19.4.18

Bir İstanbul Film Festivali daha böyle geçti!


Gelen hiçbir şey ne geldiği gibi kalıyor ne de kalıcı oluyor, uçup gidiyor işte!.
Hal böyleyken, 37. İstanbul Film Festivali mi baki olacağıdı dostlarım; işte geçti gitti, onlarca gösterimin, filmin bakiyesini dimağlarımızda, muhtelif sinemaların tozunu da ciğerlerimizde bırakarak..

Önceki gün aldığım festival çantasıyla fitilini -naçizane- ateşlemiş bulunduğum festival, benim açımdan ilk günün sabahındaki mutat faaliyetle başladı; üç seanslık sinema bileti  edinmek ve festivalin açılışını yapmak üzere Atlas Sineması'na doğru seyirtmek..

Festival merkezinin bu yıl Yapı Kredi Kültür Sanat'ta yer almasını takdirle karşılamıştım; böylece festival, hem sinemalara daha yakınlaşmış olacak, hem de bu yeni ve güzel merkez kendini kitlelere tanıtabilecekti..


Bu arada, 'Neden üç seans?' sorusu aklınızı kurcalayabilir; bu benim yılların tecrübesiyle benimsediğim bir standart olup -olağanüstü bir durum olmadıkça- günlük film izleme limitimi göstermektedir..
Bir zamanlar -biraz da Kerem Akça'nın kırdığı film izleme rekorlarına özenerek- günde 5-6 film izlemişliğim olmuş; ama sonuçta -zaten stabil olmayan- fiziksel ve ruhsal yapımda bir takım rahatsızlık belirtileri hissetmiş ve bu sayıyı düşürmeye karar vermiştim ki sonunda bu 3 rakamına işte böyle ulaşmıştım..




İlk günün açılışını Atlas'ta yaptıktan sonra bir daha Beyoğlu'na uğramayacak ve bu ilçeyi Arap işgaliyle başbaşa bırakarak, sevgili(m) Kadıköy'e takılacaktım..
Rexx'in yanına Kadıköy Sineması da eklenince, bu kararımın sonucu, tadından yenmeyecek kadar güzel olmuştu..
Her sabah evden çıkmadan, bu iki sinemada gösterilecek filmler arasında tercihimi yapıyor, her seans sonrası kolayca biletimi alarak, 3 dozluk sinema kürümü tamamlıyordum..
Vizyona dair basın gösterimleri için karşıya geçtiğimde ise festival mekanım Zorlu oluyor ve böylece günlük tedavimi asla ihmal etmiyordum..

Efendim, işte böyleyken böyle diyerek, yiyip bitirdik on günlük bir sinema şölenini daha; ki film yekünüm de buldu otuz bir adeti..
Bu miktar, bir süre daha hizmet vermeye devam edecek olan 'Festival Scope' sayesinde, en az kırkı bulur deyu düşünüyorum, bakalım kısmet..

Bu yazının hitamında bir geleneği yaşatarak, bizzat bu festivalde izlediğim filmler arasında en iyi ve en kötüleri seçerek oluşturulmuş iki liste eklemeyi düşünüyorum; yeni izleyeceğim filmlerle bu listelerde bazı ufak değişiklikler olabilir tabii..




Son olarak, beni mutlu eden 'güzel' bir festival sürprizinden bahsedeyim diyorum..
Zorlu'daki gösterimlerin birinde karşılaşıp, filmden önce sıraya giren malum reklamların süresi boyunca kısacık muhabbet edebildiğimiz Ceylan Özçelik'ti bu sürpriz..
O Ceylan ki dünyanın en güzel sinema eleştirmeniyken, dünyanın en güzel yönetmenine dönüşmüş; ama, dünyanın en tatlı ve 'en heyecanlı' arkadaşlık özelliği ise hiç sönmemiştir..
Filmin bitiminde o hemen fırlayarak, Fransız Kültür Merkezi'ndeki basın gösterimine yetişecek; bense buradaki ikinci filme devam edecektim..

Fransa'nın Taksim'deki o kültür merkezi kadar nefret ettiğim ikinci bir mekan dünyada yoktur!.
Alt tarafı bir film izlemek için girmeye çalıştığın bu yerin kapısında gördüğün fena muameleyi Fransa'nın bizzat kendisine -hem de bir mülteci olarak- girerken bile göremezsin..
Bu festival boyunca sadece bir gün içeriye girmeye teşebbüs ettim, ki o da yetti zaten..




Söz yönetmenlerden açılmışken; sürekli buluşup kahve içmekten bahsederek mailleştiğimiz, ama bir türlü buluşamadığımız -ismi lâzım değil- Kocakafa'lı ve ünlü bir yönetmen arkadaşın daha kulağını çınlatmayı bir fırsat bilirim..

Son dedim ama, bir de kafama takılan bir 'festival reklamı'ndan bahsetmek istiyorum..
Hani, muhtelif sanat erbabının yer aldığı, ilk bakışta pek hislendirici gelen, adeta fedakârlıklar manzumesi sunarak yüreğimizi titretmeye çalışan, 'Seve seve İKSV' temalı reklama dair bazı laflarım olacak..

Artık onların nesli bile tükendi ama, film bobinlerini sırtlamış sinema emekçisi ağbimizi işin içine hiç katmadan söyleyecek olursam, diğer ünlü ve ünsüz arkadaşların hepsi belli bir ücret/maaş karşılığı çalışan ya da sanatını icra eden şahıslar olup, bunun herhangi bir fedâkarlıkla falan alakası yoktur; illaki bir özveriden bahsedilecek bile olsa bu, bir otobüs şoförünün veya bir doktorunkiyle aynıdır..

Bunların hiçbiri millet menfaatine, ücret almadan o işi yapmıyorlar ki; İKSV'de çalışmak üzere ülkesini terk etmiş o hatun kişinin, günlerce çalışarak sahneyi konsere hazırlayan o er kişinin 'normal' bir çalışandan farkı nedir allasen!.




Ya, fıtık ameliyatı olduktan sonra birkaç gün dinlenmek varken, hemen ertesi gün konsere çıkan o piyaniste ne demeli; sorarım size, Kerem Görsev dostumuz şimdi o konser 'fedakârlığında' bulunmasa ne olacaktı yani, 'Türkiye Caz Entelijansiyası' derin bir sarsıntı yaşayacak, bir daha da toparlanamayacak mıydı?.

Ve de son sözüm, "Dene yanıl, dene yanıl, dene yanıl!" diyerek sabrımızı zorlayan o sanatçı arkadaşa: Bak dostum -ki dost acı söyler- sen bu kadar çok deniyor ve bu kadar çok da yanılıyorsan eğer, bu işi bırak!. valla!.
Zira -denemek neyse de- sandığın gibi, bu kadar çok yanılmak asla bir erdem göstergesi değildir; lâkin, kesin olarak bir yeteneksizlik belirtisidir..

Hepinizi çok öpüyorum sayın seyirciler.. nice festivallere..




37. İstanbul Film Festivali'nin en iyi 10 filmi 



1)  Det sjunde inseglet / Yedinci Mühür   


2)  Nattvardsgästerna / Kış Işığı / Winter Light


3)  Isle of Dogs / Köpek Adası


4)  My Generation


5)  The Reports on Sarah and Saleem / Sara ve Selim Hakkında


6)  Eric Clapton: Life in 12 Bars / Eric Clapton: Perdelerin Ardında Yaşam


7)  Candelaria


8)  Taksim Hold'em


9)  Yol Kenarı


10)  Western 





37. İstanbul Film Festivali'nin en kötü 5 filmi



1)  Dört Köşeli Üçgen


2)  Bağcık


3)  Holiday / Tatil


4)  Negar


5)  Kaçış