi ve filmin bitişinde ve isim akışındaki müzikle birlikte kullanılarak hikayenin büyük finalini hatırlatan, moral yükseltici notaların bir ekosunu oluşturdu.  

“Müzikle bir karakterin deneyimlerine kilitlenme anlamında konuştuğumuzda, onların gördüğü şeyi görmeye çalışırız” diyen Peyton, bunu pekala genel yaklaşımına da uyarlayabilirdi. “Destansı aksiyonun, yıkılan binaların ve şehri yerle bir eden dalgaların ötesinde, aşk hikayeleri, duygusal bağlantılar ve yeniden bir araya gelen bir aile fikri var.”
“Bu, anlatmayı sevdiğim türde bir hikaye: Yüksek konsept, yüksek duygu” diyor Flynn ve ekliyor: “‘San Andreas Fayı’nda pek çok büyük tema var ve inanılmaz eğlenceli. Bir insanı kahraman yapan şey konseptine bayılıyorum.” 
Dwayne Johnson ise, “Aksiyon, sevgi, dram ve kahramanlar var. Ve, insanoğlunun en dişli düşmanı: Doğa Ana” diye özetliyor filmi.