18.9.16

Hakan Dursun: 'Alternatif Sahneler' hepimizin seslerini barındırıyor.



Tiyatro izleyicileri iyi bilirler; günümüzde artık ‘bağımsız/alternatif’ sahneler var.
Devlet ya da yerel yönetimler destekli klasik tiyatroların aksine, kendi küçük mekanlarında, çoğu zaman kısıtlı imkanlarda oyun sahneye koyarlar.
İşte onların hikayesi bir belgesele konu oldu; Perdesiz Sahneler.

Alternatif tiyatro hareketinin yeni kuşağının izlerini, 12 Eylül darbesi zamanlarından itibaren ortaya çıkan kumpanya ve tiyatro grupları üzerinden takip ederek ve günümüzdeki çok sayıdaki tiyatro grubunu da mercek altına alan bu belgesel, tiyatronun geleneksele karşıt biçimlenen alternatif hareketini, oyuncu, yönetmen, akademisyen ve eleştirmenlerin tanıklığında araştırıyor.

Perdesiz Sahneler’i, yapımcı ve yönetmeni Hakan Dursun ile konuştuk.


Neden böyle bir belgesel film çekme ihtiyacı duyduğunuzu sorarak başlamak isterim.

Perdesiz Sahneler’in çekilmesinde birden fazla önemli sebep var aslında. Genellikle kişisel sebepler tabi ki... Bunlardan ilki, sinema sanatından sonra ilgimi en fazla çeken, beni heyecanlandıran sanatın tiyatro olması. İkincisi, 2000’li yılların başından itibaren şehrin arka sokaklarından başlayıp büyüyerek bugün fazlasıyla görünür olan bir hareketin varlığını çok geçmeden öğrenmiş olmam. Üçüncü ve aslında güçlü bir diğer sebep de bu sanatsal hareketin alternatif bir hareket olması; genel kabullerin ve alışıldık yapıların dışında avangard bir görünüme sahip olmasıdır. Ben sinemasal anlayışımda da her zaman alternatif-bağımsız sinemadan yana olmuşumdur. Yani benim sinemam bağımsız. Son bir naif sebep olarak da bir sinemacının tarihi bir tanıklığı belgeleme heyecanı diyebiliriz.




Tiyatro dünyasıyla bağınız nedir, özel bir ilginiz mi var? 

Tiyatroyla bağım tiyatrocu arkadaş ve dostluklarımın olması dışında, üniversite yıllarımdan itibaren en çok okuduğum kitap türlerinden birinin polisiye, diğerinin tiyatro oyunu olmasıdır. Üniversitede sinema eğitimi alırken, bir yandan da tiyatro sanatının inceliklerini yakından tanıma, büyüsüne birinci elden şahit olma şansına sahip oldum. Oyuncu arkadaşlarım vardır ve prova sahneleri bize çok uzak değildi. Ayrıca okulda yaptığımız, şimdilerde absürd diyebileceğim kısa film denemelerimizde, bu arkadaşlarımızla çalışıyor, senaryoları, oyunculukları tartışıyorduk. Tabi bunların hepsinden önce ben filmlere aşık biriyim ve aşık olduğum şeyin en değerli parçaları da oyuncular aslında. Bir de sinema, tiyatro gibi bir sahneleme sanatı, yani kardeş sayılırlar. Bu nedenle yıllardır sahneye karşı bir tutkum var.

Amacınızı, bu belgeselin ulaşmasını istediğiniz yeri anlatır mısınız?

Filmler sadece amaçlar için yapılmaz. Bir yönetmeni düşüncelerinden önce duyguları, o konuya karşı hissettikleri harekete geçirir. Karar vermesini sağlayan kalbidir. Sadece mantığıyla hareket eden hiç kimse bu tip filmler çekmez. Elbette mantıkla da güçlü bir ilişkisi var filmin. Belgesel bir filmin gerçeklikle koşulsuz bir bağı olmak zorundadır, bu da sizi ister istemez bir amaca doğru götürür. Perdesiz Sahnelerin amacı, yapıldığı zamanda şahit olunan sanatsal hareketi ülke ve ilgili dünya tarihine belgeleri ve tanıklarıyla kaydetmek; sanat hayatı hep eksik, belgesiz, kütüphanesiz, filmsiz kalmış ülkemizin tiyatro sanatına tartışmalı, bağımsız ve tarafsız bir eser kazandırmak. Bu amaca uygun olarak genelde tüm sanat seyircisine, özelde de yediden yetmişe tiyatroyla ilgilenen herkese yönelik bir film yapmaya gayret ettim.




Belgesel röportajları sonucundaki gözleminize dayanarak soruyorum; sizce Türkiye’de alternatif-bağımsız sahnelerin/tiyatrocuların hali ne? 

Ülkenin hali gibi. Tutarsız, güçlüklerle dolu. Bu soruya verilecek cevapların an be an değiştiği bir zemindeyiz. Çok zor günlerden geçiyoruz. Sanatla uğraşmanın bile büyük lüks olduğu bu topraklar bugünlerde büyük bir sınav veriyor. Daha önce verdiğine çok benzeyen bir bağımsızlık mücadelesi bu.
Dünyayı ve ülkemizi büyük bir tehditten temizlemeye çalışıyoruz. Dünya tarihine baktığımızda böyle zamanlarda özellikle muhalif duruşu olan herkesin canı çok yanıyor. Hak'lar sonradan iade ediliyor ama ne gam? Kuru, sıradan özür'lerle onarılmayacak denli  derin yaralar açılıyor insanlarda.
Alternatif, bir arayıştır ve yaşanan hayatın zorlu veya tekdüze olmasına koşut olarak sanatta yeni sesler ve üsluplar zorunlu olarak ortaya çıkar. Her gün yeni bir alternatif tiyatro grubu kuruluyor, çünkü toplumsal sistem sertleştikçe kendi alternatif seslerini yaratıyor. Ama bir yandan da alternatif sahneler ardı ardına kapılarını kapatıyor. Ekonomik problemler had safhada. Bugünlerde sevdiği mesleği yapabilme lüksü olanların işi her zamankinden daha da zor ve alternatif mekan sahipleri de bu zorluklarla mücadele halinde.
Onlara bu cesur, tutkulu, inatçı ve inançlı tavırlarında kalabilmeleri için şans diliyorum. Çünkü oldukça zor bir iş yapıyorlar. Hiçbir garantisi olmadan sanatsal faaliyetlerine kaynak, zaman ve emek yatırımı yapıyor ve birkaç örnek dışında birçoğu batıyorlar. Batmamak, ayakta kalmak için gruplar ve sahneler birbirleriyle dayanışma içine girse de önemli bir kısmı bir süre sonra kapitalist sisteme yenik düşüyor.
Bize de seyirci olarak büyük iş düşüyor elbette. Klavye kahramanlığına değil, bilet alıp onları izlemeye davet etmek gerekiyor tüm destekçileri. Alternatif sahnelerde hepimizin seslerini barındırıyor, bize ait çeşitliliği ve yenilik arayışlarını. Buna sahip çıkmalıyız.




Başlıca sorunları neler mesela? 

Bağımsız-alternatif sahnelerde sahne bulmak, var olan sahnenin devamlılığını sağlamak sorunların başında geliyor. Çünkü yeni sahnelerin açılmadığı, aksine var olanların kapatıldığı bir dönemdeyiz. Biz sahne kapatan bir ülkeyiz. Bütçe darlığı bu sahnelerin ikinci büyük sorunu. Mekanların fiziksel yapısından dolayı oyunlarını ancak 20 ile 100 kişi arasında değişen bir seyirci kitlesine karşı oynayabiliyorlar. Bu nedenle de bilet fiyatları kurumsal sahnelere göre yüksek. Ama ayakta kalabilmek için bu zorunlu. Ayrıca alınan her biletten devletin aldığı yüksek bir vergi var. Mekan kirası, ticari vergiler, faturalar derken giderler bu sahnelerin belini büküyor.
Bütçe sorunu sahne önü ve arkasında çalışan herkesi etkiliyor. Buradaki her işi kendileri yapmak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle oyuncular mesela, dekor tasarlamak hatta taşıyıp kurmak durumunda kalabiliyorlar. Oyundan önce yerlere paspas atmak, seyirci sandalyelerini dizip, gişede bilet satmak artık her oyuncunun, yönetmenin yaptığı normal davranışlar haline geldi dersek sanırım yanlış olmaz. İşini çoğunlukla maddi karşılığı olmadan yapmak da bir diğer konu. Yani buradaki insanların bu sanatı icra edebilmeleri için başka işlerde çalışıyor olması neredeyse zorunlu gibi. Eser telifleri ödeyemedikleri için kendi eserlerini yazmak, yönetmek, tasarlamak, ışıklarını yapmak, tanıtmak, oynamak ve en sonunda da dekoru-mekanı toparlamak gerekiyor. Bu ağır iş yükü sanatsal yaratıcılığı muhakkak etkiliyor.




Sizce klasik ve alternatif tiyatronun benzeştiği ve ayrıldığı noktalar neler? 

Hayattaki diğer her şey gibi konvansiyonel ve alternatif arasında da diyalektik bir ilişki vardır. Yani her şey karşıtını var eder veya karşıtıyla var olur. Birbirine bu kadar benzemelerinin başka temel bir sebebi de ortak dertlerinin olması. Nedir bu dertler? İzlenebilir oyunlar yapma hayalleri. Hiç bitmeyen oynama, yaratma ve üretme istekleri ve bu isteğe duydukları aşk ve sahnede hayatı canlandırmaya duydukları özlem. Kurum ve alternatif tiyatrolardaki oyuncuların ortak yanlarının ayrı düştükleri yanlarından çok daha fazla olduğu kanaatindeyim. Sanatın doğasının kabul edebildiği kişisel denetim mekanizmaları dışında üst bir denetim sistemi tiyatro, sinema gibi kalabalık ekiplerle ve çok sayıda fikrin birleşimiyle ortaya çıkan sanatlarda sakatlayıcı bir etkiye sahip. İşte ayrımı yaratan etkenlerden biri de 'baskı mekanizması'.
Elbette sahne üslubu, stil, eser seçimi, mekanın fiziksel yapısı, sansür, bakış açısı, çalışma biçimleri, üretim kaynaklarının bağımlı ve bağımsız yapısı gibi birçok unsur konvansiyonel ve alternatif sahneyi birbirinden net biçimde ayırıyor. Kurum sahneleri sansür kurulunu veya bir üst bürokratik yönetimin nefesini ensesinde hep hissederken, bağımsızlarda bu etki yok denecek kadar azdır. Sistem fırsatını bulunca, kendi himayesindeki tiyatrolara yaptığı baskıyı alternatiflere de yöneltmekten hiç çekinmez. Bu oyunu burada oynayamazsın, bu oyunu bugün oynayamazsın, bu oyun sana göre değil, daha fenası bu oyun sakıncalı! Bu açıdan kurumsal yapılar daha eski kafalı görünürken, alternatifler daha modern hatta postmodern bir görünüme sahiptirler. Daha anlayışlı ve açık fikirli. Demokrasi bizim gibi ülkelerde çok tartışılıp, gücü eline geçirenin demokratik nutuklar atmasını sağlayan sanal bir şey. Oysaki gerçek demokrasi, hoşgörü, saygı, sevgi, anlayış, ortaklık temelinde özgürlük anlayışına dayanır. Alternatifler herkese ve her yaşama ses vermeye özen gösteriyor. İşte demokrasi buna yakın bir şey. Bu sahneler daha özgür bireylerin sahneleri.
Belediyede çalışıyorsunuz diye onun düdüğünü çalmak zorunda değilsiniz. Ama kendini böyle hissedenler de var kurum tarafında. Belki de birileri zırt pırt düdük çalıyor, belki de o zırt pırt düdük çalanlara ' başımızı ağrıtıyorsun sorunun ne ?' diye sormak gerekiyor. Alternatif sahneler bu ve benzeri soruları daha çok sorabiliyor. Onlar sokağın ve parkın yaramaz çocukları. Ama kime göre yaramaz ? Oyunlarını izleyenlere göre değil, denetleyen park görevlilerine göre. İşte burada zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Benzer taraflar tam da bu keskin çizgide birbirinden ayrılmaya başlıyor. Oysa sanatın tek bir amacı var, kırılanı onarmak, uzağı yakınlaştırmak, göstererek anlatmak ve dünyayı iyileştirmek. Her iki oluşumda da çalışan oyuncu yönetmen ve yazar arkadaşlarımdan duyduğum şey hep aynıydı, yok bir farkımız. Onları ayıran en büyük şeyin sistemin ta kendisi olduğunu düşünüyorum. Sistem ve onun gelişmeyi engelleyen yasak'ları.




Sizce devletin sanata/tiyatroya desteği olmalı mı? 

Bütün medeni ülkelerdeki gibi ve onlarınki kadar 'evet' olmalı. Devlet, insanların büyük kalabalıklar halinde yaşarken insani, eşit, saygılı, güvenli ve kaliteli yaşayabilmesi için ürettiği bir yönetim sistemi. Devletin içinde yaşayan herkesin sorumlulukları olduğu gibi devletin de sorumlulukları var. Sanatın insanların ruhlarına yaptığı harika etkiye destek vermek zorunda. Medenileşme yasası bunu gerektirir. Ne diyor Tarkovski ' dünya mükemmel olmadığı için sanat var'. Dünyayı daha yaşanılır kılmak için de destek çok önemli. Yoksa avangartlardan dünya klasiklerine kadar sayısız eser seyirciye nasıl ulaşacak? Destek, bizim ülkemizde hep yanlış anlaşılıyor. Devlet desteği alamayan muhalif tiyatrolara bakalım. Alamadıkları bu desteğe şaşırıyor muyuz? Maalesef hayır. Devlet, ona biat etmeyen, onu eleştiren sanatçıya harçlığını kestiği üvey evlat muamelesi yapıyor. Dünyada bu konuda da tek olma özelliğimizi koruyoruz. Keşke bambaşka konularda tek olabilsek. Bugün bakıyorum da, kurum tiyatrolarının hali duman. Satılığa çıkarılmış bir Devlet Tiyatro'sundan söz ediliyor. Kurumun içindeki insanlar mal mı da onları satıyorsun? Adama demezler mi bu nasıl bir aymazlık? Dünyaya bakalım, devlet ve şehir tiyatrolarına verilen destek modellerine bakalım, doğru'dan örnek alalım. Bir de her işi erbabına bırakalım. Umarım bütün bu yaşananların akılcı bir süreçte dönüştüğünü görebilecek kadar ömrümüz kalmıştır. Evet ! Devlet desteği şart. Bunu vatandaşına borçlu bu devlet!

‘’Perdesiz sahneler, bizim kahramanlarımızın hikayesi ‘’ diyorsunuz. Sizce onlar neden kahramanlar?

Aslında  onlar, kahraman olmak istemeyen kahramanlar. Onlar kahramanları bir iki metre ötemizdeki sahnede bizimle tanıştıran, bizimle buluşturan kahramanlar. Onlar, bu ülkede sansüre rağmen, baskılara rağmen, direnen; üreten, ödün vermeyen kahramanlar. Onlar seyircilerinin kahramanları. Sadece sevdikleri mesleği yapmak isteyen, en büyük kavgaları oyun metinleriyle olan, bazen bir kelimeyi saatlerce tartışan; bazen çözemedikleri sorunları oyunlarını oynarken çözen ve her gece dünyayı yeniden iyileştiren, sağaltan; onun daha iyi bir yer olması için çabalayan ışıklar.
Kahramanlar çünkü, sanatın küçümsendiği ve belki de artık yok edilmek istendiği, tek amacın zengin fakir örgüleri içinde böbürlenmek veya ezilmek olduğu bir zamanda, sabahlara kadar çalışıp uykusuz kalarak, eline geçen bütün parayı sanatına yatırarak, kendini kanıtlamamış ve hiç garanti bir yanı olmayan alternatif bir arayışla sanatını tiyatrolarını yapmaya çalışıyorlar.  Bizim kahramanlarımız, çünkü kurum sahnelerinin anlatmadığı bizim hikayelerimizi en çok yeni halleriyle sahneye taşıyorlar. Bizi anlatıyorlar.




‘’Günümüzde manipülasyona karşı, açık yürekli ve cesur sanatsal faaliyet yok denecek kadar az’’ diyorsunuz. Bu nedenle mi, çoğunlukla muhalif çizgide duran bağımsız sahnelerin hikayelerini anlatmak istediniz?

Aynen öyle. Anlatılacak çok hikaye var. Ben bir saygı duruşunda bulunmak istedim. Umarım ki arkası gelsin. Hatta arkası daha iyi gelsin. Her gelen yeni film, bir diğerinin eksiklerini gidersin. Öyle bir gün gelsin ki alternatif sahneler birleşsin, güçlerini ve ürettiklerini birleştirsinler ve bu birleşmeden aldıkları güç ile yepyeni metin'ler doğsun, yepyeni hikayeler yazılsın dünyada. Sansür naftalinli bir kavram haline gelsin, çocuklarımıza bu filmi anlatırken ' o zamanlar istediğimiz metinleri oynamak zordu, tuhaf günlerdi' dediğimizde bize inanmasınlar. Masal gibi gelsin geçmiş onların geleceğine. Sanatın birleştirici gücü tüm dünyayı kutsasın, savaş sadece eski bir çocuk ismi olarak kalsın. Günümüz Türkiyesi’nde ve sanırım tüm dünyada, tiyatro ve sinema dışında hangi sanat dallarında hangi avangard ve muhalif duruşu görebiliyoruz. Bu hareketi görmeli, anlamalı ve desteklemeliyiz.

Perdesiz Sahneler de anladığım kadarıyla tıpkı bağımsız sahneler gibi bağımsız bir proje, değil mi?

Tamamıyla bağımsız. Öyle ki, filmi yapma sürecinde bu sahnelerin her iki tarafında da yer alan arkadaş ve dostlarımdan kurum tarafında olanlarda bıkkınlık, alternatif tarafta olanlarda yorgunluk gördüm çoğunlukla. Medeni bir ülkede böyle bir projenin en önemli destekçisinin kültür bakanlığı olması beklenir. Başvuru, kabul, destek onayı ve desteğin gelmesi şeklinde bir silsileye sahip olan sürecin oldukça uzun bir zaman dilimine ve çok cüzi bir desteğe dönüşeceği gerçeği beni herhangi bir destek arayışından alıkoydu. Çünkü, şimdi olmakta olan, şu anda cereyan eden sanatsal bir hareket söz konusuydu ve ben buna ilk elden şahit oluyordum. Her geçen gün bu hareketin tekrarı olmayacak bir estantanesine şahit oluyordum. Film bu şahitlik içinde kameramın yakaladıklarının çok kısa bir özeti. Filmde görünenlerden belki kat be kat fazla çekilememiş ama yaşanmış gerçek var. Bu nedenle işe tek başıma soyundum, çünkü hiç kimsenin bu filmi yapmak için benim kadar heyecanlı ve inançlı olmadığını gördüm. “Bu filmi  niye yaptın ki, tiyatrocu da değilsin” diyen tiyatrocular, sinemacılar hatta bezgin entellektüeller tanıyorum. Alternatif sahneler gibi filmdeki her şeyi tek başına yapmak zorundaydım ve sonunda bu film çıktı. Ama bu sayede sesi bağımsız, duruşu alternatif oldu, çünkü denetleme mekanizmalarından, yapımcı veya destekçilerden uzak bir üretim süreci yaşadım. Yapım aşamasının en zorlu yanı yedi ay süren kurgu dönemiydi.




İzleyiciler belgeseli nerelerde izleyebiliyor/izleyebilecek?

İngilizce altyazısı yapılıyor. Film Avrupa’da festival yolculuğuna hazırlanıyor. Bir yandan da Türkiye’deki önemli festivallerde gösterilmek için yurtiçi bağlantılar kuruyor. Ekim ayında Sabancı Üniversitesinde bir workshop yer alması planlanıyor. Ayrıca Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali’nde gösterimi konuşuluyor. En yakın tarih olarak da sezon başında bir alternatif tiyatro sahnesinde özel bir gösterim yapılacak. Sosyal medya hesaplarımızdan bu gösterimin detaylarını duyuracağız. Filmin festival yolculuğu ve lisans anlaşmaları tamamlandıktan sonra internetten izlenebilen bir filme dönüşecek. Aynı zamanda sanat akademilerinin tiyatro bölümlerinden filmin gösterimi ile ilgili talepler alıyoruz.


Gökçe UYGUN