1.8.15

The Gallows / Darağacı



Bu yaz okuldan uzak durun…

New Line Cinema korku filmi The Gallows / Darağacı'nı sunar.
Bir lise piyesinde başrol oyuncusunun ölümüne neden olan kazadan yirmi yıl sonra, aynı küçük kasaba okulunun öğrencileri trajediyi anma çabasıyla piyesin başarısız sahnelenişini yeniden canlandırırlar; ama nihayetinde bazı şeylere bulaşmamanın daha iyi olduğunu öğrenecektirler.

Başrollerinde Reese Mishler (web dizisi “Youthful Daze”), Pfeifer Brown (yakında gösterime girecek “My Many Sons”), Ryan Shoos (“As Night Comes”) ve Cassidy Gifford’ın (“God’s Not Dead”) yer aldığı filmin yönetmenliğini, senaryoyu da yazmış olan Chris Lofing ve Travis Cluff üstlendi.

“The Gallows/Darağacı”nın yapımcılığını Jason Blum (“Ouija”, “Paranormal Activity”, “Insidious” ve “Sinister” serisi), Entertainment 360’den Guymon Casady (TV dizisi “Game of Thrones”, “Steve Jobs”), Dean Schnider (yakında gösterime girecek “Shovel Buddies”, “Hachi: A Dog’s Tale”), Benjamin Forkner (“The Killing Room”), Chris Lofing ve Travis Cluff; yönetici yapımcılığını ise Dave Neustadter, Walter Hamada ve Couper Samuelson gerçekleştirdi.

New Line Cinema bir Blumhouse/Entertainment 360/Tremendum Pictures yapımı olan Chris Lofing ve Travis Cluff filmi “The Gallows/Darağacı”nı sunar.
Filmin dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures yapacak.

thegallowsmovie.net



YAPIM HAKKINDA

Her okulun ruhu vardır

1993’te, lise öğrencisi Charlie Grimille, Beatrice High’ın sahnelediği “The Gallows/Darağacı” adlı piyeste yaşanan korkunç bir kaza sonucu darağacında ölmüştür.
Yirmi yıl sonra, görünen odur ki Charlie için tiyatro perdesi henüz kapanmamıştır.
Ve de intikam defteri.
Piyesin yeniden sahnelenmesinin arifesinde, Reese, Pfeifer, Cassidy ve Ryan adlı öğrenciler geceyi okulun konferans salonuna hapsolmuş şekilde ve yardım isteme olasılığından yoksun olarak geçirirler.
Eğer Charlie isteklerini gerçekleştirebilirse, bu gece öğrencilerin son geceleri olabilir.

Yönetmenliğini, yazarlığını ve yapımcılığını Chris Lofing ve Travis Cluff’ın üstlendiği, Hollywood sisteminin tamamen dışında çekilmiş “The Gallows/Darağacı”nın büyük ekrana ulaşması bu iki sinemacının çok daha küçük olan bilgisayar ekranını dahiyane bir şekilde kullanması sayesinde gerçekleşti.

Lofing bu konuda şunu söylüyor: “Başlangıç konseptini Travis buldu. Onu elimizde kabaca bir taslak oluşana kadar geliştirdik. Daha sonra bir tanıtım fragmanı çektik. Bunun başlıca amacı başarılı olup olmadığını, bize korkunç gelip gelmediğini anlamaktı.”

Cluff ise şakayla şunu ekliyor: “Ayrıca, sermaye oluşturmak için yaptık ki filmin kalanını çekebilelim.”


Sinemacılar yapıma devam ederken fragmanı internete koydular. Fragman, Management 360’nin yapım ayağı olan Film 360’dan yapımcı Dean Schnider’ın dikkatini çekti.
360 fragmanı korku türünün ünlü yapım şirketi Blumhouse’la paylaştı. Şirketin kurucusu olan deneyimli yapımcı Jason Blum şunları söylüyor: “‘The Gallows / Darağacı’ bizim ‘Paranormal Activity’den beri yaptığımız, aynı DNA’ya sahip ilk film; yani, ev yapımı, ‘Bunu ben de yaparım’ görüntüsüne sahip ama doğrusu çok az kişinin gerçekten yapabileceği türde bir film.  Yılda bin tane falan deneme görüyoruzdur, ama ‘The Gallows/Darağacı’ benzersizdi. Hem kendilerinin yapmış olması, hem de başarılı olması açısından.”

Schnider’ın bu konudaki açıklaması ise şöyle: “Medyayı sürekli olarak takip eder, blogları ve video sitelerini gezerim. Bunun nedeni kısmen meraklı mizacım, kısmen de bir sonraki büyük yeteneği bulmaya çalışmamdır. Bu iki dakikalık tuhaf, korkutucu ve tüyler ürpertici klibi izlediğimde, bana gerçekten benzersiz olduğu hissini verdi. İçgüdülerim beni Chris ve Travis’e ulaşmaya itti”.

Lofing kendi aralarında esas korku türü hayranının kendisi olduğunu söylüyor: “Bu tür filmleri hep yaratıcı ilham kaynağım olarak kullandım. Travis’in bakış açısı ise daha çok işin ticari boyutuydu. Küçük bir bütçeyle bir şey yapmanın avantajlarını hemen gördü. Korku, bu şekilde yapılması oldukça kolay bir tür.”

Cluff bunu doğruluyor: “Aslında hiç bütçemiz yoktu; bu yüzden, filmi yapmanın bir yolunu bulmalıydık. İşte Chris o zaman filmi ev videosu tarzında yapma fikrini ortaya attı. Böylece hikaye ve prodüksiyon anlamında istediğimizi yapabildik.”


Lofing ve Cluff’ın tanışması, Lofing’in henüz 19 yaşındayken —üniversite tezi olarak— kısa bir film çekmek üzere Fresno-California’ya gitmesi ve Cluff’ın da o yapımda dublörlük yapması sayesinde oldu. Cluff daha sonra kısa filmin Los Angeles’taki galasına gitti ve ortaya çıkan sonuçtan etkilendi.
Bunun üzerine Lofing’e birlikte çalışma konusunu açtı. İkili beraberce kendi şirketleri Tremendum Pictures’ı kurdular.
“The Gallows/Darağacı” onların ilk profesyonel işbirliği.

Entertainment 360’den yapımcı Benjamin Forkner, “Chris ve Travis ikisinin bu işbirliğine sundukları şeyler açısından birbirlerini tamamlıyorlar. Birlikte harika bir takımlar. Onların vizyonunu beyaz perdeye taşımakta payımız olmasından heyecan duyuyoruz” diyor.

Blumhouse ve Entertainment 360’nin ortak yapımcı ve ortak finansör olarak yapıma katılmalarıyla, —kurguyu ve görsel efektleri de gerçekleştiren— yönetmenler filmi tamamlayabildiler.

Blumhouse’dan yönetici yapımcı Couper Samuelson şunları söylüyor: “Görünüşe göre yaklaşık her on yılda bir böyle bir film parlıyor çünkü gerçekten iyi olduğunu görüyorsunuz. Deneyimlerimizden biliyoruz ki bir filmde, birkaç tanesi bir yana, tek bir müthiş korku yaratmak bile zordur. ‘The Gallows/Darağacı’nda birçok müthiş korku sahnesi var. Oyunculardan özellikle ev videosu tarzında filmlerde dramatik açıdan doğal performanslar elde etmek de zordur. Travis ve Chris olağanüstü bir iş çıkardılar. Biz de bunun bir parçası olduğumuz için çok mutluyuz.”



“O benim peşimde…”

“The Gallows / Darağacı”nda, dört lise öğrencisi bir gece konferans salonunda kilitli kaldıklarında kendilerini büyük bir tehlike içinde bulurlar.
İçlerinden üçü —Reese, Ryan ve Cassidy— yakında sahnelenecek olan okul piyesinin setlerini sabote etmek için oradadırlar; piyesin başrol oyuncusu Pfeifer ise onların bir fesatlık planladıklarından haklı olarak şüphelenmiş ve peşlerinden oraya girmiştir.
Kişisel amaçları ne olursa olsun, görünen odur ki Charlie o geceyi uzun zamandır beklemiştir.

Cluff and Lofing oyuncu kadrosunda performanslarına yansıyacak gerçek bir korku hissi yaratmaya yardımcı olması için, çekimlerin yapıldığı ve çoğunun perili olduğu söylenen Fresno-California mekanları hakkında hiçbir şey bilmeyen, Los Angeles’ın dışından oyuncular seçtiler.
Yönetmenler, buna ek olarak, senaryoyu oyuncularla yapım süresince azar azar paylaştılar.
Ayrıca, Charlie Grimille’nin hikayesine ve ölümünden sonra gerçekleşen bağlantılı olaylara değinen gazete makalelerini, web sitelerini ve fotoğrafları oyunculara gösterdiler.

Yapımcılar, oyuncular açısından her şeyin daha gerçekçi bir his vermesi için, başrol oyuncularının isimlerini karakterlerin isimleri hâline getirdiler.
Dolayısıyla, Reese Mishler, Reese Houser’ı; Pfeifer Brown, Pfeifer Ross’u; Cassidy Gifford, Cassidy Spilker’ı; ve her iki ismini de koruyan Ryan Shoos da Ryan Shoos’u canlandırdı.

Schnider’a göre, “Chris ile Travis’in oyuncuların isimlerini karakter isimleri olarak kullanma kararı çok zekiceydi. Bu basit düşünce tüm filme yaklaşımlarını yansıtıyordu: Gerçekçi, yalın ve olabildiğince özgün.”


Oyunculara doğaçlama için büyük özgürlük tanındı.
“Senaryoyu çok esnek tuttuk ve bu şekilde çalışabilecek oyuncular bulduk” diyor Lofing ve ekliyor: “Oyuncu kadromuz doğaçlamada çok yetenekli; bazı şeylerin gerçekten hayata geçmesini sağladılar.”

Ryan karakteri büyük ölçüde filmin anlatıcısı-kameramanı olduğu için, yönetmenler bu rolü canlandıracak aktörün yetenekli bir amatör videocu gibi de görünmesi gerektiğini biliyorlardı.
Lofing bunu şöyle açıklıyor: “Kamera kullanabilen birini arıyorduk. Ama bu kişi aynı zamanda izleyicilerin bağ kurabileceği enerjik biri de olmalıydı. Hani şu yakanızdan düşmeyen biraz itici arkadaşlar vardır ya, ama komiktirler ve onları seversiniz, işte öyle biri lazımdı. Ayrıca, bu karakter bir sporcu ve liselerde tipik olduğu üzere, popüler biri. Ryan seçmelere geldiği anda harika bir iş çıkardı. Travis de ben de onun doğru kişi olduğunu hemen anladık.”

Shoos, karakteri için, “kendi mütevazı görüşüne göre, etraftaki en havalı çocuklardan biri” diyor ve ekliyor: “Okulun birinci futbol takımında, seksi bir kız arkadaşı var ve komik.”

Aktör, karakterin her daim mevcut video kamerası için de şunu söylüyor: “İnsanların kameraya alınmayı sevdiğini düşünüyor. Bu yüzden de, kamerayı onlara çevirmeyi seviyor. Fakat gerçekten de onları utandırmadan, onlara eşek şakası yapmadan ve biraz da muziplik etmeden duramıyor.”

İşte hepsinin başını büyük belaya sokacak, onları gerçek bir kargaşanın ve ciddi tehlikenin yolu üzerine çıkaracak olan da bu muzipliktir.


Shoos bunu şöyle açıklıyor: “Ryan piyesten bir gece önce setleri yerle bir etmek için Reese ve Cassidy’yi ikna ediyor. Böylece darağacını devirmek için gizlice okula giriyorlar. Tüm o süre boyunca Ryan’ın kamerası üzerlerinde, böyle bir kayıt fırsatını kaçırmıyor. Ama sonra bir şeyler olmaya başlıyor; ürkütücü, açıklayamadıkları paranormal şeyler: Cep telefonları çalışmıyor, yıktıkları set parçaları eski şeklini alıyor, kapılar aniden kilitleniyor. Küçük şeylerle başlıyor, gitgide kötüleşiyor.”

Nihayetinde hayatının en kötüsü olacak gecede Ryan’ın yanında en iyi arkadaşı Reese vardır.
 Kendisi de futbolcu olan Reese aynı zamanda temsilde esas erkektir ama aslında artistik eğilimleri yoktur; sadece rol arkadaşı Pfeifer’a abayı yakmıştır.

Lofing, “Reese sporcu ama arkadaşından çok farklı olarak alçak gönüllü biri. Piyeste rol alıyorsa da bunu aslında istemiyor. En azından Ryan’a söylediği bu. Reese onun bunu sırf Pfeifer’ın etrafında olmak için yaptığını biliyor. Elbette, bu konuda Reese’e acımasızca takılıyor, tıpkı erkeklerin hep yaptığı gibi. Ve setleri yerle bir etmek için bir plan yaptığında, Reese’i de yanına çekmesi zor olmuyor” diyor.

Cluff ise şunu ekliyor: “Reese bizim alçak gönüllü kahramanımız. Hiç de horoz gibi olmayan bir sporcu. Ondan herkes hoşlanıyor. O, zorbalığa maruz kalan her inek öğrenciyi koruyan türde biri.”

Piyesteki rolü Reese’e geçmişteki talihsizliği öğrenme fırsatı verir. Mishler bunu şöyle aktarıyor: “Filmin daha öncelerinde gördüğümüz 1993 yapımı piyeste Charlie’nin celladı oynaması gerekiyor ama başrol oyuncusu o gece hastalanınca son dakikada rolü Charlie üstleniyor. Fakat darağacında bir bozukluk oluyor ve tuzak kapılar kırılınca, Charlie boynunun etrafında ilmekle aşağı düşüyor. Ebeveynler, öğretmenler ve öğrencilerden oluşan izleyici kitlesinin gözleri önünde ölüyor. Bu yüzden, gösterinin yeniden sahnelenmesi konusunda bazı anlaşmazlıklar var.”


Anlaşmazlıklar…ve söylentiler. “Pek çok insan onun ruhunun okulun peşini bırakmadığını söylüyor” diyor Mishler ve ekliyor: “Bazı şeyler görmüşler, bazı şeyler duymuşlar. Benim canlandırdığım karakter sahnede korkunç bir kaza sonucu ölmüş olan kişinin rolünü üstleniyor, dolayısıyla bu durum özellikle onun için tuhaf.”

Doğaüstü olaylar ve tuhaflıklar bir yana, Mishler korku türü hayranlarının hikayenin rahatsız edici unsurlarını takdir etmekle kalmayıp, kendilerini karakterlerin yerine koyabileceklerini hissediyor. “Hepimiz liseden geçtik, hepimizin grupları oldu, spor takımında ya da tiyatro kulübünde yer aldık. Dolayısıyla, bu gençlerin yaşadıklarıyla ve o yaşlardaki duygularıyla zaten özdeşleşebiliriz. Sonra işler gerçekten kötüleşmeye başladığında, tam orada onlarlaymışsınız gibi hissediyorsunuz. Bu da korkunçlukları daha da ürkütücü yapıyor.”

“Reese Mishler çok yetenekli biri” diyen Lofing, şöyle devam ediyor: “‘İyi çocuk’ rolüne mükemmel uyuyor; o samimiyeti hakikaten yansıtabiliyor. Filmde pek çok duygusal sahnesi vardı ve bunları başarıyla canlandırdı. Ona ufacık yönlendirmeler verip duyguları böyle güzel ortaya çıkarışını izlemek harikaydı.”

Reese’in iyi arkadaşlarından biri olan Cassidy ponpon kızların başı ve şakacı Ryan’ın kız arkadaşıdır.
Cluff bu karakter için oyuncu seçimi hakkında şunları söylüyor: “Cassidy Gifford’la tanıştığımızda hem Chris hem ben, ‘Doğrusu, fazla mükemmel, role fazla iyi uyuyor. Bu kadar kolay olamaz’ diye düşündük. Dolayısıyla, ilk tercihi seçmiş olsak çok zaman kazanabileceğimizi fark etmemiz için 20-30 kız daha görmemiz gerekti. Cassidy gerçekten rolün hakkını verdi.”


Lofing bu görüşe katılıyor: “Karaktere harika şeyler kattı. Ryan gibi, zaman zaman gerçekten komikti ama durum ciddileştiğinde de her kayıtta o ânı hakikaten yoğun bir şekilde hayata geçirdi. Fazla bir şey söylememe gerek kalmadı, zaten ne yapacağını biliyordu. Olağanüstü bir iş çıkardı.”

Gifford ise şunları söylüyor: “Çocukluğumdan beri korku filmlerine bayılırım. Bir korku filminde oynamamın olasılık dahilinde olduğunu bile asla tahmin etmemiştim. Ama buraya gelip gerçekten bir korku filminde oynamak sandığımdan çok daha zordu. İnsanlar korku filminde oynamakla ilgili olarak bunu muhtemelen hep söylüyorlardır ama sette olup, çok az sayıda çekim ekibi üyesi ve oyuncuyla gece çekimleri yapmak aslında bazen çok korkutucuydu! Yapım çok küçük çaplıydı; dolayısıyla, hiçbir şey olmayan karanlık herhangi bir koridorda çoğu zaman yalnızdık. Bazı şeyler duyuyor, bazı şeyler görüyorduk ve tüm bunlar çok gerçek geliyordu. Yalan söylemeyeceğim, birden çok kez ödüm patladı.”

Karakter bir bakıma tek başına serüvene çıktığında, sonuçları yaşayan ilk o olur çünkü boynunda lekeler belirmeye başlar.
 Oysa, hiçbir şey ama hiçbir şey ona dokunmamıştır.
“Telefonlar çalışmıyor, kapılar kilitli; Ryan onu sakinleştirmeye çalışıyor ama Cassidy bir şeylerin yolunda olmadığını biliyor” diyor Gifford ve ekliyor: “Ve sonra boynunda bu morarma beliriyor ve bir şeyler tarafından çekiliyormuş gibi hissediyor. Oysa, görünürde hiçbir şey yok. O noktada, tek istediği o yerden kurtulmak. Bu artık bir eşek şakası olmaktan çıkmış.”

Cassidy ile Ryan’ın ilişkisi klasik bir ponpon kız-sporcu eşleşmesidir. Tipik bir diğer şey ise Reese’in klasik bir lise öğrencisi olarak bir sınıf arkadaşına karşı, gizlemeye çalıştığı ama pek başarılı olamadığı romantik bir ilgisinin olmasıdır.


‘The Gallows/Darağacı’ piyesinde oynaması için —bizzat, ilgisinin öznesi Pfeifer tarafından— teklif aldığında, onunla provalarda beraberce zaman geçirme, hatta sonunda sahnede onu öpme fırsatı nispeten utangaç futbol yıldızı için geri çevrilemeyecek kadar caziptir.

Lofing gülerek şunları söylüyor: “Pfeifer kelimenin tam anlamıyla bir drama kraliçesi. Tiyatroya tutkuyla bağlı; bu onun kanında var. Trajik bir geçmişi olan okul piyesini yıldönümünde yeniden sahneleme fikri onun başının altından çıkıyor ve tabi ki piyesin yıldızı da kendisi: Programları basma görevi onun. Ayrıca, yakışıklı futbol yıldızını da kadroya o davet ediyor.”

Lofing söz konusu karakter için, “Liseden birkaç arkadaşıma dayanıyor. Birkaç piyeste yer aldım; birkaç drama dersine katıldım. Her zaman tiyatroyu hayatının merkezi yapmış bir öğrenci olur” diyor ve ekliyor: “Tam bir kontrol manyağı olan bir kız, eğer bir girişi kaçırırsanız ya da bir aksesuarı kaybederseniz dünyanın sonu gelmiş gibi davranır. Pfeifer’ı yaratırken aklımızda böyle biri vardı.”

Genç tiyatrocuyu canlandıran Pfeifer Brown bunu doğruluyor: “Benim karakterim sahnede olmaya bayılıyor; hem oyuncu hem şarkıcı. Annesi okuldayken bunlara gönül vermiş ve kızını da buna yönlendirmiş. Pfeifer seçmelerine girdiği her şeyde başrolü kapmış ve yapımın her yönünde fazlasıyla sorumluluk üstlenmiş. Kesinlikle, tiyatroyu ölmek üzere olan bir sanat olarak görenlerden ve tek başına onu yeniden canlandırmaya çalışıyor. Bu piyes hiç bitmemiş olduğu için de, piyesin nihayet bitirilmesini ve huzura erdirilmesini o dönemki başrol oyuncusunun ailesine, oyunculara ve teknik ekibe bir borç olarak görüyor.”


Pfeifer karakteri her ne kadar Ryan’ın herkesi kamerayla çekme alışkanlığına ve olup biten her şeye sinir olsa da, Brown şunları söylüyor: “Ev videosu fikrine bayıldım. Senaryoya da bayıldım. Pek çok sürpriz vardı, elimden bırakamadım.”

Senaryoda, birincil set karanlık bir konferans salonuydu ve Brown buranın başlı başına korku yaratmasına olanak tanıdı. “Canlandırdığımız karakterler gibi, gecenin bir vakti karanlık bir okula hapsedildik. Orada olmamamız gerekiyormuş hissi yaşadık!”

Cluff ve Lofing, kamera arkası birçok görev üstlenmenin yanı sıra, kamera önünde de kısa bir süre yer aldılar.
“Ben drama öğretmeniyim ve Chris de kendisine bağırdığım bir öğrenci çünkü sınıfta cep telefonunu kapatmıyor” diyerek gülüyor Cluff ve ekliyor: “Bizim konuk oyunculuğumuz bu kadar.”
Jason Blum da oyuncu kadrosu için şunu söylüyor: “Bu tür filmlerde doğal performans özellikle önemli. Chris ve Travis müthiş oyuncular buldular.”


“Bu yer geceleri feci ürkütücü …”

Belki de hiçbir şey bir izleyici kitlesini her gün sık sık gittikleri türde bir yerde hapis kalma ve bilinmeyen, görülmeyen bir güç tarafından kovalanma fobisinden daha fazla etkileyemez.
“Sizin de başınıza gelebilirdi” ya da en azından yapımcılar öyle söylüyorlar. Bu sırada, perdedeki karakterler, birer birer, dehşet verici çeşitli şekillerde ölümle yüzleşiyorlar.

Filmde olayın geçtiği yer sıradan bir lise konferans salonu. Nereli olurlarsa olsunlar, sinemaseverlerin hepsi böyle bir yerde bulunmuştur. Dolayısıyla, kendilerini karakterlerin yerine koyabilirler.

“En aşina yer bile karanlıkta farklıdır. Pek azımız gece yarısında boş bir okulda olmayı seçer. Boş koridorlar, hepsi kilitli kapılar. İlk anda hepimiz biraz paniğe kapılırız” diyor Lofing.

Buna ek olarak, diye devam ediyor Lofing, “Doğaüstü şeyler olmaya başlıyor ve bunlar gittikçe yoğunlaşıyor. Fakat kimse bu gençlerin orada olduğunu bilmiyor; onlar için yardım gelmiyor. Bu, çok ümitsiz bir durum halini alıyor.”

Belirli dış mekanlar filmin geçtiği ve Lofing’in memleketi olan Beatrice-Nebraska’da çekildi.
Ancak, “The Gallows/Darağacı”nın çekimleri ağırlıklı olarak Fresno-California’nın içinde ve çevresinde gerçekleştirildi.
Hikayenin ana mekanı olarak Gazileri Anma Oditoryumu’nu kullanan yapımcılar geceden geceye çekim yaparak hem oyuncular hem de sinemaseverler için gerçekçiliğe katkı sağladılar.

“Geceden geceye iç mekan çekimi enderdir ama oyunculara tıpkı karakterler gibi gecenin bir saatinde dışarıda oldukları duygusunu gerçekçi bir şekilde hissettirmek için kullanıldı” diyor Blum.


Cluff’ın en sevdiği sahnelerden biri de —tesadüfen ana çekimlerin 13. günü, ayın 13’üne gelen bir cumaya denk geldi— o sahnede yer alanlar için gerçekçilik havasını korudu.
“Şaka gibi, on üçüncü gündü, ayın 13’ü ve cuma günüydü ve biz birini asıyorduk.”

Cluff ve Lofing en iyi “izleyici” tepkisini almak için sekansı nasıl olabildiğince gerçekçi hale getirmeleri gerektiğini uzun uzadıya tartışmışlardı.
“1993 yılındaki orijinal piyeste tiyatro izleyicilerimiz olmaları için çok sayıda figüran getirdik. O günün erken saatlerinde prova yapmıştık” diyor Cluff ve ekliyor: “Hikayeyi bilen başrol oyuncularımıza ne yaptığımızı açıkladık ama izleyici rolündeki figüranlara Charlie’nin asılacağını hiç söylemedik. Bunun yerine, provada birkaç kez onun ilmeği çıkarıp kurtulduğunu gösterdik. İzleyiciler olayın böyle gelişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Sahnedeki oyuncular da Charlie’nin kurtulması gerekiyormuş gibi tepki vereceklerdi.”

Cluff şöyle devam ediyor: “Ne var ki, sahneyi çekerken, Chris’le ben sahnedeki oyuncuların da şaşırmalarını sağlamak istedik, özellikle de Charlie’yi oynayan gencin. Dolayısıyla, diyalogda olayı onun ya da diğer oyuncuların beklediğinden daha erken bir yere koyduk.”

Doğal olarak, setteki eşek şakası tamamen güvenli bir şekilde tamamlandı.
Bunu sağlayan kişi oyuncu gibi giyinmiş dublör-güvenlik koordinatörüydü.
“Koşarak geldi. O dönemin drama hocası gibi görünüyordu. ‘Charlie!  Charlie!  Biri doktor çağırsın!’ diye bağırdı. Oyuncularımız donakalmışlardı, izleyiciler ise tam bir şok yaşıyorlardı. Bazılarının yüzündeki ifade paha biçilmezdi” diye aktaran Cluff’a göre, Charlie’yi canlandıran genç aktör de yönetmenlerden intikamını aldı: “Bize iyi olduğunu işaret etmesi adeta bir asır sürdü. Ama harikaydı.”


Filmin açılışındaki o sahne bir ev video kamerasıyla çekilmiş gibi görünüyordu.
Oysa filmin büyük çoğunluğu 20 yıl sonrasında geçiyor. Bu da görüntülerin ağırlıklı olarak bugünün her daim mevcut kamerası olan cep telefonu lensinden aktarılması demekti.

Yapımcılar Canon C300, the Panasonic Lumix GH2, RED ve Sony dahil olmak üzere farklı derecelerde çeşit çeşit kameralar kullandılar. “Sanırım piyasadaki hemen hemen bütün kameraları kullandık” diyor Cluff gülerek.

Blum yönetmenlerin yaratıcılığına hayran kaldığını dile getiriyor: “Bir korku filmini korkutucu yapan şey karakterlerin hayatlarının tehlikede olmasıdır. Ama söz konusu kendi hayatınız olduğunda, yapacağınız son şey kamerayı elinizde tutmaktır. Chris ve Travis filmin organik bir his vermesini sağlamayı başardılar. Kamera film boyunca mantığa uygun olarak kullanıldı ki bu da perdeye harika bir şekilde yansıdı.”

Yönetmenler filmin kurgu ve görsel efektler olmak üzere çoğu görevini kendileri yerine getirmeyi başarsalar da, müzik için Zach Lemmon ve 10K Islands’a, filmin ses tasarımını yapması için de Sound Method Post’tan ses tasarımcısı Brandon Jones’a başvurdular.





“Filmi gerçekten en kabataslak haliyle izlettiklerinde, hiç ses tasarımı yoktu, sadece diyaloglar vardı. Aslında, filmde tamamen sessiz olan büyük kesitler mevcuttu. Yine de, o haliyle bile çok korkutucuydu” diye hatırlıyor Jones.

Filmin tüm ses tasarımı ve kurgusundan sorumlu olan Jones şunları söylüyor: “Bütün olasılıkların elinizde olması heyecan verici ama bir yandan da göz korkutucuydu. Atmosferi, havayı, gerilimi, paranormal öğeleri ve daha birçok şeyi benim yaratmam gerektiğini biliyordum. At koşturabileceğim ve eğlenebileceğim el değmemiş bir alandı. Chris ve Travis’in bu görev için bana güven duymasına çok sevindim.”

“Bu filme ilk başladığımızda, Travis de ben de sorumluluklarımızı nasıl bölüşeceğimizden emin değildik” diyen Lofing, şöyle devam ediyor: “Belki ben filmi yönetirdim, o daha çok yapıma ağırlık verirdi. Ama sonuçta tüm sorumlulukları gerçekten de eşit paylaştık. Sanırım dönüm noktası Jason Blum’un ofisine gidip içeri girer girmez üzerinde Yönetmenler yazılı duvarı görmemizdi. ‘Insidious’ ve ‘The Conjuring’i yöneten James Wan’ın, ‘Whiplash’i yöneten Damien Chazelle’in ve daha pek çok yönetmenin resimleri vardı. Önce duvara, sonra birbirimize baktık ve ikimizin de orada olması gerektiğini anladık.”

“Chris ve Travis beraberce izleyicilerin bayılacağı özgün bir korku filmi yarattılar” diyen Blum, sözlerini şöyle noktalandırıyor: “Deneyimlerimden biliyorum ki insanlar bambaşka şekillerde korkutulmayı seviyorlar: İster korku trenine binerek, ister karanlık bir sinema salonunda oturarak. Adrenalininizi yükselten ve kendinizi canlı hissetmenizi sağlayan hangisiyse. Bence ‘The Gallows/Darağacı’ başka hiçbir şeye benzemeyen o istisnai filmlerden… ve gerçekten çok korkunç.”