6.2.17

Live By Night / Gecenin Kanunu



Oscar ödüllü Ben Affleck (Argo) dramatik suç gerilim filmi Live by Night / Gecenin Kanunu'nda yapımcı, yönetmen ve oyuncu olarak yer aldı.
Affleck, ayrıca, ödüllü en çok satan Dennis Lehane romanına dayanarak senaryoyu da kaleme aldı.
Bu, Gone Baby Gone'ın ardından Boston’lı ikilinin ikinci ortak çalışması.

Dünyaya her ne sunarsan her zaman sana geri gelir, ama asla senin umduğun şekilde değil.
Babacan nasihatler almak Joe Coughlin’in doğasına aykırıdır. Birinci Dünya Savaşı gazisi, Boston Emniyet Müdür Yardımcısı’nın oğlu olmasına rağmen yerleşik düzene karşı bir kanun kaçağı olduğunu ilan etmiştir.
Joe tamamen kötü biri değildir; aslında, seçtiği yaşam tarzı için yeterince kötü bile değildir.
Altlarında çalışmayı reddettiği gangsterlerin aksine, bir adalet anlayışına sahip, açık yürekli bir insandır.
Bunların her ikisi de onun aleyhine işlemiş, onu tekrar tekrar korunmasız kılmıştır —hem işte, hem aşkta.

Kendisine ve yakınındakilere yapılan yanlışları düzeltme dürtüsüyle hareket eden Joe, yetiştiriliş tarzına ve kendi ahlak anlayışına aykırı ve riskli bir yola sapar.
O ve pervasız ekibi soğuk Boston kışını artlarında bırakarak, Tampa’nın sıcağına giderler. Ve intikam Joe’nun ticaretini yaptığı romun içindeki şeker kamışlarından daha tatlı olabilse de, Joe onun da bir bedeli olduğunu öğrenecektir.




Live by Night/Gecenin Kanunu'nun yapımcılığını Appian Way şirketini temsilen Leonardo DiCaprio ve Jennifer Davisson; Pearl Street Films’i temsilen de Ben Affleck ve Jennifer Todd gerçekleştirdi.
Chris Brigham, Dennis Lehane ve Chay Carter ise filmin yönetici yapımcılığını üstlendiler.

Başrollerde Affleck’e Elle Fanning, Brendan Gleeson, Chris Messina, Sienna Miller, Zoe Saldana ve Oscar ödüllü Chris Cooper (Adaptation) eşlik etti.

Filmin kamera arkasında, Affleck, üç Oscar ödüllü görüntü yönetmeni Robert Richardson (JFK, The Aviator, Hugo), Oscar adayı yapım tasarımcısı Jess Gonchor (True Grit, Foxcatcher), Oscar ödüllü kurgu ustası William Goldenberg (Argo) ve Oscar adayı kostüm tasarımcısı Jacqueline West’le (The Curious Case of Benjamin Button, Argo) yer aldı.
Filmin müziği Harry Gregson-Williams’ın imzasını taşıyor.

Bir Warner Bros. Pictures filmi olan Appian Way/Pearl Street yapımı “Live by Night/Gecenin Kanunu”nun dağıtımı, tüm dünyada, bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures tarafından gerçekleştirilecek.




YAPIM HAKKINDA

JOE: Gangster olmak istemiyorum. Yüzük öpmeyi uzun süre önce bıraktım.
MASO: Ne istediğinin artık önemi yok.  Bu hayatın içindesin.

Boston’ın üst düzey bir polisinin oğlu Joe Coughlin, ülkesi namına cesurca savaşmak için denizaşırı ülkelere gitmiştir. Fakat çok geçmeden savaş ona gerçekleri net bir şekilde göstermiştir.
Nihayetinde kendini ülkesinde, bize aktardığına göre, beklemediği bir hayatın içine dönmüş; kendini Amerikan rüyasının bedelini öderken bulmuştur.

“Joe İrlanda ve İtalyan mafyalarının savaş halinde olduğu, gangsterlerin kontrolündeki bir kasabada bir kanunsuz olmayı seçtiğini alenen kabulleniyor” diyor Joe rolünü üstlenen yazar-yönetmen-yapımcı Ben Affleck ve ekliyor: “Ama onun en ilgi çekici bulduğum yönü, kanunları çiğneyip kendi yasalarını belirlediği halde, sahip olduğu ahlak anlayışı yüzünden, bizim onu gangsterlerden biri olarak göremememiz.”
Fakat Joe’nun sonunu getirebilecek şey de onun bu doğuştan gelen haysiyet anlayışı olabilir.

Live by Night, Affleck için gerçek bir tutku projesiydi. Bu konuda şunları söylüyor: “Bir sinemacı olarak, bu proje 1930’lardan 1970’lere uzanan dönemde klasikleşmiş Warner Bros. gangster filmlerine saygımı göstermek için bir fırsattı. Onları izleyerek büyüdüm. O filmlerin sizi gerçekten farklı bir dünyaya, farklı bir döneme götüren, destansı ve izleyiciyi içine çeken bir havası vardı.”

Affleck senaryoyu yazar Dennis Lehane’in aynı adlı romanından uyarladı; ikilinin ilk ortak çalışması Affleck’in ilk yönetmenlik denemesi olan, Lehane’in suç-gerilim tarzındaki Gone, Baby, Gone adlı eseriydi.
Lehane, Live by Night'da yönetici yapımcı olarak görev aldı.

“Yaratıcı açıdan konuşacak olursak, Ben ile benzersiz bir eşleşmeyiz; üstelik bunun tek nedeni Boston’lı oluşumuz da değil ama tabi o kısım çok önemli” diyor Lehane gülümseyerek ve şöyle devam ediyor: “Ben’in estetiğinde özel bir yan var. Yönetmen koltuğundaki ilk girişimi ‘Gone Baby Gone’la oldu ve çok güzel bir iş çıkardı, filme bayıldım. Dolayısıyla, Live by Night’ı uyarlayacağını duyduğumda, onunla yeniden çalışacağım için mutluydum. Ve daha önce olduğu gibi, kitabın senaryodan itibaren Ben’in ellerinde dönüşümünü izlemek çok özeldi.”




Hayatı boyunca sinemaya düşkün olan Affleck, filmin hikayesinin kendisini özellikle gangster hayranı yapan tüm özellikleri taşıdığını vurguluyor: Güzel kadınlar, tehlikeli adamlar, polisler, mafya, silahlı çatışmalar, arabalı kovalamacalar… tüm o heyecan ve coşku yüklü bileşim.
“Dennis’in kitabını okur okumaz hikayenin sinemada harika zaman geçirmekten gerçekten hoşlanan herkes için bir şeyler içerdiğini anladım” diyor Affleck.

Leonardo DiCaprio’nun prodüksiyon şirketi Appian Way, kitabın haklarını elinde tutuyordu. Zaten Affleck de kitabı DiCaprio’nun yapımcı ortağı Jennifer Davisson’ın tavsiyesi üzerine okumuştu.
“Şirketimiz sürekli olarak harika adamlar hakkında hikayeler arıyor. Harika adamlar derken illa iyi adamlardan söz etmiyoruz, sadece öyle ya da böyle harika bir yanları olduğunu ve bu uğurda yaptıkları fedakarlıkları anlatmak istiyoruz” diyen Davisson, şöyle devam ediyor: “Dennis’in çok iyi yaptığı şeylerden biri erkek egosunu gerçekten karmaşık ve ilginç bir şekilde irdelemesi. Bana göre, Ben de bunu aynı ölçüde başarıyor. Kitabın hakları bizdeydi ama Ben kitabı okurken onu ne kadar beğendiği ve bunun tam ona göre bir proje olduğu açıktı. Ben’in güzel senaryosunu okuduğumuzda, Lehane’in hassasiyeti sayfalardan taşıyordu.”

Yapımcı Jennifer Todd buna katılıyor: “Ben, Dennis’in hikayelerine ilgi duyuyor. Bu hikaye ise onu ayrı bir şekilde heyecanlandırdı: Geçtiği dönem, karakterler, Boston’dan Florida’ya gitmek. Tüm bunlar baktığımız diğer hiçbir şeye benzemiyor gibiydi. Buna ek olarak bir de tam olarak kötü olmayan, tam olarak iyi de olmayan, ikisinin arasında takılıp kalmış Joe karakteri vardı. Seçimlerini yapan ama sonuçlarını da hisseden Joe, gerçekte nereye ait?”

Joe bir süre hapis yattıktan sonra daha sıcak ortamlar ve daha da sıcak olan yeraltı rom ticareti için Boston’dan Tampa’ya gider.
Yapım ekibi Los Angeles’ın içine ve çevresine ek olarak Boston’ın çeşitli kesimlerinde, özellikle de Lawrence’da çekimler yaptı; Florida’nın egzotik yörelerini ise o dönemin Tampa’sını daha iyi yansıtan Georgia’nın farklı yerlerinde yeniden yarattı.
Affleck’le birlikte çalışan tasarımcılar Jess Gonchor ve Jacqueline West ile ekipleri zamanı ve mekanı yeniden oluşturdular; Robert Richardson tüm bunları görüntüledi, William Goldenberg ise kurgularını gerçekleştirdi.

Affleck şunları kaydediyor: “O dünyaya, o döneme, Bob ve Bill’le, Jess ve Jackie’yle birlikte dalmak, bunu çalıştığım en keyifli filmlerden biri haline getirdi. Hepsi de işlerini çok ustaca yaptılar; ve filmde yer alan tüm muhteşem oyuncularımız da müthiş performanslar ortaya koydular. Herkes öylesine harika bir iş çıkardı ki kendimizi oradaymışız, o hayatta o deneyimi yaşıyormuşuz gibi hissettik.”




Filmde Joe’nun yolunun öyle ya da böyle kesiştiği üç kadını Elle Fanning, Sienna Miller ve Zoe Saldana canlandırdı.
Onlara kanunun yanında yer alan Brendan Gleeson ve Chris Cooper’la, kanunun karşısında yer alan Remo Girone ve Robert Glenister eşlik etti.
Joe’nun en güvenilir dostu ve suç ortağını Chris Messina canlandırdı.

JOE: Bir soygundan diğerine yaşadım.  İyi bir gün, uyku dolu ve iyi bir gece, arkaya bakamayacak kadar hızlı koşarak geçti.  

Savaşı takip eden on yıl içinde, Joe Coughlin —polis babasının çatısı altında bile— bir kanunsuz olarak yaşamayı başarır, ta ki yaptığı her şey ona yetişene kadar.
“Bir asker olarak gördüğü şeyler Joe’nun hayatta uyduğumuz kuralların, kurallara uygun yaşamanın anlamsız olduğuna karar vermesine yol açıyor” diyen Affleck, şöyle devam ediyor: “Hatta gangsterlik yaşamının organize hiyerarşik yapısının ordunun nefret edilen hiyerarşisine denk olduğunu görüyor. Onun bile parçası olmak, herhangi birinden emir almak istemiyor. O, kendi kurallarını koyacak.”

Ve bunu oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirir ama Affleck’in aktardığına göre, işleri “yalnızca yanında iki adamıyla, küçük çaplı ve göze batmaz bir şekilde yürüttüğü sürece.”
Ancak, ona en ciddi hatasını yaptıran şey, otoriteden haz etmemesi, hatta kötü seçilmiş bir soygun değildir; aşktır.
Ve sonraki yıllarda da düşüşüne yol açmaya devam eden şey —tutkudan şefkate— pek çok farklı şekil alan o tek duygudur.

JOE: Yeterince güçlü olduğumu düşünmüyor musun?
GRACIELA: Yeterince acımasız olduğunu düşünmüyorum.





Fahişeler & Taş Bebekler


Her şey bir gangsterin sevgilisiyle başladı.
Joe’yla tanıştığımızda, Affleck’e göre, “Zaten başı belada biri. İrlandalı bir mafya üyesi olan Albert White’ın kız arkadaşı Emma Gould’la gizli bir ilişki yaşıyor.”
Joe gibi, Emma da tehlikeli olsa bile bağımsızlığına düşkündür.
“Emma normalde sevgilisi Albert’ın kontrolünde. Bu yüzden, Joe’yla ilişkisinden çok mutlu, çünkü tehlikenin heyecanını seviyor” diyor Affleck.

Emma’yı canlandıran Sienna Miller, bu sinema tarzı için Affleck’in coşkusunu paylaştığını dile getiriyor: “İçki Yasağı dönemine takıntılı bir tutkum var. Dolayısıyla, bu filmde oynamak bir rüyanın gerçekleşmesiydi; ama benim için daha da önemli olan, Ben’in senaryoyu yazmış olması, ayrıca filmde oyuncu ve yönetmen olarak yer almasıydı. Önceki çalışmalarını izlemiş biri olarak, bu filmin bir parçası olmak ve böyle muhteşem bir rolü oynamak için her şeyi verirdim.”

Aktris sözlerini şöyle sürdürüyor: “Emma tam bir gangster kadını: Gizlice içki satılan, yasadışı poker oyunu oynanan bir mekanda içki servisi yapıyor, evli patronuyla kol kola geziyor ve onun arkasından düşmanıyla yatıyor. Karanlık, cani ve kadınların ezildiği bir dünyada yolunu bulmasına yardım eden çok sağlam bir içgüdüye sahip; bu da onu Joe’yla güzel, geçici ve nihayetinde trajik bir aşk ilişkisine sürüklüyor. Daha en başından, onun güçlü, ayakları yere basan ve hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapan bir İrlanda kızı olduğu çok belli.”

Miller, Joe’nun kırgın yanını dengeleme görevi gören, Boston’ın Dorchester semtinden çıkmış işveli Emma’yı canlandırmak için ilhamını İrlanda’nın County Cork bölgesinden aldı.
“Sienna bu rol için tek kelimeyle mükemmeldi, sanki bu rol için doğmuştu” diyen Affleck, şöyle devam ediyor: “Beni sürekli İrlanda aksanıyla konuşturdu; çok iyi, çok ayrıntıcıydı. Filmde yaptığı her şey amaçlı, hassas ve yoğundu.”




Emma’yla olan ilişkisinin yanıp kül olmasının ardından, Joe çok kötü gitmiş bir soygun yüzünden kısa bir süre hapis yatar.
Salıverilmesinden sonra, yüreğinde intikam duygusuyla, İtalyan mafyasına katılır ve görev için Tampa’ya gönderilir.
Joe çok geçmeden rom üretimi ve dağıtımıyla ilgisi olan yerel kişileri ziyaret etmeye başlar ve neredeyse anında egzotik Graciela’yla tanışır.
Hemen ilgisi uyanır, özellikle de o ve erkek kardeşinin rom ticaretinin başarısında kilit rol oynayan bir şeyi, şeker pekmezini kontrollerinde tuttuklarını öğrendiğinde bu ilgisi daha da artar.

Zoe Saldana puro üretimiyle tanınmış, birçok etnik grubu ve ırkı bir arada barındıran Ybor’da yaşamakta olan Kübalı Graciela rolünü üstlendi.
“Joe hayatı boyunca barbar, şiddet eğilimli suçlularla çalışmış; dolayısıyla, Graciela’nın halkında ona cazip gelen bir haysiyet var” diyen aktris, şöyle devam ediyor: “Ve Graciela onun tanıdığı hiçbir kadına benzemiyor. O, eğitimli, gezip görmüş, müzik ve sanat okumuş bir kadın. Çok kültürlü ve ailesinin işi söz konusu olduğunda çok zeki.”

Joe, Emma’yı sevmektedir ama aşkın gerçekte ne olduğunu Graciela’dan öğrenir.
“Joe ile Emma arasındaki ilişki bazı açılardan kaçınılmaz, dramatik ve olgunluktan uzak” diyor Jennifer Todd ve ekliyor: “Joe ile Graciela arasındaki ise daha olgun, ayakları yere basan ve gerçek bir şeye dayanan bir ilişki hissi veriyor.”

Belki de Graciela’yı Emma gibi kadınlardan ayıran şey hayattan ne istediğidir.
Saldana bu konuda şunları söylüyor: “Graciela’nın Küba’da uyanıp kendi kendine, ‘Gangsterlerle çıkmak istiyorum, hayatı karanlık tarafta yaşamak istiyorum’ dediğini hiç sanmıyorum. Bence iyi bir adam, bir yuva ve çocuklarının olduğu dört dörtlük bir hayat istiyor. Joe’yla zaman geçirdikçe, bu adamla her şeye sahip olabileceğini daha da çok fark ediyor. Onun gerçekten nasıl biri olduğunu, geceleri yaptığı tüm kötülükleri gündüzleri yaptığı iyiliklerle silebilirse, nasıl biri olabileceğini görüyor. Onun kurtuluş yolunu görüyor.”

Affleck ise şunları söylüyor: “Zoe inanılmazdı. Joe’yu cezbeden karakterin tüm gücünü, özgüvenini ve her an kaçabilirmiş hissini yansıtmayı başardı, ama daha da önemlisi, Joe’ya mücadele isteği veren şey Graciela’nın beklentileriydi ki Zoe bunu çok sakin ama kudretli bir şekilde hayata geçirdi.”

Todd da şunları ekliyor: “Zoe’ya sahip olduğumuz için şanslıydık çünkü onda muhteşem nitelikler, bir hafiflik, bir zarafet var. Tüm bunlar Graciela’ya çok yakışıyor. Ayrıca, İspanyolca da biliyordu ama İspanyolca konuşmalarında zarif bir Küba aksanı da kullandı.”




Miller ve Saldana gibi, Elle Fanning de Tampa polis şefinin, tatlı ve zaman zaman naif kızı Loretta Figgis rolünü canlandırırken aksan kullandı.
Ancak, kendisi zaten Georgia doğumlu olduğu için, bu aksan aslında onun köklerine geri dönmesiydi.
Loretta’nın serüvenin çok yönlü oluşu, genç aktris için heyecan verici bir meydan okumaydı.
Fanning, “İlk başta, Loretta’nın harika bir ışıltısı, hayatta macera arayan kıpır kıpır bir yanı var. Rüyalarının peşinde gitmek konusunda çok heyecanlı. Ne tuhaf ki, ancak o ışıltıyı yitirdiğinde, içindeki o kıpır kıpır heyecanı söndüğünde, dünyadaki gerçek amacını keşfediyor” diyor.

Loretta’nın Joe’yla ilk tanışması çok kısadır. Bir sonraki karşılaşmalarında, roller kesinlikle yer değiştirmiştir.
Her ikisi de polis çocuğu olsa da, benzerlikleri bununla sınırlıdır; yolları onları bambaşka yönlere sürüklemiştir.
Yine de, Joe sadece birkaç kelimeyle onun dünyasını yerle bir edebilen bu kıza belirli bir saygı duyar.
Senaryo uzun bazı monologlar içeriyordu; bunlardan biri, aralarında Joe’nun da bulunduğu geniş bir kitlenin önünde gerçekleşiyordu.
Affleck’in de onayıyla, Fanning repliklerini kameraların çalıştığı ilk seferde söyleme fırsatını buldu.
“Onu, konuşmayı öylece yapıvermek ve o enerjiyi hissetmek istediğime ikna ettim. Ben, hem yönetmen hem de o sahnede yer alan bir oyuncu olarak çok yardımsever ve destekleyiciydi.”

“Elle, Loretta’ya hem meleksi bir hava kattı, hem de kırılgan bir masumiyet verdi” diyor Jennifer Davisson ve ekliyor: “Bunu başarmak göründüğünden daha çetrefilli, ama karakter için böyle olması önemliydi ve Elle de bunun altından kalktı.”

Affleck ise genç aktris için şunları söylüyor: “Elle olağanüstü yetenekli bir oyuncu. Kitapta, karakter 13 yaşında başlıyor ama senaryoda onu kadınlığa adım atmak üzere bir genç kız haline getirdim; genç kız olmak ile yetişkin arasında olmak arasında bocalayan bir kıza dönüştürdüm. Bu sayede Loretta’nın hikaye örgüsünün daha da yürek burkucu hale geleceğini düşündüm.”
Fanning yapım sırasında yalnızca 17 yaşındaydı ama yine de, Affleck’e göre, “Bu kadar genç olmasına rağmen, rolde son derece rahattı; zorlamaya çalışmadı. Dolayısıyla, çok doğal ve gerçekçi bir portre çizdi. Filmde gerçekten de kalbinizi kırıyor.”

ALBERT WHITE: Yaptığınız şeyler için suçluluk duyuyor, böylece hayatınızı birilerinin günahlarınız için sizi cezalandırmasını umarak geçiriyorsunuz. Eh, işte buradayım.





Mafya Patronları & Kariyeri Suç Olanlar


Yozlaşmış ve umursamaz. Her mafya üyesinin güç, para ve —bu erdemlerin önünde engel teşkil eden herkesi ortadan kaldırmak için— cinayet dolu bir hayatta başarılı olmanın anahtarı olduğunu bildiği nitelikler.
Filmin İçki Yasağı döneminde geçen hikayesinde, güç ve para, ağırlıklı olarak, yasadışı içki kaçakçılığıyla elde edilmektedir.
Yolunuza çıkanları öldürmek bu ticaretin püf noktalarından biridir sadece.

İtalyan mafya babası Maso Pescatore tarafından davet edilmesine ve İrlanda mafya babası Albert White tarafından çok istenmesine rağmen, Joe, Boston’ın yerleşik gangsterleri için çalışmaktan özenle kaçınır.
Aslında, o ve silahlı soygundaki ekibi, White’ın birden fazla şekilde işine çomak sokarlar ve kaçamakları gözden kaçmaz.
White, Joe’yu ilk uyaran kişi olur ama Joe İrlandalının örgütünün iç işlerinin nasıl yürüdüğünü iyi bilmesine rağmen, White’ın ne kadar çok şey bilebileceğini ya da bir noktaya dikkat çekmek için ne kadar ileri gidebileceğini hafife alır.

İrlandalı mafya patronu rolünü üstlenen İngiliz aktör Robert Glenister, White’ı, “kötülüğün vücut bulmuş hâli” olarak niteliyor ve, “Ne yaptığını ve neden yaptığını gizlemiyor” diyor.
Glenister önündeki zorluğun, White’ın insani yanını göstermek olduğunu ifade ediyor: “O, hayatta kalmayı bilen biri ama onun dünyasında ve onun döneminde, biri sizi meydan okuduğunda sert ve acımasız olmak zorundaydınız. Joe onu kızdırınca, Albert’in canı çok sıkılıyor. Psikopatlık eğilimli biri olduğuna şüphe yok ama o da sonuçta bir insan.”
Joe, White’ın yüzünden nihai bir kayıp yaşadığında, ondan eşit ölçüde intikam almak için rekabete girmekten başka seçeneği olmadığını görür.

Pescatore’yi tanınmış bir İtalyan aktör olan Remo Girone canlandırdı.
“Albert White, Maso’yla aynı işi yapıyor ama sorun alan paylaşamama meselesi. Biri diğerine üstün gelmeye çalışıyor, işte konu bu” diyen aktör, şöyle devam ediyor: “Maso’nun zeki olmayan bir oğlu var. Joe hapisten çıktığında, Albert White’tan intikam almak istiyor. Bu yüzden, Maso için çalışmaya karar veriyor. Maso onun zeki, çok zeki biri olduğunu, iyi bir yönetici olduğunu görüp Florida’nın sorumluluğunu ona veriyor.”




“Albert ile Maso’yu canlandıracak oyuncuların sinemaseverlerin çok aşina olmadıkları yüzler olmasını arzu ettim” diyen Affleck, bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Filmlerde bazen bir kötü adam görüyorsunuz ama o aktör tanıdığınız ve sevdiğiniz biri oluyor, dolayısıyla bilinçaltı düzeyde de olsa, onların yanında yer alıyorsunuz. Fakat bu karakterler gerçekten ama gerçekten kötü adamlar. Seyircinin onlara güvenmesini istemedim, tıpkı Joe’nun güvenmediği gibi. Öte yandan, Remo kendi ülkesi İtalya’da, Robert da İngiltere’de çok iş yapıyor. Hâliyle, onları tanıyanlar olacaktır ama her ikisi de öylesine muhteşem birer oyuncu ki rollerinin altından kalktıklarını düşünüyorum.”

Joe’nun hikaye boyunca güvendiği silah arkadaşı Dion Bartolo’yu, daha önce “Argo”da da Affleck’le çalışmış olan Chris Messina canlandırdı.
Lehane kitapta bu karakteri kilolu olarak betimlediği için, Messina rol için 18 kg aldı.
“Ben, uzun boylu, geniş omuzlu bir adam. Kendim ise daha az yapılıyım. Dolayısıyla, rol üzerinde çalışırken nasıl onun koruması gibi görünebileceğimi, onu nasıl koruyacağımı ve beraberce silahlı çatışmaya gireceğimi düşündüğümde biraz kilo almaya karar verdim” diyen Messina, şöyle devam ediyor: “Al Capone’nin sağ kolu Frank Nitti’nin Capone’den daha ufak tefek olduğunu ama yine de ona İnfazcı dendiğini ve herkesin ondan korktuğunu öğrendim. Kamera test çekimlerine biraz kilo almış olarak gittim. Bu, Ben’in hoşuna gidince devam ettim. Bol bol dondurma, bira ve makarna... Dürüst olmak gerekirse, güzel bir dönemdi!”

“Chris boyuna büyüyemeyeceğine göre enine büyümeye karar verdi” diyor Affleck espriyle ve ekliyor: “Çok dürüst olmak gerekirse, Dion bu acımasız suç dünyası, bu mafya dünyası içinde yapmaya istekli olduğu şeylerden ötürü çok korkutucu biri; ve Chris, Dion’un içsel gücünü başarıyla yansıttı.”

Dion ve erkek kardeşi Paulo, Joe’nun küçük grubunun diğer üyeleri.
“Onlar kendi küçük çeteleriyle ufak tefek hırsızlıklar ve soygunlar yapan çocukluk arkadaşları. Aralarında sadakat, güçlü bir dostluk ve sevgi var” diyor Messina.
Hikaye bu üç arkadaşı farklı yönlere savurur. Joe, Maso’nun Florida’daki operasyonu için yanına Dion’u alır.
“Tampa’ya geldiklerinde, daha fazla paraya ve daha fazla prestije sahipler… kanun kaçağından gangsterliğe geçerek basamakları tırmanıyorlar” diye ekliyor Messina.

Aktör, iki arkadaş arasında, fizik haricinde, çok ciddi bir fark daha görüyor: Hayata bakış açıları. “Dion kim olduğunu ve her zaman kim olacağını sorgulamıyor. Bu şekilde yaşayacak ve bu şekilde ölecek. Joe hep nasıl bir adam olmak istediğiyle cebelleşiyor.”

Messina çekimlerde en çok sevdiği kısmın “teklikler”, yani kesintisiz ve uzun bir kayıtla çekilen sahneler olduğunu belirtiyor: “Çok sayıda karmaşık tekliğimiz vardı; başlangıçtaki iskambil oyunu bunlardan biriydi. Teklikler çok ilginçtir, tüm öğelerin başarılı olması gerekir; çok da eğlencelidirler.”
Aktör bunların aynı zamanda çok gerginlik yaratabileceğini de gülerek ekliyor: “Harika bir tek plan çekimi mahveden kişi olmak istemezsiniz.”

ŞEF FIGGIS: Ne tür bir iş yaptığınızı sorarak size hakaret etmeyeceğim ki yalan söyleyerek siz de bana hakaret etmeyin.





Kanun Uygulayıcı


Joe Coughlin vasat bir polisin çocuğu değildir. Babası Thomas Coughlin, Boston Polis Teşkilatı’nın Emniyet Müdür Yardımcısı’dır ve üniforması olsun olmasın, başlı başına baskın bir kişiliktir.
Affleck bu rolü canlandırması için ünlü İrlandalı aktör Brendan Gleeson’a teklif götürdü. Aktör bu projede yer almaktan büyük memnuniyet duydu.
Gleeson bu konuda şunları söylüyor: “Ben muazzamdı; kendisi müthiş bir oyuncu ve yönetmen. Ayrıca, İçki Yasağı dönemini konu alan bir filmde yer alıp, İrlandalı bir polisi canlandırmak da son derece heyecan vericiydi. Dennis Lehane başka türlü biri; senaryo da harika yazılmıştı. Ben sahnelerin uzun uzun akmasına izin veriyor, dolayısıyla sahne içinde duygusal bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Bunun bir parçası olmak harikaydı.”

Gleeson’ın sette en unutulmaz anlarından biri yer aldığı ilk sahnede gerçekleşti: “Yeniden 1920’lerin polis arabaları ve harika görünümlü bir sürü polisle çevrili olmanın beni fazlaca heyecanlandırdığını itiraf etmeliyim. Bana göre, bu, sinema sihriydi.”

Affleck deneyimli aktörün rolüne kattığı ağırlığı takdir ettiğini şu sözlerle vurguluyor: “Brendan, Thomas’a sakin bir sağlamlık, ilginç bir onaylamazlık havası kattı. Bu, özellikle babanın oğlunu sürekli olarak eleştirdiği, oğlun da asla kendini kanıtlayamıyormuş ya da yeterince saygı görmüyormuş hissini taşıdığı bir baba-oğul ilişkisi izlenimi uyandırıyor. Karakteri öylesine ustaca canlandırdı ki onu çalışırken izlemek başlı başına bir zevkti.”

Jennifer Davisson ise, “Coughlin erkeklerinin karmaşık bir ilişkisi var” dedikten sonra,  şöyle devam ediyor: “Baba-oğul arasında bir sevgi olduğu belli; yoksa babası Joe’dan yıllar önce vazgeçmiş olurdu ya da Joe babasıyla arasına mesafe koyardı. Fakat bu sevgi, inişli çıkışlı bir geçmişe sahip ve tamamını bilemiyoruz. Thomas mı haklı? Joe mu haklı? Babasının oğlunu korumak için yaptığı şey oğlunu gerçekten koruyor mu? Brendan bu ahlaki ikilem konusunda seyircinin kendi kararını vermesi açısından olağanüstü bir iş çıkardı.”




Ve Joe haklı ile o kadar da haksız olmama arasında bir çizgide yürüse de, “Thomas özellikle iyi biri değil ama özellikle kötü de değil” diyor Gleeson ve ekliyor: “O dönemdeki işi gereği, ahlaki pusulanın oldukça sabit olduğu bir duruş sergiliyor. Sanırım oldukça sert durmaya çalışıyor ama tavizsiz hiçbir şey olmaz. Herkeste esnek bir ahlak anlayışı vardır.”

Belki de Şef Figgis için bu biraz —ama sadece biraz— daha az geçerli olabilir. Rolü, “The Town”da Affleck’le çalışmış olan Chris Cooper canlandırdı.
Kendisi Massachusetts’li olsa da, bu filmdeki sahnelerinin tamamı Florida’da geçiyordu.
Cooper şunları kaydediyor:  “Figgis, Ybor şehrinin polis şefi. Bu şehir purosuyla ve kaçak barlarıyla ünlü. Figgis, Joe ile Dion’un Boston’dan geldiklerini ve rom üretmek için Ybor’un bir kısmını kendilerine istediklerini biliyor. Benim canlandırdığım karakter alanları ve sınırları belirlemek üzere onlarla buluşuyor; böylece, Joe ve Dion nerede ve nasıl iş yapabileceklerini tam olarak anlayabilsinler ki Figgis de onları görmezden gelebilsin.”

Cooper rolün gri tonlarından keyif aldı. “Figgis büyük bir meydan okumaydı. Ama bu işi bunun için yapıyorsunuz, her şeyin siyah-beyaz olmadığı böyle karakterler için.”
Affleck ise şunları söylüyor: “Chris’le çalışmak inanılmazdı. ‘The Town’da beraber bir günümüz vardı. Öyle iyiydi ki fırsat bulursam onunla yeniden çalışmak istediğime o zaman karar vermiştim. Şerif rolü için mükemmel bir seçimdi. Figgis’e ahlaki doğruluk ile dünyadan bezmişliğin harika bir bileşimini kattı.”

 “Live by Night/Gecenin Kanunu”nun oyuncu kadrosunu tamamlayan isimler şöyle: Pruitt rolünde Matthew Maher; Graciela’nın erkek kardeşi Esteban Suarez rolünde Miguel J. Pimentel; ve Digger Pescatore rolünde Max Casella. Ayrıca, Anthony Michael Hall, Clark Gregg ve yönetmen Affleck’in şans tılsımı olan, her dört filminde de yer almış Titus Welliver konuk oyuncu olarak filme renk kattılar.
“İçinde Titus olmayan bir film yapamam” diyor Affleck.




DION: Tampa’nın Harlem’i Ybor’a hoş geldin.

“Live by Night/Gecenin Kanunu”nun büyük bir kısmı 1927 ila 1930’ların başı arasında geçiyor ve başkarakter Joe Coughlin’i İçki Yasağı dönemi Boston’ının soğuk ve kasvetli sokaklarından Tampa’nın kavurucu gündüzlerine ve ılık gecelerine götürüyor.
Yapım tasarımcısı Jess Gonchor her iki yerin görüntülerini ve seslerini Massachusetts, Georgia ve California’daki çeşitli mekanlarda yeniden yarattı; görüntü yönetmeni Robert Richardson da tüm bunları kamerayla kaydetti.

“Bob ve Jess perdede gördüğünüz her şeyde çok önemli bir paya sahipler; tabi onlara eşlik eden, ‘Argo’ ekibimdeki kostüm tasarımcısı Jackie West, kurgu ustası Billy Goldenberg, ve birinci yönetmen yardımcısı David Webb’le birlikte” diyor Affleck.

Yazar Lehane romanından sayfaların hayata geçen görüntülerini görmekten müthiş bir mutluluk duyduğunu belirtiyor: “Şunu söylemeliyim ki Robert’ın çalışmalarından bazılarının gücüne hazırlıklı değildim; bu çekimlerin bir kısmı beni hayrete düşürdü. Özellikle, gölde yanan araba benim kitaptaki favorilerimden biriydi ama ekranda gördüğümde tek kelimeyle soluğum kesildi. Bu sayede bir kameranın neler yapabileceğini, harika bir yönetmen ile görüntü yönetmeninin size asla unutmayacağınız o resmi verebileceğini fark ediyorsunuz. Ayrıca, filmin bu kadar zengin bir renk paletine sahip olmasına da hazırlıklı değildim, ama her bir kare birbirinden güzeldi.”

Affleck, “Stil açısından bunun zorlu olacağını biliyordum ama yine de bol miktarda uzun soluklu çekim içeren, el kamerasına yer vermeyen o klasik tarzı istedim. Bob gerçek bir usta, bir dahi. Onun etrafında olmak ve çekimleri hazırlayışını görmek bir onurdu.”

“Beni bu işe çeken şey Ben’di çünkü birçok alanda olağanüstü yetenekli” diyor Richardson ve ekliyor: Bu, aşırı karmaşık kurgusu olan bir çekimdi ama onun parçası olmak gerçek bir zevkti.”

Affleck filmin dijital olarak çekilmesine Richardson’ı ikna etmenin biraz zaman aldığını da itiraf ediyor.
Ama ikili, Gonchor’la birlikte, Joe’nun hayat tarzı değişimini vurgulamak için, Boston’daki sahneleri siyah-beyaz kanvasa yakın, Tampa’daki tonları ise canlı tutmakta karar kıldılar.
Film boyunca, hikayenin destansı hissini pekiştirmek için, Richardson uzun, geniş planlı çekimler, tek planlı çekimler hazırladı; Affleck de aksiyonu zengin bir mekan yelpazesinde geçecek şekilde kurguladı.

“Bob’ın anamorfik çekim yapacağını öğrenir öğrenmez, Ben’le birlikte oturup setleri nasıl inşa edeceğimi konuşmaya başladık” diyen Gonchor, şöyle devam ediyor: “Örneğin bir sahneye bakarken, Bob, ‘Jess, şuradan geçip şunu göreceğim’ gibi şeyler söylüyordu ki bu harikaydı çünkü bunları göz önünde bulundurarak seti nasıl inşa edeceğime ya da öncesinde mekan seçimine karar verebiliyordum. Yapım tasarımcısı olarak, isteyeceğiniz son şey kameranın biraz oraya biraz buraya gidip hiçbir şey olmayan bir yeri çekmesidir. Bunun önüne geçmek için oldukça geniş yapılar inşa etmemiz gerektiğini biliyorduk.”




 Yapımcıların, ayrıca, 90 yıl öncesine ait bir yer ve dönem yaratmaları gerekiyordu. Affleck bu konuda şunları söylüyor: “Boston’da o dönemi çekmenin getirdiği en büyük zorluk şimdi o döneme hiç benzememesi. 1920’lerden bu yana beş kez nezihleştirildi ve yenilendi. Dolayısıyla, eskiden göründüğü haline getirilebilecek bir yer bulmak gerçekten zahmetliydi. Gerçekten tarihi ve korunmuş bir semt olan North End’e gittik. Yeterli miktarda eski tabela, araba ve figüranla burayı amacımıza uygun hâle getirmeyi başardık.”

Boston bölgesi dış mekan çekimlerinin büyük bir kısmı bir buçuk hafta boyunca ağırlıklı olarak Lawrence’da gerçekleştirildi.
Burada, örneğin, bir banka soygununun ardından yaşanan uzun araba takibi sahnesi çekildi ve sahne Andover’ın Harold Parker Devlet Ormanı’nda son buldu.
“Lawrence’ın tarihi 1800’lerin sonu, 1900’lerin başına kadar dayanıyor. Burada hâlen orada olan ve el değmemiş çok sayıda tekstil fabrikası bulunuyordu. Biz şanslıydık çünkü duyduğuma göre bizden sonra buraları konut sitelerine dönüştürmeye başlamışlar. Lawence bizim arabalı kovalamaca ve banka soygunumuz için mükemmel bir mekandı” diyor Gonchor.

Hikayede özel bir yeri olan bu soygunun ardından, Joe şehrin gösterişli otellerinden Statler Hotel’de Emma’yla buluşmak için plan yapmıştır.
Yapım ekibi çekim için Boston’daki Copley Plaza’yı kullandı. Gonchor’a göre, burası, “O döneme ait inanılmaz bir balo salonuna sahipti, dolayısıyla Ben orada çekim yapmayı çok istedi. Çok popüler olduğu için rezervasyon yapmak kolay olmadı ama buna fazlasıyla değdi.”

Filmdeki Boston sahnelerinin geri kalanı Los Angeles’ın içinde ve çevresinde, Warner Bros. Stüdyoları’nın Hennessy caddesi ve Plato 11’nde; Universal Stüdyoları ve Sony platolarında; Pico House’da; Biltmore’da; ve Pasadena’daki Castle Green’de çekildi.

Live by Night oyuncuları ve çekim ekibi Florida mekanlarının yerine geçen Georgia’nın çeşitli yerlerinde biraz daha uzun zaman —iki hafta— geçirdiler.
Gonchor bu konuda şöyle diyor: “Tampa bölgesindeki Ybor şehri o dönemlerde pek çok farklı etnik topluluğun bir araya geldiği bir yerdi: İtalyanlar, Kübalılar, İspanyollar, Afrika kökenli Amerikalar; Ybor kültürleri içinde eriten bir kazandı. Kübalılar puro üretiminden sorumluydu ve bu çok kârlı bir iş koluydu. Bizim hikayemizde ise Graciela ve erkek kardeşi, Joe ile Dion’un Küba’da yetiştirilen şeker kamışından elde edilen şeker şurubuna erişimini kontrol ediyorlar.”

Gonchor şöyle devam ediyor: “Savannah’nın bir saat kadar dışında, Brunswick adında, tıpkı Ybor gibi bir sahilde yer alan küçük bir kasaba vardı ve buradaki birkaç blok prodüksiyonun amaçlarına mükemmel uyuyordu. Binalar tam olarak o döneme ait değildi ama yakındı; ayrıca, bu yörede kendi yapılarımızı inşa etmek için pek çok fırsat bulduk.”

Gonchor renk paletini de Joe’nun güneye göçüşüne göre belirledi. “Joe, Maso tarafından Boston’dan Florida’ya gönderildiğinde bol bol renk var. Muhtemelen en çok rengi bu filmde kullandım. Benim tarzım genellikle tek tonludur. Bu film için böyle bir değişiklik yapmak güzel bir histi.”

Tasarımcı yaratımlarını olabildiğince gerçekçi tutabilmek için o döneme ait çok sayıda fotoğraf inceledi. “O dönemde bölgedeki tabelalar hakkında keşfettiğim şeylerden biri her şeyin elde boyanmış ve oldukça büyük olduğuydu. İnsanlar sahip oldukları şeyden gurur duyuyorlardı ve işlerini ortaya koymayı istiyorlardı. Sokaklar cesur, renkli, abartılı tabelalarla doluydu; hatta bazıları doğrudan tuğla binaların duvarlarına boyanmıştı. Filme bunu yansıtmayı kesinlikle istedik” diyor Gonchor.



Affleck ise şunu söylüyor: “Konseptten uygulamaya, Jess bu yapımda müthişti. Coşkuluydu; gerçekten ama gerçekten dikkatliydi ve her bir seti nasıl tasarlayıp yaratmak istediği konusunda net bir vizyonu vardı. Üstelik ilk denemede hep başarılıydı.”
Gonchor ise Affleck’le çalışmaktan duyduğu mutluluğu şöyle aktarıyor: “Ben’in harika fikirleri, özgüvenli biri ve her şeyi çabucak görüyor. Bunlar tasarladığımız her ortamda bana çok yardımcı oldu. Tartışmaya her zaman açıktı, ayrıca bana yaratıcı şekilde çalışmam için fazlasıyla özgürlük tanıdı. Yönetmeniniz size o kadar güvendiğinde, daha da çok çalışmak istiyorsunuz.”

Affleck’le “Argo”da birlikte çalışmış olan kostüm tasarımcısı Jacqueline West, sinemacıyla zamanda daha da geriye gitmeye istekliydi.
“Bu film moda tarihinde sıradışı bir yere sahip çünkü moda 1920’ler ve 30’larda Büyük Buhran’ın etkisiyle çok ani değişimler gösterdi” diyen West, şöyle devam ediyor: “Ayrıca, Doğu yakası ve güney arasında hava değişikliklerini de hesaba katmamız gerekti. Tüm bunları filmin akışı boyunca kusursuz bir şekilde hayata geçirmek büyük bir meydan okumaydı.”

West araştırmalarına Joe Coughlin’in çeşitli görünümleri için ilham verecek imajlar arayarak başladı.
Bu sırada karşısına oldukça ünlü bir sima çıktı: Bebek Yüzlü Nelson. Fakat tasarımcının dikkatini çeken şey bu ünlü suçlu değildi. Bunu şöyle açıklıyor: “John Paul Chase, Nelson’la takılıyordu ama gangsterlerden farklıydı; o daha çok bir kanunsuzdu, bir asiydi, tıpkı Joe gibi. Ayrıca, yine Joe gibi, içki kaçakçısı ve banka soyguncusuydu. Onun giyim tarzı hoşuma gitti; kendisini diğerlerinden farklı kılan belirli bir modernliği vardı.”

West, Joe’nun Boston’da İrlandalı bir sokak serserisinden biraz hallice görünümü için,  Affleck’i koyu renkli, tüvit gibi daha ağır dokuma kumaşlarla giydirdi. Bu sayede Joe’nun fazla anlamı olmayan bir hayat sürdüğünün ve havanın soğukluğunun altını çizdi.
Joe, Maso için çalışmayı seçip Florida’ya gittiğinde, “takım elbisesinin kesimi değişiyor” diyen West, şöyle devam ediyor: “Ybor’da trenden indiği andan itibaren, terzi elinden çıkmış kıyafetler giyiyor, tıpkı dönüşmekte olduğu bir mafya patronu gibi. Maso’nun sunabildiği her imkandan yararlanıyor. Bu da, daha güzel takım elbiseler, daha şık bir görünüm ve elbette sıcak havaya uygun daha açık renkli kıyafetler anlamına geliyor.”

Emma ve Graciela karakterleri için, “1920’li ve 30’lu yılların kıyafetlerini Sienna Miller ve Zoe Saldana’dan daha ikna edici şekilde taşıyacak iki kadın bulamazdım. Vücut dilleri canlandırdıkları dönem için mükemmeldi” diyor West.
Tasarımcı şöyle devam ediyor: “Emma tam anlamıyla başına buyruk: Özgüvenli, özgür fikirli, toplum içinde sigara içen bir genç kadın. Gerek Emma’nın gerek Graciela’nın davranışlarında gerçek bir psikolojik ve cinsel özgürlük vardı. İlham kaynağı olarak çoğu zaman pantolon ve özel kesim ceketler giyen Louise Brooks’tan ve çok avangart, 29-34 arasında kural dışı birçok film yapmış olan Norma Shearer’dan yararlandım.”

Joe’da olduğu gibi, diyor West, “Emma için de daha koyu renkli kıyafetler seçtim çünkü o, Joe’nun hayatının karanlık yanının bir parçası. Emma ağırlıklı olarak kahverengi giyiyor; siyahtan uzak durmaya çalıştım çünkü o dönemde, cenazeler dışında pek kullanılan bir renk değildi. Ayrıca, Albert White’ın sevgilisi olmasına rağmen, Emma’nın fazla parası yoktu. Bu yüzden, Statler Hotel’de giydiği elbise için boncuk yerine payeti tercih ettim.”




Aslında, West, filmde Miller’ın giydiği kıyafeti tasarlamadan önce 300’den fazla elbiseye baktıktan sonra kendini bir nostalji mağazasının arka odasına buldu. “Bir antik payet torbası açtım. İçindeki payetlerin yenilerde olmayan bir matlığı vardı. Onları torbadan çıkardığımda, bunların yekpare olduğunu fark ettim; payetler bir ağın üzerine dikilmişti. Çok deco bir tarzı vardı, gördüğüm en güzel elbiselerden biriydi ama onu kullansak darmadağın olurdu. Bu yüzden, Emma’nın elbisesini böyle bir ilhamla tasarladım. Joe içeri girip onu gördüğünde, Emma tek kelimeyle ışıldıyor. Hedefim tam olarak buydu.”

Miller tasarımcıdan övgüyle söz ediyor: “Jackie çorabınızın deseninden otantik iç çamaşırlara kadar her bir ayrıntıyı düşünüyor. Ayrıntılara gösterdiği özen, oyunculara gerçek bir zaman ve mekan hissi veriyor; ve bana göre, işte her şey o anda bütünleşiyor. Altına bakılmadık taş bırakmıyor ve bu durum performansa muazzam derinlik katıyor.”
“Herkes için küçük dokunuşlar yapmaya çalışıyorum” diyor West ve ekliyor: “Chris Cooper erkek jartiyeri giyiyor. Onun dönemde ve konumunda pek çok erkek çoraplarının kaymaması için bunlardan giyerdi. Chris de giydiği jartiyerin sertliğini hissetti. Bence kamerada görmediğiniz şeyler de gördükleriniz kadar önemli. Bir oyuncu o katmanları üzerine giydiğinde —o döneme ait bir iç çamaşır, sutyen ya da slip— dönüşmeye başlıyor, adım adım o köprüyü geçerek oyuncudan karaktere doğru ilerliyorlar. Ben o yüksek belli pantolonlar ve pantolon askılarıyla farklı duruyor çünkü bunların verdiği his günümüzde giydiğimiz kıyafetlerinkinden farklı.”

Affleck ise şöyle diyor: “Jackie tek kelimeyle inanılmaz. “Biz provaya gitmeden önce karakterinizi çözmüş oluyor; onun hakkında, kıyafetlerini nereden alıyor olabileceğine, bunları nasıl giyeceğine gerçekten kafa yormuş oluyor. O kadar emek sarf etmiş oluyor ki oraya gittiğinizde adeta bir lütufla karşılaşıyorsunuz.”
West, Joe’nun hayatındaki diğer kadın Graciela için şunları söylüyor: “Lartigue’in ilham perilerinden ünlü Renée Perle bana da ilham verdi. Kendisinin inanılmaz bir kimlik anlayışı, muhteşem bir kişisel tarzı ve Zoe’yla benzerliği vardı. Graciela’yı ağırlıklı olarak beyaz giydirdim çünkü güneyde, havanın sıcak olduğu bir yerde yaşıyordu. Ayrıca, beyaz onun güzel ten rengini daha da öne çıkardı. Kıyafetlerine İspanyol nakışıyla, Küba’yı çağrıştıran bir hava verdim.”

“Bir dönem filmi yaptığınızda, kostümler ve aksesuarlar oyuncu için başlıca araçlar olabiliyor” diyor Saldana ve ekliyor: “Elbiselerin kesimi, ayakkabılar… Jackie’nin yaptığı şeylerin ardında hep bir hikaye var. Onun yardımı benim Graciela’yı oluşturmama çok önemli katkı sağladı.”
West’in film için yarattığı parçalar arasında en sevdiklerinden biri Graciela’nın gece kulübü elbisesiydi. “Fransız ipekli kadifenden, kendi ellerimle işlediğim ve Zoe’nin vücuduna göre drapelerini yaptığım bir elbiseydi. Bu elbise yapması gereken her şeyi yapıyor: Graciela onunla dans ediyor, onunla sevişiyor. Elbise onun üzerinde muhteşem görünüyor.”




Tasarımcı bu elbisenin ilhamını da eski bir Cagney filminden almış. “O filmi izlediğim sırada bu projeyi düşünüyordum. Gerçek anlamda hayat kadını değil de bu mesleğin daha lüks kategorisinde bir kadının üzerinde çizgili bir elbise gördüm. Bir gece elbisesinde bu çizgileri kullanmanın harika olacağını düşündüm. Gerçekten de Zoe’nun uzun, ince, şık 30’lı yıllar siluetinde çok güzel durdu.”

Elle Fanning’in canlandırdığı Loretta Figgis karakteri Emma gibi ateşli ya da Graciela gibi zarif olmaktan çok uzaktı.
“Onunla ilk tanıştığımız kısa sürede, muhtemelen liseyi yeni bitirmiş gibi duruyor, çok masum, çok taze” diyen West, şöyle devam ediyor: “Fakat Loretta sahnelerinin geri kalanda bir metamorfoz geçiriyor. Bana göre, Loretta’nın karakterinin klasik kişileştirmesi Amy Semple McPherson’dı; onun da tuhaf bir geçmişi ve çok acayip bir yanı vardı. Onun hakkında araştırma yaparken, Vogue dergisinden fotoğraflar kesip, görünümünü ve tüm mevcudiyetini küçük omuzlu ya da inanılmaz yarasa kollu özel dikim gelinliklere dayandırdığını öğrendim. Bunun Loretta’ya mükemmel uyan bir kırılganlık gösterdiğini düşündüm.”

Live by Night/Gecenin Kanunu'nda çok sayıda konuşmalı rolün yanı sıra, hikayenin akışı boyunca binin üzerinde figüran rolü de bulunuyordu. West onlara tüm dikkatini verdi. “Arka plan yaparken her zaman Fellini filmlerini düşünürüm; bir Fellini filmindeki herkesin nasıl bir izlenim bıraktığını” diyen tasarımcı, şöyle devam ediyor: “Gerçek insanlara ait belki 1.000 tane fotoğraf bulmuş ve basmışımdır; ve hemen hemen her karakteri, her arka plan oyuncusunu gerçek resimlere dayandırdım. Jess’in Brunswick’te yarattığı, tüm figüranların yerlerini almış olduğu Ybor şehri sokağına adım attığımda, adeta eski bir Walker Evans fotoğrafıyla karşı karşıyaydım.”

Filmdeki her bir karakterin görünümünü yaratmak üzere saç departmanının sorumlusu Kristin Berge, makyaj departmanının başındaki Kate Biscoe ve Ann Pala Williams, West’le omuz omuza çalıştılar.
Yapımdaki bütün otomobillerin aynı ölçüde güzel görünmesini sağlamak ise ulaşım ve film taşıtları koordinatörü Randy Peters ile ulaşım sorumluları John Willoth ve Joey Freitas’ın göreviydi.
“Geçmişteki tipik gangster filmlerinde ağırlıklı olarak koyu renkli Model As ve benzeri araçlar kullanılmaktaydı. Ama Ben o bariyeri biraz yıkmak, biraz renk ve çeşitlilik istedi. 1920’lerde, 200’ün çok üzerinde otomobil üreticisi vardı, bu yüzden önümde pek çok seçenek bulunuyordu” diyor Freitas.

Filmde görülen çok sayıda polis arabası ve diğer taşıtların yanı sıra, Freitas’ın sağladığı başlıca “kahraman arabaları”, Joe’nun Tampa’daki yükselişinin hikayesini anlatmaya yardımcı oldu.
 “Joe, Ybor’da trenden indiğinde, Dion onu üstü açık bir 1928 Franklin coupe’yle karşılıyor; gösterişli ve klas bu araba iki adama etrafta gezinirken belli bir prestij sağlayan harika bir başlangıç arabası. Bunun ardından 1931 Lincoln Model K’ya geçiyoruz. Bu, o günlerin Rolls Royce’u olan, gerçekten lüks ve üst sınıf bir araç. Joe’nun artık para ve güç sahibi olduğu anlaşılıyor” diyen Freitas, şunu da sözlerine ekliyor: “En sonunda, 1933 Packard Twelve’e geçiyor ki o da gününün Maybach’i. Joe’nun devler ligine geçtiğinin, ihtiyacı olandan çok daha fazla paraya sahip olduğunun ve bunu arabalara yatırdığının bir göstergesi.”
Artık bir kanunsuz değil, tam bir gangster olan Joe gerçekten hiç beklemediği bir hayat yaşamaktadır.

JOE: Bu hayatta özgür olmak için, kuralları çiğnemenin hiçbir anlamı olmadığını fark ettim.  Kendi kurallarınızı yapacak kadar güçlü olmalıydınız.

Affleck, Joe’nun film boyunca yaptığı yolculuğun temasına uygun müzikleri yaratması daha önce “Gone Baby Gone” ve “The Town”da birlikte çalıştığı besteci Harry Gregson-Williams’a teklif götürdü.
“Bu türü biraz baş aşağı etmesi konusunda Harry’ye güvendim” diyor Affleck ve ekliyor: “Duygusal anlar için sürükleyici ve kışkırtıcı; silahlı çatışmalar, araba takipleri ve diğer aksiyon sekansları için çarpıcı ve enerjik müzikler yaratabileceğini, anlatımın bütününe gerilim yüklü bir ilerleme katabileceğini biliyordum.”

Gregson-Williams ise Affleck’le birlikte çalışmaktan memnuniyet duyduğunu belirtiyor: “Ben, müzik eleştirisinde yapıcı biri; bana net bir yön ve ilerleyecek bir yol sağlıyor. Öte yandan, bana kendi düşüncelerini aktarmadan önce müzik yaratma özgürlüğü tanıyor; ardından müziğin duygusal içeriğini ve film için oluşturduğu potansiyeli tartışıyoruz.”

Besteci şöyle devam ediyor: “Joe’nun teması oldukça karanlık şekilde başlıyor, ardından yaşamı çeşitli değişimler ve umut anlarıyla doldukça hafifliyor. Emma için elektronik keman kullanarak İrlanda ezgilerini çağrıştıran bir tema kullandık; Graciela’nın görünümü de müziğe duygusal ve etnik katman getiren diğer bir unsur.”

Filmin son şarkısı için, Affleck şarkıcı-şarkı yazarı Foy Vance’le çalıştı. Vance film için özel olarak “Moonshine” adında bir şarkı yazdı ve bunu Kacey Musgraves ile birlikte seslendirdi.
Affleck, “Şarkıyı dinledikçe daha da çok seviyorum. İncil’i andıran bir havası var ama aslında bir halk şarkısı. Filmin o dönemine ait pek çok halk şarkısı gibi, Moonshine da size müthiş bir zaman duygusu veriyor ve Joe’nun yolculuğuna müthiş bir nokta koyuyor” diyor.

Affleck sözlerini şöyle sona erdiriyor: “Tıpkı çocukken izlediğim klasik gangster filmleri gibi, Dennis Lehane sürükleyici bir dünya ve hepimizin özdeşleşebileceği bir karakter yarattı. Hepimiz kendimize özgü insanlar olmak, hayatı kendi kurallarımıza göre yaşamak istiyoruz ama bazen bunun bir bedeli var, hem de yüksek bir bedeli. Joe’nun, ödeyeceğini bildiği bedele rağmen, ilkelerinden vazgeçmemek için verdiği büyük çabayı neredeyse kahramanca buluyorum. Umarım sinemaseverler de böyle düşünür.”


Filmin mmknmrtb notu:  5  /10