13.3.16

Naciye :: Hayat Yaşayanın Ev Oturanın



Geçmişi oldukça sorunlu, karanlık ve cinai olsa da, şimdiye kadarki yaşantısını geçirdiği eski ve de müstakil ev, orta yaşlarını idrak eden Naciye Hanfendi için, olmazsa olmaz bir mekandır..

İstanbul'un şirin bir adasında konumlanmış bu ev, resmen ona ait değildir; ama o, hep orada olmuştur ve orada olacaktır!.

Eve gelen kiracılar, kısa bir süre sonra 'giderler', yenileri gelir, onlar da hemen yok olurlar; ama Naciye ile koruması altındakiler, hep oradadırlar..

Naciye hanım, yuvasını koruyan bir dişi kuştur; hangi hakla, bir gün birileri çıkıp gelerek, ezelden beridir ona ait olan bu yuvaya yerleşebilir ki?.

Naciye'nin, 'ölümüne' sahip çıktığı, kaptırmama mücadelesi verdiği evine düşen son kiracılar genç bir çift olup, kadın hamiledir..
Bu durumda hemen akla gelen 'mutlu çift' imajı, onlar için hiç de geçerli değildir..

Sevgi ve güven temeli -karşılıklı olarak- çoktan çökmüş bu mutsuz ikilinin tek problemi keşke bundan ibaret olsa..


Onlar henüz, başlarına geleceklerden tamamen habersizdirler; 'tekinsiz' Naciye, az sonra yanlarında belirecektir..
Vah ki ne vah!.
Onların yerinde ben olsam, hemen tası tarağı toplar ve arkama dahi bakmadan topuklardım oradan; da nerden bilsin bu zavallılar!.  


Geçmişten geleceğe, çocukluktan yaşlılığa, sürekli bulunduğu ortamın 'psikopatolojik' havasından olsa gerek, istemeden de olsa geliştirdiği bu hali dolayısıyla -alaylı bir psikolog olarak- kendisine, antisosyal kişilik bozukluğundan muzdarip bir 'sosyopat' teşhisi koyduğum Naciye Hanım'a -bütün bu yaptıklarına karşın- anlayış göstermem, sevgi ve saygı duyuyor olmam -sanıldığı gibi- benim psikopatlığımı falan değil, filmin başarısını gösterir..

Tamam, öldürülenler, bunu hiç hak etmeyen masum kişiler, ama ne yapalım ki şanssızlar işte; binlerce evin olduğu bir yerde gelip de bu evi buluyorlar ve ölüyorlar..
Oysa Naciye, gitmeleri için onları uyarıyor da; ama maalesef, tehlikeyi göremiyorlar..
Öldürdüğü kişilerden çok daha iyi tanıdığımız ve trajedisini hissedip, durumuna empatiyle yaklaştığımız Naciye'nin bu var olma çabasına saygı duymamak mümkün mü hiç!.


Ve bu 'cansiparane' çabadan -her zamanki gibi- yine kendi inisiyatifiyle davranarak vazgeçtiğinde de, ona karşı var olan saygımın daha da büyüdüğünü görmekten gayet memnundum..
Evet.. Tuhaf ama, kesinlikle gerçek!.

Korku-gerilim filmlerinin en favori ve en 'korkutma garantili' temalarından biri olan, yeni taşınılan (ıssız bir yerde eski ve müstakil olması tercih sebebidir) eve gelen insanlara musallat olan hayalet, hortlak, cin, şeytan, ıvır zıvır olayına hiç girmeden; en akla yakın, dolayısıyla da en gerçekçi ve de en 'garantisiz' olanını (Naciye Hanfendi!) tercih etmesi, filmimizin en değerli tarafı..
Bu riskli seçimin, iyi kotarılan bir filmde, tüm o ıvır zıvırlardan çok daha etkili bir sonuç vereceği kesin gibidir..
Ki Naciye -mükemmel olamasa da- bi şekilde bunu başarabilen; hem içerik, hem de üslubunda 'grotesk' bir anlayışın hüküm sürdüğü bir yapım oluyor..


Naciye'yi izleyen hiçbir eleştirmen, Derya Alabora'nın -her filme fazladan bir boyut katan- oyunculuğundan bahsetmeden bu filmle ilgili bir yazı yazamaz, ben neden yazayım ki!.

Öte yandan, Derya Alabora'nın güçlü oyunculuğunu çok iyi değerlendirerek, bu gücü, sömürmeye kalkışmadan, hem ekonomik, hem de etkili kullanabilmek ise kesinlikle yönetmen Lütfü Emre Çiçek'in başarısıdır; onu da belirteyim..


Türün, seyircisini salak yerine koyan en boktan trüklerinden, ani ses ve görüntü patlamalarına hiç tenezzül etmeyen, sadece karakter yoğunluklu gerilimiyle istenilen etkiyi yakalayabilen Naciye'nin, 'grotesk' nitelememe gayet uygun düşen bir cinselliği cüretkârca kullandığı sahnelerdeki cesaretini, ayrıca kutlamam gerek..
Naciye, 'deneysel' denebilecek ses ve müzik çalışmasıyla da dikkat çekerken; geçmişe ve bugüne, 'alakasız' yerlerden girip çıkarak gidip gelen kurgunun savrukluğunu; sahne geçişlerinde kullandığı, adeta 'sırıtan emoji' efekti yaratan müzik seçimindeki absürtlüğü bir 'meziyet' haline getirmeyi beceren, 'enteresan' bir film..


Diğer yandan, bazı diyaloglarda hissedilen yapaylık; belki istenerek yapılmış/bırakılmış olsa da- adeta ayyuka çıkan 'dip ses' uğultusuyla karışık duyulan 'ortam sesi'nin, rahatsız edici yüksekliği ile bazı sahnelerde müziğin, konuşmaları tamamen bastırması gibi kusurlar, zaten 'az konuşmalı' bir yapıma hiç yakışmıyor..
Tamam, filmin genel havasındaki savrukluğu hoş gördüm, hatta bir 'nitelik' olarak alkışladım da; ama o tercih ile bu cinsten ihmalleri, birbiriyle karıştırıp da görmezden gelemezdim..


Son tahlilde, önce Baskın, şimdi de Naciye'nin, yerelliği de ihmal etmeyen bir evrensellikle konularına yaklaşıp atmosfer oluşturmalarını ve -sinematografi başta gelmek üzere- işlerini her açıdan titizlikle yapmalarını -türün istikbalinden umutsuz- bir 'korku-gerilim' meraklısı olarak değerli bulurken; Türk Korku Sineması'na epeydir musallat olan cinleri bi güzel kovalamalarını da önemli buluyorum..
Saygılarımla..


Naciye

Senarist-Yönetmen: Lütfü Emre Çiçek
Oyuncular: Derya Alabora, Esin Harvey, Görkem Mertsöz
Yapım: 2015, Türkiye, 81'

3 / 5